17 Mart 2015 Salı

AH DİYANET VAH DİYANET.!!

“İnsanların çoğu şirke bulaşmadan Allah’a iman etmezler..”   (Yusuf-106)

“Sultan sofrasına oturan alimin fetvası caiz değildir..” (Anonim söz.)

03.Mart.1924 tarih ve 429 sayılı yasa ile kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı idari ve özerk bir kurum olarak irşat hizmeti; halka din konusunda doğru, gerçek, bilgileri vermek, halkı bu konuda aydınlatmakla görevlendirilmiştir. Zaman içinde ilgili kanunda yapılan değişiklikler ve uygulamalarla  DİB günümüzde ilahi kisveye bürünmüş konfomist siyasi bir kurum haline getirilmiştir.

Bir çok mezhepsel farklılıkların bulunduğu bir ülkede devletin bir mezhebe pozitif ayrımcılık yapması, diğerlerini yok sayması kabul edilemez. Devlet bütün inançlara eşit mesafede uzak olmalıdır.
Bir devlet kurumu olan  DİB’nın bir mezhebin kabullerini, yorumlarını millete dinin esaslarıymış gibi sunması ve iktidarın yandaşı, yardımcısı olarak faaliyette bulunması, kadrolaşma çabalarına öncülük etmesi, bütçeden yüklü miktarda pay alması, devlet protokolünde ön sıralarda yer alması laik anlayışla bağdaşmaz. Laik bir ülkede dini kurum olmaz.  Daha da önemlisi İslam’da dini kurum yoktur..

Kur'an İslam'ı temsil etmekle, dini uygulatmakla, korumakla görevli bir zümreden, kurumdan asla bahsetmez. Dolayısıyla DİB’nın ve İslam ülkelerinde kendisine “DİNİ” misyon biçen diğer kurumların, zümrelerin varlığı Kur'an'a aykırıdır. 
Bir ülkede sözde din adamlarının, dini kurumların varlığı ve siyasi, sosyolojik etkinliği söz konusu ise, orada İslam'ın değil, mezhepçi anlayışın hakimiyeti ve sömürüsü vardır. Ülkemizde olduğu gibi mezhep kabulleri din ile özdeşleştirilir, hatta çoğu kez dinin de önüne, üstüne çıkartılır böylece dinin önemi ve etkinliği azalır. Toplumda Kur'an hükümlerine uygun din-İslam anlayışı yerine mezhep kabullerine, kurallarına uygun bir din algısı, anlayışı hakim olur..
Kendilerine din etiketi yapıştıran kurumlar aslında beşeri, kültürel kurumlardır. Sözde dini kurumlar mezhep yapılanmalarının asli unsurudur ve mezhepçi anlayışın çıkarlarına hizmet ederler. Ümmetin din anlayışında bölünmesi  yani mezhepçi anlayış Kur'an'ın muhkem ayetleriyle yasaklanmıştır.  (Ali İmran-103, 105  Şura-13 Enam-153, 159) Yasakları çiğnemek mezhepçilik yapmak haramdır, günahtır. Mezhep=Beşeri kabulleri din anlayışının bir parçası saymak şirk yoluna girmektir.

Mezheplerin ortaya çıkış nedeni: İyi niyetli, ümmeti bilgilendirme gayreti değildir; Kur'an'ın bildirdiğine göre bağy’dır. (Şura-13) Yani; azgınlık, doymazlık, kıskançlık gibi şeytani duygulardır.
Mümin sadece Allah'a teslim olmalı, Kur'an'a tabi olmalıdır. Kur'an'a sarılmalı, O'nun yolunu-sırati müstakimi takip etmelidir. İslam'ı ideoloji haline getirip siyasallaştıran bütün mezheplere eşit mesafede uzak olmalıdır. Mezheplerin Kur'an yoluna alternatif olarak sundukları yollardan, paralel din anlayışlarından, yorumlarından uzak durmalıdır..

İslam tarihi boyunca din üzerinden menfaat elde eden “profesyonel din adamları’’ halifeler, ulema heyetleri, şeyhülislamlar İslam’a hizmet etmek yerine saltanat, iktidar çıkarlarına hizmet etmişlerdir.
“Bu kanun, şu uygulama din esaslarına aykırıdır ama saltanatın selameti-devamı için uygulanması caizdir’’ diyebilmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu zihniyyetin devamıdır.
                                                                                    
İslam'ı öğrenmek ve öğretmek imtiyazı bazı kişilere veya kurumlara verilmiş değildir. İslam'ı öğrenmek ve yaşamak için Hıristiyanlıkta olduğu gibi bazı özel kişilerin, kurumların aracılığına ihtiyaç yoktur..
Kur'an'ın "Dinde zorlama yoktur" ilkesine ve laik anlayış esasına uygun olarak din öğretimi ve eğitimi isteğe bağlı olmalıdır;  isteyenlere MEB'na bağlı okullarda ve bütün fakültelerde seçmeli ders olarak din eğitimi dersleri verilmelidir. Eğitim Kur’an odaklı olmalıdır. Derslerin esas amacı: İslam'ın temel ilkelerini, Kur'an'ın bildirdiği hükümleri; emir ve yasakları öğrenmek, anlamak olmalıdır. Ayrıca; fakültelerde eğitim  görülen branşla ilgili dinin bakış açısını, Kur’an’ın bildirdiklerini  öğrenmek,  anlamak öğrenciler için büyük kazanç olacaktır. Örneğin: Hukuk fakültesinde okuyan bir öğrencinin Kur’an’ın muamelat alanıyla ilgili ahkam ayetlerini bilmesi; ayni şekilde gök bilimiyle ilgili bir fakültede okuyan öğrencinin Kur’an’ın gökyüzüyle, yıldızlarla ilgili ayetlerini öğrenmesi, anlaması kendisi için büyük kazanç olacaktır...

Devletin bu kadar okulu, öğretmeni varken Kur'an kurslarına gerek yoktur. “Kur'an Kursu” adı altında faaliyet gösteren ancak uygulamada  “Arap Harflerinin Telaffuzu ve Hanefi Şeriatı” kursları olan mekanlar kapatılmalıdır.
Yaz aylarında çocukları camilere toplayıp onlara Arap harflerinin telaffuzunu ve mezhep şeriatlarını öğretmeye çalışmayalım. Bırakalım çocuklar gönüllerince tatil yapsınlar...

DİB tüm mezheplere, tarikatlere eşit mesafede uzak olmalıydı. İktidara hizmet eden değil; Kur'an'ın bildirdiği Allah'ın dinine-İslam'a hizmet eden özerk, İDARİ bir kurum olmalıydı ama olmadı veya olamadı. DİB bu haliyle Hanefi İşleri Başkanlığı görünümünde siyasi bir kurumdur ve halkın gerçek İslam'ı öğrenmesi, yaşaması önündeki en büyük engeldir. Siyasete ve mezhepçi anlayışa öylesine teslim olmuştur ki islahı mümkün değildir.

Toplumda Kur'an odaklı birliği, bütünlüğü sağlaması gerekirken, toplumun mezhep temelli bölünmesine öncülük etmesi  ve "Mele Projesi" gibi akıl dışı uygulamalarıyla kuruluş amacından, misyonundan tamamen uzaklaşmıştır. Toplumun din temelli sorunlarına çözüm üreten değil, sorun üreten bir kurum haline gelmiştir. Dolayısıyla bu kurumu lavetmekten başka çare yoktur. 
Bir çok kişide “Diyanet kaldırılırsa kargaşa artar” endişesi vardır, fakat bu endişe tamamen yersizdir.Bu anlamda hiçbir şey mevcut durumdan daha kötü olamaz..

Çeşitli dini, mezhepsel, etnik farklılıkların olduğu ülkemizde devlet din, inanç, ibadet işlerine hiç karışmamalıdır. Hiç bir zümreye, dini oluşuma bütçeden kaynak aktarmamalıdır. Halk, dernekler, vakıflar kurarak ibadethanelerini kendileri yapmalı ve inançlarını özgürce yaşamalıdır.
İsteyen, Hz. Muhammed nasıl öğretti ise; Hz. Ali, Ehl-i Beyt nasıl ibadet etti ise öyle ibadet etmeli, isteyen saz çalarak, isteyen tef çalarak, isteyen ney çalarak ibadetini yapabilmelidir. İsteyen Allah'a, İslam'a inansın, isteyen güneşe veya ateşe tapsın devlet bu konulara hiç karışmamalıdır. Yöneticiler millete din, mezhep empoze etme çabasında olmamalıdır. Kamu yönetiminin hiçbir katmanında alınacak kararlar herhangi bir dini referansa dayalı olmamalıdır.

Devlet bu konuda anayasa ve kanunlar çerçevesinde sadece düzenleme ve denetleme görevi yapmalıdır. İDDK (İbadethaneleri Düzenleme Denetleme Kurulu) kurulmalıdır. Bu kurum mutlaka siyasetten, ticaretten uzak, özerk ve İDARİ yapıda olmalıdır. İbadethanelerde asli amacın dışına çıkılmasına; bu mekanların ticarethaneye veya siyasi parti karargahlarına dönüşmesine ve demokrasi, laiklik gibi anayasal temel ilkelere tehdit oluşturacak  “zararlı organizmalar” üretilmesine asla izin verilmemelidir.
                                                                                    
“Kuran’da cami imamı, müezzin, müftü, tarikat şeyhi, din adamı diye Müslümanlara hükmeden, onları
temsil eden sınıfların varlığına rastlayamazsınız. Kuran bu sınıfların hiçbirinden bahsetmez iken, halkın
 geniş bir bölümünün cami imamlarıyla, müftülerle, şeyhlerle dini yanlış bir şekilde özdeşleştirdiklerini gözlemliyoruz.... Günümüzde tarikatlar geleneksel mezhepçi düşüncenin kalesidirler. Buradaki şeyhler
Kuran’ın değil, ancak mezheplerin savunucusu olabilirler. Bu kişilere göre din eşittir mezhepler olduğu
için,  bunlar din diye Kuran’ı değil, mezhepleri açıklayacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip
 Liseleri de ; Hanefi İşleri Başkanlığı ve Hanefi İmam Liseleri halindedirler. Bu yüzden imamların,
müftülerin çoğunluğu Kuran’ın değil, mezheplerin sözcüsüdürler....................  Kuran dinin kaynağıdır.
Gerçek dindarlar Kuran’ı tek kaynak kabul edip,  dini anlamaya ve yaşamaya çalışanlardır...”
(Kur’an Araştırmaları Gurubu- Uydurulan Din ve Kur’andaki Din.)

“Diyanetin hurafe anlayışı: ‘Önünüze tavşan çıkarsa, evinizin damında baykuş öterse bu uğursuzluk değildir’ nevinden, sade suya tirit kabilinden, laf olsun torba dolsun, o kadar..  . Cemaatin bir kısmı namazdan sonra hatme yapmak için tekkeleri doldururken, hatta resmi görevlilerin içinde bile namazda rabıta yapanlar bulunurken, rabıta yapmanın şirkin en katmerlisi; hatme yapmanın şeyhe ibadet etmek olduğunu söyleyemeyen bir teşkilat hangi hurafeyle mücadele edecek? İlahiyat öğrencilerinin büyük ekseriyetinin cemaat evlerinde kaldığı, tarikatçilerin evlerinde barındırıldığı, ilahiyat hocalarının ele geçirilmeye çalışıldığı, hatta bunda büyük ölçüde başarılı olunduğu bir gerçek iken, kim nerede, nasıl hak dini öğretecek? İçleri binlerce israiliyyat ve bid’at dolu kitaplar yüz binler satarken,  zavallı masum Türk halkı doğru dini nereden öğrenecek.?   
(Saadettin Merdin-İslam’ın Pavlusları – S:10)

‘‘Dinler arası diyalog” ve “ılımlı İslam projesi’’ne katkı sağlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı basılı
ve internet ortamındaki Kur’an mealine; Ta-Ha süresi 121. ayetine ‘‘HAVVA’’ ismini, kelimesini
eklemiştir. Havva ismi Kur’an’ın aslında, orjinalinde yoktur. Bu isim Tevrat’ta adam kıssasında geçer.
                                                                                 
İlk öğretim okullarında çocuklarımıza okutulan din dersi kitaplarından Kelime Şahadetimizdeki ‘‘Muhammed’ün resulllah-Hz. Muhammed O’nun kulu ve resulüdür’’ ifadesi çıkartılmıştır.
Çünkü Haçlı güçlerin inancına göre Hz. Muhammed peygamber değil, -haşa- deccaldir.
Ayrıca hutbelerde ‘‘Allah katında din İslam’dır’’ ayetinin okunmasına DİB. nın 17.02.2006 tarih ve
230 sayılı kararı ile son verilmiştir. Dinimizin adının İslam olduğu camilerimizde söylenmemektedir.  
Haçlı güçler kendi dinlerinin asıl adının da İslam olduğunu bilmezler veya kabul etmezler.

“Dinler arası diyalog” veya “İslam son dindir” ifadeleri son derece yanlıştır, sakıncalıdır.
Hz. Musa, Hz.İsa, Hz.Muhammed ayni dini tebliğ etmişlerdir. Dinler yoktur; din (İslam) vardır.

Dinler yoktur ki, ilk din; son din olsun veya dinler arası diyalog olsun. Yahudilik ve Hıristiyanlık din değildir, esaslarından kopmuş hiziplerdir. Beşeri, kültürel,  ideolojik yapılardır. 

Yaklaşık 350 bin öğretmen atama beklerken, ataması yapılmadığı için 34 öğretmen intihar etmişken Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosunda bulunan 5 bin 360 personel son 10 yıl içinde öğretmen olarak Milli Eğitim Bakanlığı kadrosuna geçmiştir. Diyanette görev yaparken başka kurumlara geçen toplam personel sayısı ise 6 bin 302’dir. (Cumhuriyet Gazetesi 28.09.2013)

“Mele”, “Molla”nın Kürtçesi. AKP Hükümeti’nin şimdilerde bokunda mavi boncuk aranıp imdada çağırdığı bu meleler, beyler, tarikat şeyhleri, âyan, eşraf ve benzerleriyle birlikte Kürt halkının sömürüye açık geri kalmışlığının en önemli katkı maddesidir. Meleler, din (aslında hurafeler) aracılığıyla Kürtleri yerel ve yöresel beylere ve bunlar aracılıyla Osmanlı’ya kul eden asalak ve sülüklerdir. Kürt halkının gelişmesi yönünde herhangi bir katkıda bulunmadıkları gibi, haydutluk ve soygunculuğu meslek haline getirmelerin en önemli etkenidirler...” (Özdemir İnce – Aydınlık Gazetesi – 14.05.2013).

Görevi toplumda Kur’an odaklı din anlayışı oluşturmak olan  DİB varlık sebebinin tam aksine,  
din anlayışında zaten var olan farklılıkları, ayrışmayı daha da arttıracak uygulamalar yapmaktadır. 
Unutulmamalıdır ki, din anlayışlarındaki farklılıklar toplumda siyasi, sosyal, tolumsal ayrışmaya,
kutuplaşmaya, cepheleşmeye zemin hazırlar.

Diğer taraftan iktidar partisi, il müftülerinin kendi parti il başkanları gibi hareket etmelerini, partilerinin politikalarına destek vermesini  istemektedir.
Günümüzde D.İ.B. maalesef iktidar partisinin yandaşı, yan kuruluşu görünümündedir.

İlahiyat fakülteleri Kur'an odaklı din eğitimi veren, dinin gerçeğini, aslını araştıran ve Kur'an ehli bilim insanları, alimler yetiştiren kurumlar olmalıdır. Mezhep, rivayet vb. konularla boşuna zaman ve enerji harcanmamalıdır. İlahiyat fakültelerindeki mezhep, hadis, tasavvuf kürsüleri, bölümleri tamamen kaldırılmalı veya minimum seviyede tutulmalıdır. 
Bazı ilahiyat fakültelerinin tarikatların etkisinde, kontrolünde olduğu bilinmektedir. 
Bu asla kabul edilemez bir durumdur. 
İlahiyat fakültelerinin pratik hayatta halkla hiç bir irtibatı yoktur. Bu kopukluk giderilmelidir. 
İlahiyat fakültelerinin kadrolarında onlarca, yüzlerce öğretim üyesi varken, TV ekranlarında ve gazete köşelerinde sadece üç, beş ilahiyatçı halkın karşısına çıkmaktadır. 
Fakültelerde faal görev yapan yüzlerce ilahiyatçı varken bir emekli ilahiyatçı çıkıyor, onlarca kitap yazıyor kazandığı paralarla belkide dünyanın en zengin ilahiyatçısı oluyor. Bu işte bir yanlışlık, gariplik yok mudur.?
İlahiyat fakülteleri  yaptıkları çalışmaları; bid'atlardan, hurafelerden, mezhep kabullerinden arınmış Kur'an'daki gerçek İslam'ı halka anlatmalı, halk ile iletişim halinde olmalıdır. 
İlahiyat camiası “kendin pişir kendin ye” konseptinden vazgeçmeli,  içe kapanık hali son bulmalı, halk ile iletişim kurmanın bir yolunu, yöntemini mutlaka bulmadır.. 
İlahiyatçılar, ilahiyat fakültesi yönetimleri halka ulaşmak için internet, bilişim dünyasının sunduğu imkanlardan yararlanabilir. En azından ilahiyat fakülteleri Kur'an'daki gerçek İslam'ı doğru şekilde halka anlatmak, halkı din konusunda bilinçlendirmek, bilgilendirmek amacıyla birer internet sitesi kurabilirler...

İslam’da imamlık, hatiplik, namaz kıldırma memurluğu diye bir ünvan, meslek yoktur. 
İmam hatip liseleri ülkemizde öteden beri mezhepçi siyasal İslamcıların “arka bahçesi” olmuştur.
Siyasal İslamcı akımların, partilerin gıdası, biat kültürüyle yetişmiş, hanefi şeriatıyla yoğrulmuş,  geriye
bakarak ileriye doğru yol alınamayacağını düşünemeyen demokrasi, laiklik, çağdaşlık karşıtı  kişilerdir.. 
Emperyalist Haçlı güç odakları toplumun aydınlanmasını,  çağdaşlaşmasını, modern eğitim görmesini istemedikleri için imam hatip liselerinin çoğaltılmasını istemişlerdir.
1948 yılında 50 milyon  dolar yardım alabilmek için dönemin başbakanı İsmet İnönü ABD’nin Yüksek Köy Enstitüleri’nin kapatılması ve imam hatip okullarının çoğaltılması şartını kabul etmiştir.

İmam hatip liselerinin dini veya toplumsal bir karşılığı yoktur. Rasyonel bir ihtiyacı karşılayan kurumlar değildir. Varoluş gayeleri siyasidir. Din eğitimi, öğretimi sadece ilahiyat fakültelerinin işi olmalıdır. İmam hatip liseleri kapatılmalıdır.
                                                                                
“Ruhani sınıf, bütün toplumlarda toplumun üstünde yer almıştır. Egemen düzenin fikri ve itikadi açıklamasını yapmak, egemen düzeni meşrulaştırmak, mevcut statükoyu, sınıfsal ve tabi çelişkiyi haklı kılmak ve belki her bireyin, her gurubun ve sınıfın toplumun hiyararşik yapısındaki yerini tanrısal göstermek olmuştur. Krerry Leff’in sözüyle: ‘papazlar, halkı, Tanrı’nın koyunları diye adlandırıyorlar. Çünkü onlar, Tanrı tarafından halkın çobanlığına atanmışlar. Dolayısıyla halkın yün ve sütünden yararlanabilirler.’........................ Fravun adamın başını bağlamış ve boynuna binmiş; Karun cebini boşaltmış; Belam Baur (Haman-Ruhban) ise kulağına yumuşak, sevgiyle ve gönül okşayıcı bir şekilde mırıldanmakla, bu duruma katlanması ve Petrus’un: ‘Topluma egemen düzeni karıştırmak isteyen her el, ilahi iradeye savaş açmıştır.’ Sözünde ifadesini bulduğu gibi bunu Tanrı’nın isteği olarak bilmesi için onu ikna etmekle görevli olmuştur...”  
(Ali Şeriati- Öze Dönüş- S:327)
  
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK


                    


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....