Ched kökünden gelir. Kararlı, şuurlu mücadeleyi, gayret göstermeyi ifade eder. Kur’an cihadı Allah yolunda/Allah'ın iradesine uygun bir dünya/yaşam için mücadele etmek, gayret göstermek şeklinde ifade etmiştir.
İslam: Barış, esenlik ister; güven, huzur içinde özgür yaşayan toplum ister. Dinin bu temel amacı doğrultusunda Kur'an-vahiy aracılığı ile İslam'ın tanıtılması en önemli/büyük cihad faaliyetidir "Artık inkârcılara boyun eğme, onlara karşı Kur'an ile zorlu-büyük bir cihat aç." (Furkan-52)
İslam: Barış, esenlik ister; güven, huzur içinde özgür yaşayan toplum ister. Dinin bu temel amacı doğrultusunda Kur'an-vahiy aracılığı ile İslam'ın tanıtılması en önemli/büyük cihad faaliyetidir "Artık inkârcılara boyun eğme, onlara karşı Kur'an ile zorlu-büyük bir cihat aç." (Furkan-52)
“Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır..”
(Tevbe-41)
“Ancak insanlara
haksızlık edenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık azgınlık edenlere karşı
bir yol tutmalıdır- onlara karşı cihad etmelidir..” (Şura-42)
Haksızlıkla, azgınlıkla karşılaşıldığında öncelikle barış için gayret gösterilmelidir; konuşarak-diplomasiyle uzlaşma, anlaşma yolları aranmalıdır. (Nahl-125)
Kur’an sadece zulme ve saldırıya karşı yapılan savunma savaşına onay verir. (Bakara-193 Şura-41 Hac-39) Kur'an bu son aşama yani savaş durumu için cihad değil kıtal terimini kullanır. Savaş kaçınılmaz olduğunda savaştan kaçmak büyük günahtır ve kaçakların varacakları yer cehennemdir. (Enfal -15, 16)
Saldırı olmazsa savunma yapmaya, savunma savaşına da gerek kalmaz. Aslında İslam savaş olmasını istemez.
Toprak kazanmak, insanların mallarını yağmalamak, ganimet elde etmek için, toplumları sömürmek, köleleştirmek için; günümüz ifadesiyle emperyalist amaçlarla savaş çıkarmak tamamen İslam dışıdır. Ancak saldırı ve zulüm söz konusu olduğunda Kur’an zulme karşı cihada sadece cevaz vermekle kalmaz; cihadı, zalimle mücadeleyi farz kılar.
Kur’an sadece zulme ve saldırıya karşı yapılan savunma savaşına onay verir. (Bakara-193 Şura-41 Hac-39) Kur'an bu son aşama yani savaş durumu için cihad değil kıtal terimini kullanır. Savaş kaçınılmaz olduğunda savaştan kaçmak büyük günahtır ve kaçakların varacakları yer cehennemdir. (Enfal -15, 16)
Saldırı olmazsa savunma yapmaya, savunma savaşına da gerek kalmaz. Aslında İslam savaş olmasını istemez.
Toprak kazanmak, insanların mallarını yağmalamak, ganimet elde etmek için, toplumları sömürmek, köleleştirmek için; günümüz ifadesiyle emperyalist amaçlarla savaş çıkarmak tamamen İslam dışıdır. Ancak saldırı ve zulüm söz konusu olduğunda Kur’an zulme karşı cihada sadece cevaz vermekle kalmaz; cihadı, zalimle mücadeleyi farz kılar.
Sadece kendimizin karşı karşıya kaldığı zulümle değil, diğer ezilip, horlanan, zulme uğrayan insanlar için de mücadele etmeliyiz. (Nisa-75)
Zulmün olduğu yerde evde oturulmamalı, zalimle mücadele edilmelidir.
“İnananların; özür sahibi olmaksızın
oturanlarıyla, Allah yolunda malları ve canlarıyla didinip gayret
gösterenleri aynı değildir. Allah, malları ve canlarıyla gayret gösterenleri
oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. Allah hepsine güzellik vaat
etmiştir ama cihat edenleri, çok büyük bir ödülle, oturanlardan üstün
kılmıştır.” (Nisa-95)
Kur’an’ın baş düşmanı zalimlerdir. Kur’an sadece zalime,
zulme karşı cihada-savaşa cevaz verir.
İnsanlara zulmeden zalimlere karşı her türlü karşı çıkış
ve direnmek, mücadele etmek haktır ve görevdir.
“Fitne kalmayıncaya kadar
onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan
başkasına karşı düşmanlık
yoktur..... Azgınlık edip size
saldırana, zulmedene, size saldırdığı şekilde ve ölçüde saldırın-karşılık
verin.” (Bakara- 193, 194)
“Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla,
onlara karşı savaş açılanlara savaşma izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım
etmeye güç yetirendir.” (Hac- 39)
Müminler, haksızlığa, zulme karşı dayanışma içinde birbirleriyle
yardımlaşırlar.
“Müminler, zulme
uğradıklarında yardımlaşarak üstün gelirler..” (Şura-39)
Müminler, zalime, zulme karşı yapılan cihada-savaşa, mücadeleye birbirlerini
teşvik etmelidir.
“Allah yolunda savaş.
Kendinden başkasından sorumlu değilsin. İnananları da teşvik et.
Umulur ki Allah, küfre sapanların gücünü kırar.”
(Nisa-84)
Kur’an “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesini
reddeder. İslam’da vurdum duymazlık, bana necilik yoktur. Yılan, gün gelir
herkese dokunur, kurunun yanında yaş da yanar.
“Öyle bir
kargaşadan, karışıklıktan sakının ki, içinizden sadece zulmedenlere dokunmakla
kalmaz..” (Enfal-25)
“Zalim yönetici karşısında gerçeği dile getirmek cihadın en
büyüklerinden biridir..”(Hadis-i şerif)
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır..” (Hadis-i
Şerif)
“İmamı Azam’a göre,
İslam’ın olmazsa olmaz iman göstergesi (temel ibadeti) zulme ve zalime karşı
eylemdir....... İmamı Azam’ın tarih önündeki en büyük davası ve şahsiyetinin en
büyük göstergesi zulme karşı mucadele olarak tescil edilmelidir. Ne yazık ki,
onun mezhebine mensup olduğunu söyleyen bugünün ehli sünnetinde İmamı Azam’ın
bu ruhundan neredeyse eser kalmamıştır. Bu günün sünniliği, bırakın zulme karşı
çıkmayı, dünyanın en güçlü zulüm odaklarıyla zulmün mümessili emperyalistlerle
en ileri iş birliklerini kurmakta hiçbir sakınca görmemektedirler...”
(Yaşar Nuri Öztürk – İmamı Azam Savunması – S: 287, 288)
“İmamı
Azam’ın savunduğu fikirlerden biri de zalim devlet başkanına ve yönetime
silahla karşı çıkmanın gerekliliğidir. (Eş’ari, Malakalat, 451) İmamı Azam’ın
....... Arapçı iktidarı rahatsız etmesinin gerçek sebebi
işte bu
‘zulme karşı çıkış’ fikridir. İmamı Azam zalim yönetime kılıçla karşı çıkmayı
savunan ve bu tür karşı çıkışlara her türlü desteği veren bir önderdir....
Bu fikrini bir kelamcı- fakih düşünür
olarak savunmakla kalmamış, bu fikre bağlı olarak sergilenen isyan eylemlerinin
hemen hemen tümüne maddi destek de vermiştir....” (Yaşar
Nuri Öztürk – Mucize Devrimler – S:189)
Susmak, tepki göstermemek, boyun eğmek zulme pasif destek
vermektir.
Kur’an, zalim diktatörleri yaratanların ve milletin başına
bela edenlerin; onlara karşı çıkmayarak, itaat ederek pasif destek verenler
olduğunu bildirmiştir.
Zalimlerin bir çoğunu, pasif zalimler yani zalimlere bir
biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.
Köle ruhlu, raina gibi güdülmeye yatkın insanların olduğu
yerde diktatörler ortaya çıkar.
“........onlar da ona itaat ettiler.
Çünkü onlar yoldan sapmış-fasık bir toplum idiler..” (Zühruf-54-56)
“......O’nun resullerine isyan ettiler.
Ve her inatçı zorbanın emrine uydular. Bu dünyada ve
Kıyamet gününde arkalarına lanet takıldı..”
(Hud-59, 60)
Allah’ın
yolunu terk edenlere uyanlar da Allah’ın yolundan ayrılmış olurlar, fasık
olurlar.
Zuhruf suresi 54-56 ve Hud suresi 59. ayetlerinde:
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen diktatörlerin, yani Allah’ın yolunu,
ilkelerini terk eden diktatörlerin izini, yolunu takip eden; zalim, zorba,
baskıcı, otoriter; hırsızlık, yolsuzluk yapan soysuz idarecilere, yönetimlere
itaat ve biat eden, onlara karşı çıkmak yerine destek olan kişilerin ve
toplumların da fasıklar-doğru yoldan
sapanlar-Allah’ın ilkelerinden sapanlar olarak nitelendirildikleri
ve cezalandırıldıkları-cezalandırılacakları, lanete uğrayacakları
bildirilmiştir.
Günümüzde emperyalist sömürgeci güçlerle işbirliği
yapanlar, onların projelerinin eş başkanı olanlar ve bunların taraftarları, destekçileri, yetmez ama
evetçiler, çakma aydınlar, sözde liberaller ile adaletsizliğe, zulme sessiz
kalan, karşı çıkmayan herkes bu ayet hükmüne göre fasıktır, lanetlidir.
“Sakın
hainlere yardakçı olma..” (Nisa-105)
Kötülerin kazanması için iyilerin sessiz kalması
yeterlidir..” (Afrika atasözü)
Bir toplumda zulmün yaygınlaşmasının nedeni aydınların
suskunluğudur. Aydın susarsa zulüm
yaygınlaşır; yaygınlaşmakla da kalmaz, meşrulaşır. Topluma önderlik etme
durumunda olan aydınlar, bilim adamları, akademisyenler, fikir adamları bu
ayetler çerçevesinde durumlarını gözden geçirmelidirler. Sorumluluklarına uygun
davranmalıdırlar. Aksi takdirde yaptırım çok ağırdır. Suskunluğun cezası
dünyevi anlamda zulümdür, ilahi anlamda fasık-günahkar olmaktır..
Aydının misyonu halkı
bilinçlendirmek ve duyarlılığını arttırmaktır. Aydın hareketi, tarihteki
peygamberler hareketinin takipçisi olmalıdır. Çağdaş aydın misyonu,
peygamberlerin misyonunun takipçisi olmalıdır. Aydın, toplumsal ve sosyal rehber olmalıdır..
“Dünya; kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir
yerdir..” (Einstein)
İmamı
Azam Ebu Hanife zalime isyanı ibadet saymıştır. “Zalimlere karşı bir gaza, elli hacdan daha
kıymetlidir” demiştir.
Ona göre zulme baskıya karşı çıkmak, imanın gereği ve ibadetlerin en yücesidir.
İmamı Azam, halkın malından çalan, servet düşkünü
yönetiminde zulme sapan yöneticinin yetkilerinin iptal edilmesi gerektiğini
yani yönetimden indirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ebu Hanife'nin bir numaralı takipçisi olan Türk kelamcı
Maturidi, zulme karşı çıkmayanların, zulmü adalet gibi gösterip halkı
kandırmaya çalışanların, kafir olduklarını açıkça söylemiştir.
Maturidi'ye göre zalim
bir sultana adil diyen dinden çıkar..
“Cumhuriyet döneminin artık sonu geldi”diyenlerin, “demokrasi benim için amaç değil araçtır”
diyenlerin,“laiklik dinsizliktir, bir insan hem Müslüman hem laik olamaz”
diyenlerin iktidar oldukları ve devletin gücünü kullanarak rejimi, anayasanın
değiştirilemez hükümlerini değiştirmeye çalıştıkları bir zamanda; Atatürk
devrimlerini, demokrasiyi, çağdaşlığı, laikliği savunanların kafir muamelesi
gördüğü bir zamanda hiç kimsenin
susma, evinde oturma lüksü yoktur. Tam tersi, bu haksızlıklara, kötü gidişata bütün
imkanlarımızla, bütün gücümüzle karşı çıkmalıyız. Zaman cihad zamanıdır. Allah
yolunda olma zamanıdır. Bütün demokratik haklar, imkanlar kullanılarak zulme
karşı kıyam zamanıdır.
Günümüzün Emevi şeriatı takipçileri; orta çağ kalıntısı, Osmanlı artıkları dinci, siyasal İslamcı guruplar kendilerine biat etmeyenleri, muhalefet edenleri adeta kafir ilan ederek onları katletmeyi; zulmetmeyi, hapsetmeyi hak saymaktalar. “Laiklik dinsizliktir” diyerek laikleri kafir; laik anlayışı benimsemiş ülkeleri kafir devlet ilan etmekteler. Laik devletin bütün değerlerini, birikimlerini, kurumlarını ele geçirmeyi, talan etmeyi hak görmekteler...
Saygılarımla.
Farklı inançlara sahip
insanların bir arada barış ve huzur içinde yaşamalarının temel şartı laik
anlayıştır. Laik anlayışın benimsenmediği yerde teokratik eğlimler artar ve din
ideolojiye dönüşür, din devletleşir, toplum bölünür, parçalanır. Farklı inanç ve
mezhep mensubu zümreler iktidara sahip olmayı ve kendi benimsedikleri yönetim
anlayışının uygulanmasını ister.
Her zümre diğer inanç ve mezhep görüşlerine
sahip olanları kafir olmakla suçlayıp tekfir eder. Bununla da kalmayıp
kendileri gibi düşünmeyen herkesin katlini caiz görür. Şiddeti, terörü, kafa
kesmeyi kendilerince meşrulaştırırlar..
Kur’an bu konuda ümmeti
uyarmış ve din eksenli bölünmeyi; mezhepçi anlayışı yasaklamıştır.
(Ali İmran-103 Şura-13 Enam-153, 159) Mezhepçi
anlayışın amacını “Bağy” (Azgınlık, doymazlık) olduğunu bildirmiştir.Günümüzün Emevi şeriatı takipçileri; orta çağ kalıntısı, Osmanlı artıkları dinci, siyasal İslamcı guruplar kendilerine biat etmeyenleri, muhalefet edenleri adeta kafir ilan ederek onları katletmeyi; zulmetmeyi, hapsetmeyi hak saymaktalar. “Laiklik dinsizliktir” diyerek laikleri kafir; laik anlayışı benimsemiş ülkeleri kafir devlet ilan etmekteler. Laik devletin bütün değerlerini, birikimlerini, kurumlarını ele geçirmeyi, talan etmeyi hak görmekteler...
“Türkiye'de
uzun zamandan beri takiyyeci örtülü savaş, dar-ı harpçi şeriat cihadı yapılmaktadır.
Bu örtülü
savaşı yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti’ni kâfir yani gavur devleti olarak
görüyorlar.
O devletin
vatandaşları olan Müslüman Türk Milletini’de kâfir sayıyorlar.
Her biri
yorum olan şeriat hükümlerine göre gavur saydıkları devlete ve millete karşı
dar-ı harpçi bir savaş yürütüyorlar. Bunlar düşman gördükleri devletin ve
milletin mallarını hile ve yolsuzlukla çalmayı helal, hatta sevap
sayıyorlar. Çünkü o malları savaş ganimeti olarak görüyorlar.
Takiyyeci örtülü savaşçılar ayni zamanda işbirlikçidirler. Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı gayrimüslümlerle Hıristiyan
milletlerle gizli işbirliği yaparlar. Onlara türlü imkânlar sağlarlar.
Dar-ı
harpçilerin bütün iddia ve eylemleri İslam ve insanlık dışıdır! Onlar
sadece menfaatlerine ve nefsaniyetlerine
uygun hale getirilmiş sapkın şeriat ve fıkıh yorumlarına tutunmaktadırlar.....”
(Zekeriya BEYAZ - Örtülü Savaş)
İslam ülkelerinde farklı mezhep mensupları sözde cihad ilan ederek, dar-ı harp
anlayışla birbirlerini kafir ilan ederek, katletmeye devam etmektedir. Müslümanın, Müslümanı öldürmesi hiç bir şekilde cihad kavramıyla açıklanamaz.
Kahramanmaraş, Çorum, Malatya katliamları ve “Allahü Ekber” nidalarıyla Madımak Oteli’nde insanların diri diri yakılmaları mezhepçi dar-ı harp anlayışının yakın tarihimizde gördüğümüz gerçek yüzüdür. İslam coğrafyasında yaşanan, yaşatılan iç savaşlar, Müslümanların Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da birbirlerini öldürmeleri ve taliban’ın, ışıd'ın uyguladığı vahşet mezhepçi dar-ı harpçi anlayışın gerçek yüzüdür.
Kahramanmaraş, Çorum, Malatya katliamları ve “Allahü Ekber” nidalarıyla Madımak Oteli’nde insanların diri diri yakılmaları mezhepçi dar-ı harp anlayışının yakın tarihimizde gördüğümüz gerçek yüzüdür. İslam coğrafyasında yaşanan, yaşatılan iç savaşlar, Müslümanların Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da birbirlerini öldürmeleri ve taliban’ın, ışıd'ın uyguladığı vahşet mezhepçi dar-ı harpçi anlayışın gerçek yüzüdür.
Sözde cihad uğruna El Nursa, Işıd militanlarının öldürdükleri Suriye
askerinin göğsünü deşerek çıkardıkları ciğerini çiğ çiğ yemeye çalışmaları
Emevi dönemi intikam anlayışının günümüze yansımasıdır. Ciğer yeme vahşetinin
patenti Yezit’in babannesi, Muaviye’nin annesi, ebu Sufyan’ın eşi Hint’e
aittir...
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK.
kuranpenceresinden@hotmail.com
kuranpenceresinden@hotmail.com