Şefaat konusu
Kur’an’da yaklaşık 25 ayette geçer. Bu
ayetlerden bazıları şunlardır:
“O gün Rahman’ın izin
vereceği ve sözünden hoşnut olacağı kimsenin dışında aracılık-şefaat
fayda vermez.” (Ta Ha-109)
“O’nun katında, bizzat
kendisinin izin verdiği kimseden başkasının şefaatı-kendisinin izin verdiği
kimseden başkası için şefaat yarar sağlamaz.” (Sebe-23)
“...O’nun izni olmadıkça hiçbir
şefaatçı devreye giremez.” (Yunus-3)
Bu ayetlerde Yüce Allah, sadece kendisinin izin verdiği, yetkili
kıldığı kişilerin yine sadece kendisinin
izin verdiği,
uygun gördüğü kişilere şefaat edebileceğini bildirmektedir.
Zira insanların
gönüllerindekini sadece Allah bilir; kimin salih iman ve takva sahibi olduğunu,
kimin şefaate layık olduğunu sadece Allah bilir.
“Göklerde nice melekler
var ki, şefaatleri hiçbir işe yaramaz. Allah’ın dilediği ve hoşnut olduğu
kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.” (Necm-26)
Yüce Allah bu
ayetinde meleklerin sadece kendisinin izin verdiği, uygun gördüğü, hoşnut
olduğu kişilere şefaat edebileceğini bildirmektedir.
“Rahman katından söz
almış-Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu kazanmış olandan başkaları, şefaat
imkanı bulamazlar-şefaatten pay alamazlar - Allah onlara şefaat etmez.”
(Meryem-87)
Bu ayette de şefaate nayil olabilmek için Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmamız gerektiği bildiriliyor.
İbn Teymiyye’ye göre, bu ayetlerdeki “izin verme” ifadesi basit bir şekilde kelime anlamında
alınamaz. Bilakis bu ayetler sadece merhameti olmaksızın huzurunda her
kesin çaresiz ve aciz kaldığı Allah’ın haşmet ve azametini tasvir etmek için
kullanılmış ifadelerdir.
Şimdi şefaatle ilgili birkaç ayet daha okuyalım.
Bakara suresi 255. ayet: ‘‘O’nun huzurunda bizzat O’unu izni
olmadıkça kim şefaat edebilir.?’’
Bakara suresi 48.
ayet: “Hesap gününde Hiçbir benlikten şefaat kabul edilmez.’’
Rum suresi 13.
ayet: ‘‘Allah’a ortak tuttukları arasından kendileri için şefaatçiler çıkmayacaktır.’’
En-Am suresi 51.
ayet: “Onların Allah’tan başka ne bir
dostu vardır ne de şefaatçisi.”
Secde
suresi 4. ayet: “O’nun dışında size
ne bir dost vardır ne de şefaatçi.”
İnfitar suresi 19. ayet: "Hesap günü kimsenin kimseye yardım etmeye gücünün
yetmeyeceği bir gündür; karar vermek bütünüyle Allah'a aittir."
Cahiliye döneminde
yaygın inanca göre hesap günü geldiğinde şefaatçilerin, aracıların, ast
ilahların günahların affı konusunda şefaat edecekleri, aracı olacakları kabul
edilirdi. Kur’an-İslam aslında bu inancı yıkmak için gelmiştir.. “Nasıl olsa
şefaat edilecek, böyle bir imkan var” diyerek insanlar tembelliğe, günaha
sapmamalıdır. İnsan, şefaatle-aracılarla değil, ancak kendi amelleri ile cennete
girebilir.
Şefaat
konusundaki ayetler topluca incelendiğinde:
Şefaatin
Allah’ın iznine, rızasına bağlı olduğunu, Yüce Allah’tan başka şefaatçimizin
olmadığını,
Allah’ın şefaatine nayil olmanın tek yolunun O’nun hoşnutluğunu
kazanmak olduğunu, şefaat konusunda mutlak tek otoritenin Yüce Allah olduğunu
ve Allah’ın berisinden edinilen şefaatçilerin, şirk unsurlarının ahiret günü
kimseye yarar sağlayamayacağını anlıyoruz, öğreniyoruz.
Mutlak irade
sahibi Yüce Allah’ın tek ilah, tek söz, tek hüküm sahibi olduğu tevhid dininde
bunun aksini düşünmek zaten mümkün değildir.
Hafızların
yetmiş kişiye, hac ibadetlerini yaparken ölenlerin elli kişiye şefaat
edecekleri yönündeki rivayetler tamamen Kur’an dışı uydurmalardır.
Camilerde
hocalar hemen her hutbelerinde, vaazlarında Hz. peygamberimizin şefaatinden bahsederler,
ahiret günü Allah katında Hz. peygamberin ümmetine şefaat edeceğini söylerler.
Ancak
Peygamberler sadece Yüce Allah’ın hoşnut olduğu ve olur, izin verdiği kullara
şefaat edebileceklerdir. Hz.
peygamberlerin Allah’ın izni dışında kendi belirleyecekleri kişilere şefaat
etme yetkisi olmadığını Kur’an bizlere bildirmektedir.
“Onlar, (peygamberler) O’nun (Yüce
Allah’ın) rızasına ulaşmış - hoşnut olduklarından başkasına
şefaat etmezler. Ve
onlar, O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiya-28)
De ki: “Ben kendime bile Allah’ın
istediği dışında bir zarar verme yahut yarar sağlama gücünde değilim.” (A’raf-188,
Yunus-49)
Şii/aleviler de ehli beyt mensuplarının kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlar. Ehli beyt mensuplarının bu hayattan göçeli yaklaşık 13 asır olmuş. Asırlar boyu yaşamış olan ve günümüzde yaşayan alevilerin nasıl insanlar oldukları hakkında olumlu, olumsuz fikir sahibi olma imkanları yoktur. Ehli beyt şefaate layık olanları neye göre nasıl bilecektir, belirleyecektir?
"şefaat ya resulallah/Medet ya resulallah” sözleri veya ehli beyt mensuplarından şefaat beklemek tevhid
inancıyla bağdaşmaz.
Allah’ın şefaatine layık olmaya, nayil olmaya çalışmalıyız.
Şefaat konusu tevhid inancına uygun olarak en güzel şekilde Zümer
suresinin 44. ayetinde
Yüce Allah
tarafından ifade edilerek bizlere bildirilmiştir.
‘‘ŞEFAAT TÜMDEN VE SADECE ALLAH’INDIR -
ALLAH’A AİTTİR.’’
*
* * * *
Maide suresinin 35.
ayetinde: ‘‘O’na varmaya vesile arayın...’’ diye buyurulmuştur.
Ecdatperestler, Arapperestler, Emevi,
Arap geleneğinin taklitçileri, tasavvufçular, mezhepçiler, tarikatçiler, cemaatçiler,
evliyalar, sufiler, pirler, şeyhler, dervişler, imamlar, hocefendiler bu ayete
atıf yaparak kendilerinin ‘’vesile’’ veya ‘’şefaatçi’’ olduklarını iddia
ederler. Ortak koşucu müritleri, cemaatleri de bunlara itibar ederler. Bazı kişiler de günahları affedecek, affedilmesine vesile olacak mesih veya mehdi gelmesini beklerler. Bunlar başka kültürlerden İslam'a bulaştırılmaya çalışılan illetlerdir.
Unutulmamalıdır ki şirk, vesile
ve şefaat kavramının saptırılmasından oluşmuş bir illettir.
Yanlış vesilelerden,
şefaatçilerden yardım ve yarar beklemek
şirk yoluna girmemize, cehennemin
daimi konukları olmamıza neden
olur.
“Kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah’tan başka ilahlar edindiler.
Oysaki, o ilahlar bunlara yardım edemezler. Tam aksine, bunlar, o ilahlara
hizmet eden ordular durumundadır.”
(Yasin-74, 75)
Bu tür Allah’ın berisinden
evliyalar, aracılar, şefaatçiler edinme yolu ile şirke sapanlar mürşit olarak
kabul ettikleri kişileri Allah’ın yakın dostu kabul ederler. onlara hayali yetkiler,
insanüstü nitelikler vererek Allah’a
onun aracılığı ile ulaşmaya çalışılar. Mürşitlerine “ara kablo” fonksiyonu
yüklerler.
Bu kişiler imanlarından emin
olmayan, zayıf kişilikli, Allah’ın rızasını kazanmak için başkalarının
desteğine, aracılığına ihtiyaç duyan kişilerdir.
Bazı kişiler de kendilerini mürşitlik
mertebesinde görürler ve mürit edinmek için insanları yanlışa, günaha
yönlendirirler. “Mürşiti olmayan mümin olamaz, cennete giremez” veya “mürşiti
olmayanın mürşiti şeytandır” derler. Bu gibi yalanlarla “şefaat sektörü”
oluşturarak “cennet simsarlığı” yaparlar. İnsanları sömürürler; maddi, manevi,
dünyevi menfaatler elde ederler.
Mürşit görünümlü müşriklerden;
evliya görünümlü iblislerden Yüce Allah hepimizi korusun.
“Eğer Rahman bana bir
zorluk-zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni
kurtaramazlar.” (Yasin-23)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK