1 Mayıs 2015 Cuma

ANA DİLDE İBADET

Yaratılışta seçim hakkımız yoktur. Mensup olduğumuz milletin, ırkın ve dilimizin seçimi
Yüce Allah’ın takdiridir.

“Rabbim dilediğini yaratır ve seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur..” (Kasas-68)
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka oluşu O’nun delillerindendir-
   ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller vardır..” (Rum-22)

Tüm ırklar, diller Allah’ın tecellisidir, O’nun ayetlerindendir. Hepsi eşittir. Hiçbir ırk, millet
diğerine üstün olmadığı gibi hiç bir dil de diğer dillere göre daha kutsal veya daha üstün değildir.
Kutsal olan vahyin getirdiği Allah’ın mesajıdır, vayhin indirildiği dil değildir.

“Hiç bir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun..” (Fatır-24)

Bütün milletlere kendi dilleriyle konuşan peygamber gelmiştir. 
Muhtemeldir ki, her dilde vahiy de gelmiştir. 
Arapça kutsal kitap dili veya vahiy dili değildir.
Hiç bir dilin kutsallığı yoktur, varsa bütün diller kutsaldır. 

“Her ümmet için bir resul öngörülmüştür..” (Yunus-47)
“Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara
  açık seçik beyanda-açıklamada bulunsun..” (İbrahim-4)
“Biz uyarıcıları olmayan, peygamber göndermediğimiz hiçbir medeniyeti, toplumu helak
  etmemişizdir..” (Şuara-208)

Hz. Musa’ya vahiy edilen Tevrat ve Hz. İsa’ya vahiy edilen İncil  kendi toplumlarının dili olan İbranice vahiy edilmiştir. Hz. Muhammed’e vahiy edilen Kur’an Arap toplumunun dili olan 
Arapça olarak vahiy edilmiştir. Amaç: Allah’ın mesajının kolayca anlaşılması, öğrenilmesi, öğretilmesidir. (Yusuf-2 Şura-7)
Kutsal olan ne yazıdır, ne de dildir. Bir Japon peygamber gelmiş olsaydı (belki de gelmiştir.) O’na
indirilen vahiyler de hiç şüphesiz japonca olurdu,  Japon harfleriyle yazılırdı.

Arapça,  İslam’ın dili veya Arap alfabesi İslam alfabesi değildir. Evrensel bir dinin dili, alfebesi olmaz. Kur’an ‘‘ey Araplar” veya “ey Arapça bilenler’’ diye hitap etmez. ‘‘ey insanlar’’ diye hitap eder. Dini sadece Allah’a has kılan müminler Kur’an mesajını anlar. Allah onlara Kur’an’ı öğretir.
Kur’an’ı hakkıyla öğrenmelerinin sebeplerini yaratır.
                                                                        
                                                                                   * * * * *
İslam dini evrenseldir. Kur’an, bütün alemlere, bütün insanlara rahmet, kılavuz, öğüt, ışık olarak
yüce Allah tarafından vahiy edilmiştir. Dünyada yaşayan bütün insanlar, bölge, coğrafya, ırk,
 millet, dil farkı gözetmeksizin İslam’ı öğrenmekle, anlamakla, Kur’an hükümlerine tabii olmakla
ve bu hükümleri yaşamına uygulamakla yükümlü kılınmıştır.
Kur’an’ın farklı dillere tercümesinin yapılması-mealinin yazılması ve farklı dillerde ibadet edilmesi
İslam’ın evrensellik özelliğinin doğal sonucu ve gerekliliğidir..
                                                                                    
Kur’an’daki  İslam’ın öğrenilmesi ve yaşanması için yapılması gereken ilk iş: Kuran’ın dini
yaşayacak toplumun ana diline çevrilmesidir. Kur’an Arapça inmiştir ve orjinali Arapça’dır fakat
Kuran’a göre Arapça, kutsal bir dil değildir, Alah’ın özel dili, cennetin lisanı değildir. Arap milleti
üstün ırk değildir. Tam tersi Kur’an’da Arap’ları-bedevileri kınayan, eleştiren bir çok ayetler vardır.

Dünyada bir çok millet ve konuşulan bir çok dil vardır. Bu durum Yüce iradenin taktiridir.
İslam’ı öğrenmenin, anlamanın ve yaşamanın ilk şartı Arapça öğrenmek olamaz.
İslam’ın öğrenilmesi, sevilmesi, yayılması isteniyorsa dünyada  yaşayan herkesten  Arapça
öğrenmesini, Kur’an’ı orjinalinden okuyup, anlamasını  isteyemeyiz, bekleyemeyiz.  
Yapılması gereken: Kur’an’ın dünyada konuşulan bütün dillere çevirisini yapmaktır.
İslam’ı öğrenmek isteyen Japon vatandaşı Japonca çevirisinden, Sibirya'da yaşayan kişi Rusça
çevirisinden, Fransız vatandaşı Fransızca çevirisinden Kur’an’ı okumalı, İslam’ı öğrenebilmelidir.
                                                                           * * * * *
Allah akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını, yaşantımızda rehber edinmemizi ister. Kişiler Allah’ın kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler? Kur'an’ın kendi üzerinde ince ince düşünülmesiyle ilgili emirleri Kur'an’ın manası bilinmezse nasıl uygulanacaktır? Sonuçta kişiler dini öğrenmek ve yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anladıkları, bildikleri dilden duymak veya okumak zorundadırlar.
Çeviride ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça’dan Türkçe’ye çevirinin zorluklarından ziyade, kavramın Arapça’sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından ortaya çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur. Araplar da bu sorunu Türkler kadar yaşarlar.

İnsanların anadiliyle Kur’an okumasına karşı çıkanların asıl  amacı:Kişi ile Allah arasına mezhep
izahlarıyla yetişmiş din adamlarını sokarak hurafelerin, bid’adların din diye sorgulamasız kabulünü
sağlamak ve  Arapizme hizmet etmek, Arapçanın yayılmasını, etkinlik alanının genişlemesini sağlamaktır..
İnsanlar dinin tek kaynağı olan Kur’an’ın çevirisini okuduklarında  Allah’ın dini ile Emevi
şeriatı referanslı uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olacaktır. Kuran’ın ancak Cumhuriyet
döneminden sonra Türkçeye çevrilmesinin ve mezhepçi, gelenekçi, hilafetçi, şeriatçı, dinci grupların
buna direnmelerinin altında yatan temel neden budur. Dinci sınıf İslam’ın mezheplerin, tarikatlerin, cemaatlerin tekelinden çıkmasını ve uydurmaların sorgulanmasını istemez.

Kur’an’ın anlamını bilmeden sadece Arapça telaffuzunun okunması gerektiğini savunan zihniyetle, ibadetlerin Arap diliyle  yapılması gerektiğini savunan zihniyet aynı zihniyettir.
Kur’an’ın anlamını bilmeden Arapça telaffuzunun okunmasında ki anlamsızlık ve sakıncalar nelerse, Arap olmayanların Arap diliyle ibadet etmelerinin sakıncaları, anlamsızlığı da o dur.
İslam dini madem ki evrenseldir, tüm insanlara hitap etmektedir, insanları Allah’a teslim olmaya,
Kur’an’a tabii olmaya çağırmaktadır; dünyada yaşayan bütün insanlar bildikleri dil ile ana dilleriyle
Kur’an’ı okumalı, dinini ve  Allah’ın emirlerini, yasaklarını öğrenmelidir. Dualarını, ibadetlerini ana
dilleriyle yapmalıdır.
Temel evrensel insan haklarından birisi de din ve ibadet hakkıdır, özgürlüğüdür.
İnsanlara din ve ibadet haklarını özgürce anadilleriyle yapabilmeleri için gereken ortam, imkan sağlanmalıdır. İnsanları ibadetlerinde bir başka milletin diline mecbur etmek dinin gereği olmadığı
gibi bu yöndeki telkinler akıl ve vicdanla izah edilemez.
                                                                                   
İslam’ın yayılmasının, dilleri farklı insanlar, milletler tarafından sevilmesinin, benimsenmesinin
önündeki en büyük engel Arapça taassubudur.
Herkesin, her milletin kendi diliyle yazılmış olan Kur’an meallerini okuması ve ana diliyle ibadet
etmesi  yaygınlaştığı oranda, İslam dini dünya üzerinde sevilecek ve yaygınlaşacaktır.

İnsan kendisini; duygularını, sevinçlerini, sevgisini, hislerini, endişelerini, düşüncelerini en güzel
ve doğru şekilde ancak bildiği dille, anadiliyle ifade eder.
Bilmediği bir dille gönlünden geçenleri samimiyetle, tam anlamıyla ifade edemez.
Dil, bir milletin varlık sembollerindendir ve en temel, asli  iletişim aracıdır.
İbadet ve dua insanın Rabbiyle iletişimidir.
İnsanlar iletişimi en güzel şekilde ancak anadilleriyle kurabilirler.

Her dilin kendine özgü telaffuz ve ses özellikleri vardır. Her dil herkes tarafından gereğince
telaffuz edilemez. Mesela Arapçada gırtlaktan çıkan sesler, harfler vardır.
Gırtlaktan çıkan seslerin Arap olmayan biri tarafından çıkarılması, telaffuz edilmesi oldukça zordur. Ufak bir ses kayması kelimenin anlamını tamamen değiştirir.
Arapçada bulunan ‘‘ğ’’ sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde bu ses yoktur.
Fağfir lene – bizi koru diyeceğimiz yerde, fakfir lene – bizi boş ver-önemseme diyebiliriz.
Müslüman bir Türk’ün Allah’a kendi anadiliyle değil de seslendirmeyi beceremeyeceği arapça
sözcüklerle yakarması sakıncalıdır, anlamsızdır.
                                                                              
Namazın huşu içinde, ihlasla kılınması yani; saygı, şükran, umut, korku, duygularıyla tüm benliğimizle, ruhumuzla, içten, hissederek, samimi duygularla kılınması, Allah’ın hatırlanması, anılması, yüceltilmesi gerekir.
Ancak, namaz kılarken  gerektiği kadar dikkatin, düşüncenin yoğunlaşamaması,  duaları okurken
akla başka konuların gelmesi, namaza gereğince konsantrasyon sağlayamama sıkça duyulan  yakınmalardır. ‘‘Din adamları’’ bu durumun nedeni olarak genellikle şeytanın vesvesesini
gösterirler, kabahati şeytana atarlar. Aslında buradaki şeytan, anadilde ibadete karşı çıkanlardır.
Anlamını bilmeden ezbere tekrarlanarak okunan duaya, sureye dikkati yoğunlaştırmak, huşu içinde
olmak, namaza gereğince motive olmak mümkün değildir. İnsan ancak  anlamını bilerek okuduğu
sureyi,  duayı aklı ve duygularıyla değerlendirir, hisseder, düşünür, yorumlar, Rabbini hatırlar,
anar-zikreder, yüceltir-tespih eder; O’nu hisseder. İhlasla, samimiyetle, içtenlikle, saygı, şükran
duyar, içi ürperir ve huşu ile namazını kılar..
Dua ve ibadetlerin çok kısık olmayan, çok da yüksek olmayan bir ses tonuyla yapılması; dua ve 
namaza motivasyonu, konsantrasyonu arttıracaktır.

Namazlarımızda, ibadetlerimizde sure, ayet ve duaların Türkçe meallerini okumalıyız.
Arapça okusak bile,  ayetlerin anlamlarını aklımızdan geçirerek okumalıyız. Ne söylediğimizi
bilene kadar-söylediğimizin anlamını bilene kadar namaza yaklaşmamalıyız.. (Nisa-43)
Namazda ne yaptığını ne okuduğunu bilen, bir bilinç içinde olmalıyız.

 Hz. peygamberimiz namaz kılmak için Kur’an’dan sure, ayet ezberleyemeyen sahabeye Allah’ı yücelten, öven sözler söyleyerek, O’nu zikrederek, O’na hamt ederek  namazını kılabileceğini söylemiştir.
İran asıllı büyük sahabe Selman Farisi (Ölm: 656) Hz. peygamberimizden onay alarak, İranlı
Müslümanlara verdiği fetvada, namaz kılarken Fatiha suresinin Farsça tercümesini okumalarına
izin vermiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, Hz. peygamberin uygulamalarına ve  Şura suresinin 196. ve Ala suresinin
 18. ayetlerine dayanarak namazda okunan sure ve ayetlerin Arapçadan başka bir dilde okunabileceğini söylemiştir.
Osmanlı uleması 18. yüzyılda kısa surelerin Türkçeye çevrilmesine ve namazlarda okunmasına müsaade etmiştir.
                                                                                                         * * * * *
“Namazı beni anmak için kıl..” (Taha-14)

Allah’ı zikretmek, hatırlamak, anmak, O’nu yüceltmek ve övgümüzü şükrümüzü, dileğimizi arz
etmek için namaz kılarız. Zikir, bazı ayetlerde Kur’an’ın ismi olarak geçer. Kur’an, insanlara Allah’ı hatırlatan ilahi bir hitaptır.Namaz kılarken Kur’an’dan sureler, ayetler okunması  hiç şüphesiz
uygun bir davranıştır. Ancak, namaz kılarken, dua ederken ve diğer ibadetlerimizi yaparken Arap
dilini kullanmamız gerektiği yönünde ima yoluyla bile olsa Kur’an’da herhangi bir hüküm yoktur.
Kur’an’da “ibadet dili” diye bir kavram yoktur.  
“Oku” emrinden anlamamız gereken anlamını düşünerek, öğüt ve ibret alarak okumak olmalıdır.
Kur’an okumanın ilk bildirilen temel ibadet olduğunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. “oku”mak
ibadetini terk etmemeliyiz.

Camilerde, mescitlerde cemaatle birlikte kılınan namazlarda cemaat çoğunluğunun ana dili neyse  
o dilde namaz kılınmalıdır. Cemaatin çoğunluğu Türk ise namazda okunan surelerin, duaların
Türkçe meali okunmalıdır. Cemaatin çoğunluğu Japon ise sureler, dualar Japonca okunmalıdır;
İngiliz ise, İngilizce okunmalıdır.
Cuma hutbelerinde okunan dualar, salavatlar, tespihler de ayni şekilde cemaatin ana dilinde
okunmalıdır. Okunmalıdır ki, cemaat  ne söylendiğini anlasın, bilsin.  Kendisini yabancı bir ülkede;
bir Arap ülkesinde gibi hissetmesin..

“Son zamanlarda, ‘Bütün Müslümanların ana dili Arapça’dır. Müslüman olduğumuz için biz
Türklerin de ana dili Arapça’dır. Biz de ana dilde eğitim istiyoruz, ana dilimizi öğrenmek istiyoruz’
diyebilen süper manyaklar türemiştir. Arapçılıkla kafayı yiyen süper manyaklardır bunlar.
Süper manyaklar ve süper alçaklar...
Tüh bunların ervahına! Tüh ve yuh!”
(Yaşar Nuri Öztürk – Yurt Gazetesi – 12.02.2013)

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK





                                                                        
                                                                                 
                                                                                     

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....