Halife, halef: Sonradan gelen, kendinden öncekinin
yerine geçen demektir.
Bir iş ve görevde, kendinden öncekinin yerine geçen, onun
yetkilerini kullanan demektir.
Peygamberler, kendinden önceki peygamberin halefi olarak
Allah tarafından seçilmişlerdir.
Hilafet: İslam tarihinde, Hz. Muhammed’ten
sonraki devlet başkanlarının Hz. peygamberin
halefi kabul edildiği, Hz. peygambere ve dolayısıyla Allah’a vekillik kurumuna
dönüştürülen, iktidar gücü ile dinin kutsal
gücünü birleştiren; Allah’ın dinini devlet dinine dönüştüren, İslam’ı saltanat imtiyazı haline getiren, egemenlik
aracı yapan, iktidarı kutsallaştıran siyasi makamdır. Barış ve özgürlük dini
İslam’ı teokratik yapıya dönüştüren papalık özentili, Emevi
uydurması şirk kurumdur.
Kur’an ışığında konuyu incelersek şu tespitleri yapmak
mümkündür:
“Allah Haalik’tir,
herşeyin yaratıcısıdır. Herşey üzerine vekil-temsilci olan da O’dur..”
(Zümer-62)
Kur’an’da 12 ayette “ Vekil olarak Allah yeter..” buyurulmaktadır.
İsra
suresi 54. Şura suresi 6. ve Hud suresi-86. ayetlerinde peygamberlerin insanlar
üzerine vekil olarak gönderilmedikleri dolayısıyla ümmetin temsilcisi,
sorumlusu, koruyucusu, bekçisi olmadıkları bildirilmiştir.
“... Seni onlara gözcü yapmadık. Sen
onların koruyucusu da değilsin..” (En'am-107)
Yunus suresi 108. ayetinde
de Yüce Allah Hz. peygambere hitap ederek “De ki: Ben sizin
üzerinize vekil değilim; diye buyurarak Hz. peygamberin ümmete
vekil olmadığını, ümmetin sorumluluğunu, koruyuculuğunu üstlenmediğini
duyurmasını istemiştir.
Yüce Allah bütün varlıkların, tüm yaratılışın vekilliğini
sorumluluğunu üstlenmiştir. Peygamberlere dahi bütün ümmeti temsil etme hakkı
vermemiştir. Buna rağmen İslam aleminde bütün ümmeti temsil ettiği iddia edilen
hilafet makamı icat edilmiştir. Sultanlar, padişahlar, imamlar, gavslar, kutuplar
ümmetin temsilciliğine, dinin koruyuculuğuna soyunmuşlardır...
Peygamberler ümmetin vekili, temsilcisi, sorumlusu
değildirler; Allah’ın elçileri, temsilcileridirler.
Peygamberlik Allah’ın takdiri, tercihi, iradesi,
atamasıyla elde edilen bir ünvandır.
Kur’an Peygamberimiz Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu,
halefinin olmayacağını bildirilmiştir. Yüce Allah, peygamberlik kurumunu,
görevini, ünvanını sona erdirmiştir. (Ahzap-40)
Dünyada İslam’ı ve Müslüman ümmeti temsil eden bir makam, unvan, kişi, kurum
yoktur.
Bunun daha terminolojik anlamı ise şudur: Yönetim erkinin
sahip olduğu gücün Tanrısal ve kutsal
kaynaklı olmayacağıdır. Hiç kimse kendisine Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, Allah'ın gölgesi, Allah'ın hizbi-partisi gibi sıfatlar vererek -Haşa- O'nu temsilen siyasi egemenlik iddiasında bulunamaz..
İnsanın/müminlerin yeryüzüne halife /yönetici/görevli olarak atanmasının/tayin edilmesinin amacı (Bakara-30 Nur-55) Allah'ın yardımcıları olarak (Saff- 14) yeryüzünde ortak bir gelecek için Allah’ın iradesine dayalı adil bir düzen kurmaktır. Barışı, huzuru tesis etmektir. Dünyayı birlikte yaşamaya değer, müreffeh hale getirmektir.(Hud-61) Yani, İslam'ın amacını gerçekleştirmektir. Bu, kendisine aklı ve imanı lütfeden Allah'ın insana/mümine yüklediği sorumluluktur. Bu sorumluluk, görev tüm insanlara/müminlere verilmiştir.
İnsanın/müminlerin yeryüzüne halife /yönetici/görevli olarak atanmasının/tayin edilmesinin amacı (Bakara-30 Nur-55) Allah'ın yardımcıları olarak (Saff- 14) yeryüzünde ortak bir gelecek için Allah’ın iradesine dayalı adil bir düzen kurmaktır. Barışı, huzuru tesis etmektir. Dünyayı birlikte yaşamaya değer, müreffeh hale getirmektir.(Hud-61) Yani, İslam'ın amacını gerçekleştirmektir. Bu, kendisine aklı ve imanı lütfeden Allah'ın insana/mümine yüklediği sorumluluktur. Bu sorumluluk, görev tüm insanlara/müminlere verilmiştir.
Kur'an'da hilafet kelimesi geçmez. Halife kelimesi ise 8 ayette geçer ve bu ayetlerde bir kişi veya zümre değil bütün müminler kastedilir. (Bakara-30 En'am-165 A'raf-69,74 Yunus-73 Neml-62 Fatır-29 Sad-26)
Peygamberliğin sona ermesinin bir anlamı da bundan böyle Allah’tan
vahiy gelmeyeceğidir.
Kur’an, yaşayan ve yaşayacak tüm insanların yegane rehberi
ve rahmeti olacaktır.
İslam’ın
temsilcisi, yetkilisi artık sadece Kur’an’dır.
İnsanlar ulaştıkları tekamül seviyesinde artık bir
uyarıcıya, elçiye gerek olmaksızın Kur’an’ı ve kainat kitabını, fıtratı
okuyarak kendilerini hidayete eriştirecek doğru yola yöneleceklerdir.
Sonlandırılmış olan ve atamayı sadece Allah’ın yaptığı bir
makama, göreve insanoğlu herhangi
bir nedenle ve herhangi bir usulle atama yapamaz. Kişi kendi
kendini de atayamaz. Veraset veya
kılıç gücüyle peygamber halefi, dinin ve ümmetin
temsilcisi olunmaz. Olmayan, kaldırılan bir
makamın halefi
olmaz. Hz. Muhammed’in halefi veya vekili olmaz, olamaz. Devlet başkanları
resulün yerine geçen, peygamberlik görevine atanan anlamında
halife ünvanını kullanamaz.
Hz. peygamberimizden sonraki halifeler aslında olmayan bir
ünvanı temsil etmişlerdir.
Hz. Muhammed’ten sonra hilafet makamı dini-ilahi değil,
idari-siyasi bir makam olmuştur..
Devlet başkanlığı veya sultanlık, padişahlık makamını
kutsal nitelikleri olan, peygamberin yerine
geçen, İslam’ı ve ümmeti temsil eden kişiler makamına dönüştürmek
dinin ruhuna terstir.
İslam’ı ve bütün Müslüman ümmeti temsil yetkisi yoktur. Yüce Allah tarafından
atanmayan, seçilmeyen beşer tasarrufu ile oluşturulan bir makam, dini ve ümmeti temsil edemez. Kur’an
hilafet makamına onay vermez.
Mezhepler, Hıristiyanlıkta olduğu gibi adeta bir ruhban=din adamları sınıfı yaratmış ve
papalığın benzeri olarak; şii mezhebi imamet, sünni
mezhebi ise halifeliği bu sınıfın başına oturtmuştur. İmamlar ve halifeler İslam’ın
ve bütün Müslüman ümmetinin temsilcisi saymıştır.
Atatürk, Türk Tarih Kurumu’na yazdığı bir mektupta halife
unvanını kullananları “Muhammed’in
halifesi ünvanını
taşımak maskaralığında bulunanlar” olarak tanımlamıştır...
"Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hâlâ bir halife hayaliyle oyalamaya ve aldatmaya çabalayanlar, ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir." ATATÜRK-NUTUK
632 yılında Hz. peygamberimizin vefatından sonra Hz.
Ebubekir, peygamberimizin halefi olarak
halife seçilmiştir. Hz. Ebubekir’in halifelik görevi,
peygamberimizin sadece devlet işleriyle ilgili yönetici-idareci yönüyle ilgilidir.
Hz. Muhammed’in peygamberlik, Allah’ın elçiliği görevine
insanların seçim yapamayacağını en iyi bilenler hiç
şüphesiz ilk Müslümanlardan olan
Hz. Ebubekir ve onu seçen Müslümanlardır.
Hz. Ebubekir’in ölümünden sonra yerine Hz. Ömer
seçilmiştir. Yani Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’in halefidir. Hz.Ömer’den sonra yerine seçilen Hz. Osman’da
Hz. Ömer’in halefidir. Daha sonra
Hz. Ali, Hz. Osman’ın halefi olarak seçilmiştir. Hz.
Ali’den sonra da oğlu Hz. Hasan babasının yerine halife seçilmiştir. Bu
seçimler kabileler arası denge politikaları gözetilerek müminlerin tercihleri
ve ortak kararlarıyla yapılmıştır.
Hz. Ali (Bazı rivayetlere göre Hz.
Ömer) kendisine “Halifetü-l Müslimin” Müslümanların halifesi şeklinde değil,
“Emirü’l müminin”müminlerin yöneticisi olarak hitap edilmesini istemiştir.
Bazı mezhep kitaplarında bu dönemden asr-ı saadet veya altın çağ olarak bahsedilse de, Hz. Ömer suikast sonucu camide namaz kılarken; Hz. Osman, Hz. Ebubekir’in Peygamberimize hürmeten Muhammed adını verdiği oğlu ve arkadaşları tarafından öldürülmüştür.
Medine halkı adaletsizlik ve yolsuzlukla suçladığı Hz.
Osman’ın Müslüman mezarlığına defnedilmesine bile izin vermemiştir. Öldürülmesinden ancak üç gün sonra
bir Yahudi mezarlığına defnedilmiştir. (Y.N.Öztürk-Maun suresi-S:229)
Hz. Ali’nin seçim sürecinde ve halifelik döneminde de bir
çok sorunlar yaşanmıştır. Ve Hz. Ali’de 661
yılında muhalifleri tarafından öldürülmüştür.
Hz. Ali’den sonra, Hz. Muhammed’in ve İslam’ın baş
düşmanlarından olan, Uhud ve Hendek savaşlarında kafirlerin komutanlığını yapan
sonra canını kurtarmak için Mekke’nin fethi sırasında,
Hz. Muhammed’e biat etmek zorunda kalarak Müslüman olan
Ebu Süfyan’ın oğlu olan Emevi
sultanı Muaviye, halifelik ünvanını kılıç zoruyla, zorbalıkla, vahşet ve kanla
almıştır.
Din ve saltanat gücünü tek elde toplayıp, iktidarına kutsal bir destek, dokunulmazlık kazandırmak için kendisini peygamberimizin halefi, makamını da hilafet
makamı ilan etmiştir. Başka bir anlatımla: Devlet başkanlığıyla birlikte halifelik, hilafet makamı da
güçle, savaşla, kanla sahip olunan, dinin
istismar edildiği, saltanat çıkarlarına alet edildiği tamamen siyasi nitelikli
makam haline gelmiştir.
Emevi dönemiyle birlikte devlet başkanlığı ile hilafet makamı veraset yoluyla babadan oğula geçen bir kurum haline getirilmiştir.
Sultanlık ve hilafet milli-dini kurumlar/makamlar değildir. Sultanlık dönemin güçlü imparatorluğu Roma'dan, Hilafet ise papalık kurumundan ithal-taklit edilmiştir.
Emevi dönemiyle birlikte devlet başkanlığı ile hilafet makamı veraset yoluyla babadan oğula geçen bir kurum haline getirilmiştir.
Sultanlık ve hilafet milli-dini kurumlar/makamlar değildir. Sultanlık dönemin güçlü imparatorluğu Roma'dan, Hilafet ise papalık kurumundan ithal-taklit edilmiştir.
Kur’an’ın devlet, millet yönetimiyle ilgili bildirdiği temel
hükümlerin tam tersi kurallar, uygulamalar içeren bir yönetim şekli kurulmuştur.
Kur’an’ın bildirdiği şura esasından, işi ehline verme ilkesinden, adaletten
uzak; dini istismar eden saltanat, sömürü aracı yapan bu despot yönetim
şekli ne acıdır ki, tarih boyunca
Müslümanlar tarafından dinin emrettiği yönetim şekli olarak kabul görmüştür.
Emevi fıkhının, mezhep şeriatlarının Kur’an hükümlerinin önüne
geçmesinin acısını 1400 yıldan beri Müslüman ümmeti çekmektedir. İslam
dünyasında bu yanlış gidişe ilk karşı çıkan; teokratik diktayı yıkan ve Kur’an
hükümlerine uygun yönetim şeklini kuran ulus, Atatürk önderliğinde Türk ulusu olmuştur.
03.03.1924 tarihli kanun ile hilafet kaldırılmıştır. Söz konusu kanuna altı millet vekili karşı çıkmıştır. Kanunun yaygın-yanlış bilinen “hilafet TBMM’nin manevi şahsiyetinde mündemiçtir” şeklindeki ilk maddesi aslında muhalif altı millet vekilinin değişiklik önerisidir. Kabul edilen kanunun ilk maddesi şöyledir: “Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda/kavramında esasen mevcut/mündemiç olduğundan makam-ı hilafet mülgadır.” Kanun bu şekliyle kabul edilince muhalif vekillerden biri değişiklik önergeleri kabul edilmediği için istifa etmiştir...
Cumhuriyeti, demokrasiyi özümseyemeyen hilafet özlemiyle yanıp tutuşan bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi hilafet, TBMM'nin şahsiyetinde mündemiç/mevcut değildir. TBMM istediği zaman halife tayin etme hakkına sahip değildir. Yönetim erki/egemenlik; Cumhuriyetin kabulüyle birlikte halife/padişahtan, halka-meclise geçmiştir. Padişahlığın ve hilafetin kaldırılmasının anlamı budur.
Hilafetin tekrar gelmesinin ön şartı: Padişahlığın/sultanlığın gelmesidir; Cumhuriyetin, demokrasinin yıkılmasıdır. Karşı devrim yapılmasıdır..
03.03.1924 tarihli kanun ile hilafet kaldırılmıştır. Söz konusu kanuna altı millet vekili karşı çıkmıştır. Kanunun yaygın-yanlış bilinen “hilafet TBMM’nin manevi şahsiyetinde mündemiçtir” şeklindeki ilk maddesi aslında muhalif altı millet vekilinin değişiklik önerisidir. Kabul edilen kanunun ilk maddesi şöyledir: “Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda/kavramında esasen mevcut/mündemiç olduğundan makam-ı hilafet mülgadır.” Kanun bu şekliyle kabul edilince muhalif vekillerden biri değişiklik önergeleri kabul edilmediği için istifa etmiştir...
Cumhuriyeti, demokrasiyi özümseyemeyen hilafet özlemiyle yanıp tutuşan bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi hilafet, TBMM'nin şahsiyetinde mündemiç/mevcut değildir. TBMM istediği zaman halife tayin etme hakkına sahip değildir. Yönetim erki/egemenlik; Cumhuriyetin kabulüyle birlikte halife/padişahtan, halka-meclise geçmiştir. Padişahlığın ve hilafetin kaldırılmasının anlamı budur.
Hilafetin tekrar gelmesinin ön şartı: Padişahlığın/sultanlığın gelmesidir; Cumhuriyetin, demokrasinin yıkılmasıdır. Karşı devrim yapılmasıdır..
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK