“İnsanların çoğu şirke bulaşmadan Allah’a iman etmezler..” (Yusuf-106)
“Sultan
sofrasına oturan alimin fetvası caiz değildir..” (Anonim
söz.)
03.Mart.1924 tarih ve 429
sayılı yasa ile kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı idari ve özerk bir kurum olarak irşat
hizmeti; halka din konusunda doğru, gerçek, bilgileri vermek, halkı bu konuda
aydınlatmakla görevlendirilmiştir. Zaman içinde ilgili kanunda yapılan
değişiklikler ve uygulamalarla DİB günümüzde ilahi kisveye bürünmüş konfomist siyasi bir kurum haline getirilmiştir.
Bir çok mezhepsel
farklılıkların bulunduğu bir ülkede devletin bir mezhebe pozitif ayrımcılık
yapması, diğerlerini yok sayması kabul edilemez. Devlet bütün inançlara
eşit mesafede uzak olmalıdır.
Bir devlet kurumu olan
DİB’nın bir mezhebin kabullerini, yorumlarını millete dinin
esaslarıymış gibi sunması ve iktidarın yandaşı, yardımcısı olarak faaliyette
bulunması, kadrolaşma çabalarına öncülük etmesi, bütçeden yüklü miktarda pay
alması, devlet protokolünde ön sıralarda yer alması laik anlayışla bağdaşmaz.
Laik bir ülkede dini kurum olmaz. Daha da önemlisi İslam’da dini
kurum yoktur..
Kur'an İslam'ı temsil
etmekle, dini uygulatmakla, korumakla görevli bir zümreden, kurumdan asla bahsetmez.
Dolayısıyla DİB’nın ve İslam ülkelerinde kendisine “DİNİ” misyon biçen diğer
kurumların, zümrelerin varlığı Kur'an'a aykırıdır.
Bir ülkede sözde din
adamlarının, dini kurumların varlığı ve siyasi, sosyolojik etkinliği söz konusu
ise, orada İslam'ın değil,
mezhepçi anlayışın hakimiyeti ve sömürüsü vardır. Ülkemizde olduğu gibi mezhep
kabulleri din ile özdeşleştirilir, hatta çoğu kez dinin de önüne, üstüne
çıkartılır böylece dinin önemi ve etkinliği azalır. Toplumda Kur'an hükümlerine
uygun din-İslam anlayışı yerine mezhep kabullerine, kurallarına uygun bir din
algısı, anlayışı hakim olur..
Kendilerine din etiketi
yapıştıran kurumlar aslında beşeri, kültürel kurumlardır. Sözde dini kurumlar
mezhep yapılanmalarının asli unsurudur ve mezhepçi anlayışın çıkarlarına hizmet
ederler. Ümmetin
din anlayışında bölünmesi yani mezhepçi
anlayış Kur'an'ın muhkem ayetleriyle yasaklanmıştır. (Ali
İmran-103, 105 Şura-13 Enam-153, 159) Yasakları çiğnemek mezhepçilik
yapmak haramdır, günahtır. Mezhep=Beşeri kabulleri din anlayışının bir parçası
saymak şirk yoluna girmektir.
Mezheplerin ortaya çıkış
nedeni: İyi niyetli, ümmeti bilgilendirme gayreti değildir; Kur'an'ın
bildirdiğine göre bağy’dır. (Şura-13) Yani; azgınlık, doymazlık,
kıskançlık gibi şeytani duygulardır.
Mümin sadece Allah'a
teslim olmalı, Kur'an'a tabi olmalıdır. Kur'an'a sarılmalı, O'nun yolunu-sırati
müstakimi takip etmelidir. İslam'ı ideoloji haline getirip siyasallaştıran
bütün mezheplere eşit mesafede uzak olmalıdır. Mezheplerin Kur'an yoluna alternatif
olarak sundukları yollardan, paralel din anlayışlarından, yorumlarından uzak
durmalıdır..
İslam tarihi boyunca din
üzerinden menfaat elde eden “profesyonel din adamları’’ halifeler, ulema
heyetleri, şeyhülislamlar İslam’a hizmet etmek yerine saltanat, iktidar
çıkarlarına hizmet etmişlerdir.
“Bu kanun, şu uygulama din
esaslarına aykırıdır ama saltanatın selameti-devamı için uygulanması caizdir’’
diyebilmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu zihniyyetin devamıdır.
İslam'ı
öğrenmek ve öğretmek imtiyazı bazı kişilere veya kurumlara verilmiş değildir.
İslam'ı öğrenmek ve yaşamak için Hıristiyanlıkta olduğu gibi bazı özel
kişilerin, kurumların aracılığına ihtiyaç yoktur..
Kur'an'ın
"Dinde zorlama yoktur" ilkesine ve laik anlayış esasına uygun olarak
din öğretimi ve eğitimi isteğe bağlı olmalıdır; isteyenlere MEB'na
bağlı okullarda ve bütün fakültelerde seçmeli ders olarak din eğitimi dersleri
verilmelidir. Eğitim Kur’an odaklı olmalıdır. Derslerin esas amacı:
İslam'ın temel ilkelerini, Kur'an'ın bildirdiği hükümleri; emir ve yasakları
öğrenmek, anlamak olmalıdır. Ayrıca; fakültelerde eğitim görülen branşla ilgili dinin bakış açısını,
Kur’an’ın bildirdiklerini öğrenmek, anlamak öğrenciler için büyük kazanç
olacaktır. Örneğin: Hukuk fakültesinde okuyan bir öğrencinin Kur’an’ın muamelat
alanıyla ilgili ahkam ayetlerini bilmesi; ayni şekilde gök bilimiyle ilgili bir
fakültede okuyan öğrencinin Kur’an’ın gökyüzüyle, yıldızlarla ilgili ayetlerini
öğrenmesi, anlaması kendisi için büyük kazanç olacaktır...
Devletin bu kadar okulu,
öğretmeni varken Kur'an kurslarına gerek yoktur. “Kur'an Kursu” adı altında
faaliyet gösteren ancak uygulamada “Arap
Harflerinin Telaffuzu ve Hanefi Şeriatı” kursları olan mekanlar kapatılmalıdır.
Yaz aylarında çocukları
camilere toplayıp onlara Arap harflerinin telaffuzunu ve mezhep şeriatlarını
öğretmeye çalışmayalım. Bırakalım çocuklar gönüllerince tatil yapsınlar...
DİB tüm mezheplere,
tarikatlere eşit mesafede uzak olmalıydı. İktidara hizmet eden değil; Kur'an'ın
bildirdiği Allah'ın dinine-İslam'a hizmet eden özerk, İDARİ bir kurum olmalıydı
ama olmadı veya olamadı. DİB bu haliyle Hanefi İşleri Başkanlığı görünümünde
siyasi bir kurumdur ve halkın gerçek İslam'ı öğrenmesi, yaşaması önündeki en
büyük engeldir. Siyasete ve mezhepçi anlayışa öylesine teslim olmuştur ki islahı mümkün değildir.
Toplumda Kur'an odaklı
birliği, bütünlüğü sağlaması gerekirken, toplumun mezhep temelli bölünmesine
öncülük etmesi ve "Mele Projesi" gibi akıl dışı
uygulamalarıyla kuruluş amacından, misyonundan tamamen uzaklaşmıştır. Toplumun
din temelli sorunlarına çözüm üreten değil, sorun üreten bir kurum haline
gelmiştir. Dolayısıyla bu kurumu lavetmekten başka çare yoktur.
Bir çok kişide “Diyanet
kaldırılırsa kargaşa artar” endişesi vardır, fakat bu endişe tamamen yersizdir.Bu anlamda hiçbir şey
mevcut durumdan daha kötü olamaz..
Çeşitli dini, mezhepsel,
etnik farklılıkların olduğu ülkemizde devlet din, inanç, ibadet işlerine hiç
karışmamalıdır. Hiç bir zümreye, dini oluşuma bütçeden kaynak
aktarmamalıdır. Halk, dernekler, vakıflar kurarak ibadethanelerini
kendileri yapmalı ve inançlarını özgürce yaşamalıdır.
İsteyen, Hz. Muhammed
nasıl öğretti ise; Hz. Ali, Ehl-i Beyt nasıl ibadet etti ise öyle ibadet
etmeli, isteyen saz çalarak, isteyen tef çalarak, isteyen ney çalarak ibadetini
yapabilmelidir. İsteyen Allah'a, İslam'a inansın, isteyen güneşe veya ateşe
tapsın devlet bu konulara hiç karışmamalıdır. Yöneticiler millete din, mezhep
empoze etme çabasında olmamalıdır. Kamu yönetiminin hiçbir katmanında
alınacak kararlar herhangi bir dini referansa dayalı olmamalıdır.
Devlet
bu konuda anayasa ve kanunlar çerçevesinde sadece düzenleme ve denetleme görevi
yapmalıdır. İDDK (İbadethaneleri Düzenleme Denetleme Kurulu) kurulmalıdır.
Bu kurum mutlaka siyasetten, ticaretten
uzak, özerk ve İDARİ yapıda olmalıdır. İbadethanelerde asli amacın dışına
çıkılmasına; bu mekanların ticarethaneye veya siyasi parti karargahlarına
dönüşmesine ve demokrasi, laiklik gibi anayasal temel ilkelere tehdit
oluşturacak “zararlı organizmalar” üretilmesine asla izin verilmemelidir.
“Kuran’da
cami imamı, müezzin, müftü, tarikat şeyhi, din adamı diye Müslümanlara
hükmeden, onları
temsil eden sınıfların
varlığına rastlayamazsınız. Kuran bu sınıfların hiçbirinden bahsetmez iken,
halkın
geniş bir bölümünün cami imamlarıyla,
müftülerle, şeyhlerle dini yanlış bir şekilde özdeşleştirdiklerini
gözlemliyoruz.... Günümüzde tarikatlar geleneksel mezhepçi düşüncenin
kalesidirler. Buradaki şeyhler
Kuran’ın
değil, ancak mezheplerin savunucusu olabilirler. Bu kişilere göre din eşittir
mezhepler olduğu
için, bunlar din diye Kuran’ı değil, mezhepleri
açıklayacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip
Liseleri de ; Hanefi İşleri Başkanlığı ve
Hanefi İmam Liseleri halindedirler. Bu yüzden imamların,
müftülerin çoğunluğu
Kuran’ın değil, mezheplerin sözcüsüdürler.................... Kuran dinin kaynağıdır.
Gerçek dindarlar Kuran’ı
tek kaynak kabul edip, dini anlamaya ve
yaşamaya çalışanlardır...”
(Kur’an
Araştırmaları Gurubu- Uydurulan Din ve Kur’andaki Din.)
“Diyanetin
hurafe anlayışı: ‘Önünüze tavşan çıkarsa, evinizin damında baykuş öterse bu
uğursuzluk değildir’ nevinden, sade suya tirit kabilinden, laf olsun torba
dolsun, o kadar.. . Cemaatin bir kısmı
namazdan sonra hatme yapmak için tekkeleri doldururken, hatta resmi
görevlilerin içinde bile namazda rabıta yapanlar bulunurken, rabıta yapmanın
şirkin en katmerlisi; hatme yapmanın şeyhe ibadet etmek olduğunu söyleyemeyen
bir teşkilat hangi hurafeyle mücadele edecek? İlahiyat öğrencilerinin büyük
ekseriyetinin cemaat evlerinde kaldığı, tarikatçilerin evlerinde
barındırıldığı, ilahiyat hocalarının ele geçirilmeye çalışıldığı, hatta bunda
büyük ölçüde başarılı olunduğu bir gerçek iken, kim nerede, nasıl hak dini
öğretecek? İçleri binlerce israiliyyat ve bid’at dolu kitaplar yüz binler
satarken, zavallı masum Türk halkı doğru
dini nereden öğrenecek.?
(Saadettin Merdin-İslam’ın Pavlusları – S:10)
‘‘Dinler arası diyalog” ve “ılımlı İslam projesi’’ne katkı
sağlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı basılı
ve internet ortamındaki Kur’an mealine; Ta-Ha süresi 121.
ayetine ‘‘HAVVA’’ ismini, kelimesini
eklemiştir. Havva ismi Kur’an’ın aslında, orjinalinde
yoktur. Bu isim Tevrat’ta adam kıssasında geçer.
İlk öğretim okullarında çocuklarımıza okutulan din dersi
kitaplarından Kelime Şahadetimizdeki ‘‘Muhammed’ün resulllah-Hz. Muhammed
O’nun kulu ve resulüdür’’ ifadesi çıkartılmıştır.
Çünkü Haçlı güçlerin inancına göre Hz. Muhammed peygamber
değil, -haşa- deccaldir.
Ayrıca hutbelerde ‘‘Allah katında din İslam’dır’’ ayetinin
okunmasına DİB. nın 17.02.2006 tarih ve
230 sayılı kararı ile son verilmiştir. Dinimizin adının
İslam olduğu camilerimizde söylenmemektedir.
Haçlı güçler kendi dinlerinin asıl adının da İslam
olduğunu bilmezler veya kabul etmezler.
“Dinler arası diyalog” veya “İslam son dindir” ifadeleri son
derece yanlıştır, sakıncalıdır.
Hz. Musa, Hz.İsa, Hz.Muhammed ayni dini tebliğ
etmişlerdir. Dinler yoktur; din
(İslam) vardır.
Dinler yoktur ki,
ilk din; son din olsun veya dinler arası diyalog olsun. Yahudilik ve
Hıristiyanlık din değildir, esaslarından kopmuş hiziplerdir. Beşeri,
kültürel, ideolojik yapılardır.
Yaklaşık 350 bin öğretmen atama
beklerken, ataması yapılmadığı için 34 öğretmen intihar etmişken Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosunda bulunan 5 bin
360 personel son 10 yıl içinde öğretmen olarak Milli Eğitim Bakanlığı kadrosuna
geçmiştir. Diyanette görev yaparken başka kurumlara geçen toplam personel sayısı ise
6 bin 302’dir. (Cumhuriyet Gazetesi
28.09.2013)
“Mele”, “Molla”nın Kürtçesi. AKP Hükümeti’nin
şimdilerde bokunda mavi boncuk aranıp imdada çağırdığı bu meleler, beyler, tarikat şeyhleri, âyan, eşraf
ve benzerleriyle birlikte Kürt halkının sömürüye açık geri kalmışlığının en
önemli katkı maddesidir. Meleler, din (aslında hurafeler) aracılığıyla Kürtleri
yerel ve yöresel beylere ve bunlar aracılıyla Osmanlı’ya kul eden asalak ve sülüklerdir.
Kürt halkının gelişmesi yönünde herhangi bir katkıda bulunmadıkları gibi,
haydutluk ve soygunculuğu meslek haline getirmelerin en önemli etkenidirler...” (Özdemir İnce – Aydınlık Gazetesi – 14.05.2013).
Görevi toplumda Kur’an odaklı
din anlayışı oluşturmak olan DİB varlık sebebinin tam aksine,
din anlayışında zaten var olan
farklılıkları, ayrışmayı daha da arttıracak uygulamalar yapmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, din
anlayışlarındaki farklılıklar toplumda siyasi, sosyal, tolumsal ayrışmaya,
kutuplaşmaya, cepheleşmeye zemin
hazırlar.
Diğer taraftan iktidar partisi,
il müftülerinin kendi parti il başkanları gibi hareket etmelerini, partilerinin
politikalarına destek vermesini
istemektedir.
Günümüzde D.İ.B. maalesef
iktidar partisinin yandaşı, yan kuruluşu görünümündedir.
İlahiyat fakülteleri
Kur'an odaklı din eğitimi veren, dinin gerçeğini, aslını araştıran ve Kur'an
ehli bilim insanları, alimler yetiştiren kurumlar olmalıdır. Mezhep, rivayet
vb. konularla boşuna zaman ve enerji harcanmamalıdır. İlahiyat
fakültelerindeki mezhep, hadis, tasavvuf kürsüleri, bölümleri tamamen
kaldırılmalı veya minimum seviyede tutulmalıdır.
Bazı ilahiyat
fakültelerinin tarikatların etkisinde, kontrolünde olduğu bilinmektedir.
Bu asla kabul edilemez bir
durumdur.
İlahiyat fakültelerinin
pratik hayatta halkla hiç bir irtibatı yoktur. Bu kopukluk
giderilmelidir.
İlahiyat fakültelerinin
kadrolarında onlarca, yüzlerce öğretim üyesi varken, TV ekranlarında ve gazete
köşelerinde sadece üç, beş ilahiyatçı halkın karşısına çıkmaktadır.
Fakültelerde faal görev
yapan yüzlerce ilahiyatçı varken bir emekli ilahiyatçı çıkıyor, onlarca kitap
yazıyor kazandığı paralarla belkide dünyanın en zengin ilahiyatçısı oluyor. Bu
işte bir yanlışlık, gariplik yok mudur.?
İlahiyat fakülteleri
yaptıkları çalışmaları; bid'atlardan, hurafelerden, mezhep kabullerinden
arınmış Kur'an'daki gerçek İslam'ı halka anlatmalı, halk ile iletişim halinde
olmalıdır.
İlahiyat camiası “kendin
pişir kendin ye” konseptinden vazgeçmeli, içe kapanık hali son bulmalı,
halk ile iletişim kurmanın bir yolunu, yöntemini mutlaka bulmadır..
İlahiyatçılar, ilahiyat
fakültesi yönetimleri halka ulaşmak için internet, bilişim dünyasının sunduğu
imkanlardan yararlanabilir. En azından ilahiyat fakülteleri Kur'an'daki gerçek
İslam'ı doğru şekilde halka anlatmak, halkı din konusunda bilinçlendirmek,
bilgilendirmek amacıyla birer internet sitesi kurabilirler...
İslam’da imamlık,
hatiplik, namaz kıldırma memurluğu diye bir ünvan, meslek yoktur.
İmam hatip liseleri
ülkemizde öteden beri mezhepçi siyasal İslamcıların “arka bahçesi” olmuştur.
Siyasal
İslamcı akımların, partilerin gıdası, biat kültürüyle yetişmiş, hanefi
şeriatıyla yoğrulmuş, geriye
bakarak
ileriye doğru yol alınamayacağını düşünemeyen demokrasi, laiklik, çağdaşlık
karşıtı kişilerdir..
Emperyalist
Haçlı güç odakları toplumun aydınlanmasını,
çağdaşlaşmasını, modern eğitim görmesini istemedikleri için imam hatip
liselerinin çoğaltılmasını istemişlerdir.
1948
yılında 50 milyon dolar yardım alabilmek
için dönemin başbakanı İsmet İnönü ABD’nin Yüksek Köy Enstitüleri’nin
kapatılması ve imam hatip okullarının çoğaltılması şartını kabul etmiştir.
İmam hatip liselerinin
dini veya toplumsal bir karşılığı yoktur. Rasyonel bir ihtiyacı karşılayan
kurumlar değildir. Varoluş gayeleri siyasidir. Din eğitimi, öğretimi sadece ilahiyat fakültelerinin
işi olmalıdır. İmam hatip liseleri kapatılmalıdır.
“Ruhani sınıf, bütün toplumlarda toplumun üstünde
yer almıştır. Egemen düzenin fikri ve itikadi açıklamasını yapmak, egemen
düzeni meşrulaştırmak, mevcut statükoyu, sınıfsal ve tabi çelişkiyi haklı
kılmak ve belki her bireyin, her gurubun ve sınıfın toplumun hiyararşik
yapısındaki yerini tanrısal göstermek olmuştur. Krerry Leff’in sözüyle:
‘papazlar, halkı, Tanrı’nın koyunları diye adlandırıyorlar. Çünkü onlar, Tanrı tarafından halkın çobanlığına
atanmışlar. Dolayısıyla halkın yün ve sütünden
yararlanabilirler.’........................ Fravun adamın başını bağlamış ve
boynuna binmiş; Karun cebini boşaltmış; Belam Baur (Haman-Ruhban) ise kulağına
yumuşak, sevgiyle ve gönül okşayıcı bir şekilde mırıldanmakla, bu duruma
katlanması ve Petrus’un: ‘Topluma egemen düzeni karıştırmak isteyen her el,
ilahi iradeye savaş açmıştır.’ Sözünde ifadesini bulduğu gibi bunu Tanrı’nın
isteği olarak bilmesi için onu ikna etmekle görevli olmuştur...”
(Ali Şeriati-
Öze Dönüş- S:327)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.