A’raf suresi 26. ayetinde; avret-edep yerlerimizi örtmemiz
için bizlere giysiler, süslü elbiseler verildiği bildirilmiştir. Kıyafetlerimiz
temiz, güzel olmalıdır. Özellikle mescitlere giderken süslü, güzel, temiz giysiler
giyilmelidir. (A’raf -31)
Nahl Suresi 81. ayetinde; sıcaktan, savaştan, coğrafi
koşullardan ve çevresel etkilerden korunmamız için bizlere giysiler
verildiği bildirilmiştir.
Ahzap suresi 33. ayetinde; kadınların vakarlı,
ağırbaşlı olmaları ve cahiliye döneminde olduğu
gibi dikkat
çekici, dekolte giysilerle evlerinden dışarı çıkmamaları bildirilmiştir.
Ahzap suresi 59. ayetinde; Müslüman, hür kadınların diğer kadınlardan; kölelerden,
cariyelerden ayırt edilebilmeleri ve rahatsız edilmemeleri için evlerinde
giydikleri rahat kıyafetlerle dışarıya çıkmamaları; üzerlerine dış
giysilerini-örtülerini almalarının daha uygun olacağı bildirilmiştir.
Nur suresi 31. ayetinde; ziynet yerlerinin, yaka
yırtmaçlarının kapatılmasını; göğüs açıklığının, dekoltesinin örtülmesi
emredilmiştir.
Kur’an’da örtünme, giyinme konusuyla ilgili ayetler incelendiğinde
bildirilen temel hükmün
şehvet
duygularını açığa çıkarmayacak, tahrik nedeni olmayacak; açık saçık, dekolte,
transparan,
davetkar
olmayan; ziynet yerlerini örten; edepli, iffetli örtünme, giyinme şekli olduğu anlaşılır.
“İlk cahiliye
teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin..” (Ahzap-33)
İnsanlar karşı
cinsi tahrik etmeyecek şekilde giyim tarzlarını toplumun genel ahlak kuralları,
adetleri örfleri, beğenileri, moda anlayışı ve coğrafi, çevresel şartlara uygun
olarak serbestçe belirleyebilirler.
Nur suresi 60. ayetinde örtünme, giyinme konusunda
tahrik unsurunun belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. ‘‘Nikah arzusu kalmamış-yaşlanmış
kadınların dış giysilerini bırakmalarında
kendileri için bir günah
yoktur..’’
İslamiyetten
önce cahiliye döneminin örfü olarak sadece hür-özgür-serbest kadınlar başlarını
örtüyorlardı. Farsça “ser” baş demektir, “best” bağlanmış demektir. Ser
best başı bağlanmış, bağlı olan, hür
olan demektir.
Başörtüsü,
Arap ve Mezopatanya coğrafyasında cahiliye döneminin “hür kadın”
nişanesi-simgesiydi. Sadece hür kadınlar başlarını örtebilirdi. O dönemde
cariyelerin başlarını örtmeleri yasaktı onlardan açık saçık, dekolte kıyafetler
giymeleri istenirdi. M.Ö:2500 yıllarında Asur kıralı cariyelerin başlarını
örtmelerini yasaklamıştı. Başlarını örten cariyelerin üzerlerine kaynar zift
dökülmesini emretmişti.
Müslümanlıkla
birlikte sistem değişmiş cariyelik, kölelik kaldırılmıştır. Hür-cariye ayrımı
kalmamıştır. Herkes hür-özgür olmuştur. İslamiyetin ilk yıllarında cariye olan
hanımlar özgürlüklerine kavuştuktan sonra artık hür olduklarını göstermek için
başlarını örtmeye başlamışlardır..
Günümüzde cariyelik
söz konusu değildir. Dolayısıyla Müslüman hanımların cariye olmadıklarını, hür
olduklarını gösterme gayreti içinde olmalarına gerek yoktur. Başını örten, örtmeyen Müslüman Başını
örtmeyen hanımlara cahiliye döneminde olduğu gibi cariye gözüyle bakanlar
varsa; bu durum o kişilerin
İslam’dan ve ahlak anlayışından ne kadar uzak olduklarının göstergesidir. İslam dini
cariyeliği 1400 sene önce kaldırmış olmasına rağmen günümüzde hâlen
hanımlarımız “başlarınızı örtün cariyelikten kurtulun, hür olun-cariye gibi
görünmeyin, hür kadınlar gibi görünün” söylemiyle kandırılmaktadır. İnançlar
siyasal İslamcı din simsarları tarafından
istismar edilmektedir.
Cahiliye döneminde savaş
esiri erkeklere köle; kadınlara ise cariye denirdi.
İslam köleliği de, cariyeliği
de kaldırmıştır.
Savaş esirleri karşılıksız
bağışlanacaktır veya fidye karşılığı serbest bırakılacaktır. (Muhammed-4)
Kur’an anlayışında esir
kampları, toplama kampları yoktur.
Hz. peygamberimiz Bedir
Savaşında alınan esirlerin bir kısmını bağışlamış bir kısmını da okuma yazma
bilmeyen Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştır.
Geleneksel İslam
anlayışında Kur’an’ın kölelik ve cariyelikle ilgili ayetlerinin hemen hepsi
çarpıtılarak yorumlanmıştır. Bütün mezhepler cariyeliğe cevaz verebilmiştir.
Anlamı çarpıtılan ayetlerle cariyelik kurumu oluşturulmuştur. Cariyeler başta
cinsellik olmak üzere her türlü ihtiyaçlar için odalık, hizmetçi olarak
kullanılmıştır. Evlenmek dört hanımla sınırlanırken, sınırsız sayıda cariye
sahibi olabilmeye imkan tanıyan fetvalar saygın (!) kadılar tarafından
verilebilmiştir.
Kur’an’a göre nikahsız
beraberlik zinadır. Zina haramdır, günahtır. Zinanın cariye ile veya hür bir
hanımla yapılmış olması bu durumu değiştirmez.
Nisa suresi 24, 25. ayetlerinden savaş esiri-cariye hanımlarla
onlara mehirlerini vererek, ailelerinin izniyle evlenmenin mümkün olduğunu
anlıyoruz.
Kur’an’da cariyelerle
evlilik dışı, nikahsız beraberliğe cevaz veren veya bu şekilde anlaşılabilecek hiç
bir ayet yoktur. İsra suresi 32. ayetinde zinanın iğrenç bir iş olduğu
bildirilmiştir.
Saygın (!) İlahiyatçı-Diyanetçi Hayrettin Karaman’ın “İslam’da Kılık Kıyafet”
adlı sempozyumda yaptığı konuşmadan bir bölümü dikkatlerinize sunuyorum.
“Hür-cariye diye bir ayrım vardı. Eskiden
cariyeler her ihtiyacımızı görürlerdi. Şimdi o müessese kalktı.
Ben buradaki bilim adamlarına
soruyorum. Eskiden cariyelerimize gördürdüğümüz işleri bu gün hür
kadınlarımıza gördürüyoruz. Bu boşluğu
dolduracak bir müessese olsa........ Bir
kadınla yetinmeyip
ikinci kez evlenmek isteyen gençler var. Bu
müessesenin (cariyeliğin) boşluğunu dolduracak başka
bir müessese olamaz mı.?
Anlaşılan o
ki, Hayrettin Karaman cahiliye dönemine gıpta ile bakıyor ve özlem duyuyor.
İslamiyetin gelmesinden, cariyeliğin
kaldırılmasından pek memnun olmuşa benzemiyor..
Günümüzde bazı
Arap ülkelerinde örflerinin gereği olarak bekar hanımlar başlarını örtmezler,
evli ve dul
hanımlar ise başörtüsü kullanırlar. Bazı
Arap ülkelerinde kız öğrencilerin, hatta
tüm
hanımların başlarını örtme zorunluluğu olmasına rağmen; Fas, Tunus,
Libya, Mısır, Suriye, Irak,
Yemen ve
Kuveyt’te kız öğrencilerin başlarını örtme zorunluluğu yoktur.
Kuran, başın, saçın örtülmesiyle ilgili herhangi bir hüküm
bildirmez. Bu konu tarihin akışı içinde
örflerle,
adetlerle, toplumsal kurallarla belirlenmiş ve uygulanmıştır.
Araplar
kendi adetlerine, örflerine uygun olan örtünme
tarzlarını, giyim eşyalarını Kur’an’a onaylatmak için ayette geçen ‘‘örtü’’
kelimesini başörtüsü olarak, ‘‘dış giysi’’ kelimesini, cilbap
(çarşah-pece) olarak
anlamlandırmışlar-tercüme etmişlerdir. Klasik mutasavvıflar eskiye, ecdada
saygı düşüncesiyle bu yanlışı günümüze kadar intikal ettirmişlerdir.
Ahzap suresi
59. ayetinde bildirilen ‘‘dış giysi’’ baştan aşağı örtünmeyi, cibab’ı
(çarşafı-peceyi)
bildiriyorsa,
göğüslerin açıkta kalması söz konusu olmaz. Bu ayetten yıllar sonra vahiy
edilen
göğüs,
yaka açıklarının örtülmesi emrine (Nur-31)
gerek olmazdı. Demek ki, ayetin ‘‘dış giysi’’den kastettiği kadını tepeden
tırnağa kapatan çarşaf giymek, peçe takmak değildir.
Kur’an,
İslam’i bir sembol veya tek tip bir üniform, örtünme giyinme şekli
bildirmemiştir.
Kur’an hiç bir
giyim, örtünme eşyasına veya herhangi bir nesneye- maddeye özel bir görev vermez, anlam, fonksiyon,
misyon yüklemez, kutsallık payesi vermez. Başörtüsü veya türban, dinin sembolü,
İslam’ın kutsalı değildir. Herhangi bir nesneye kutsallık atfetmek onu
putlaştırmak olur. “Türban
İslam’ın kutsalıdır” demek putperestliğin belirtisidir.
Kur’an’da türban,
çarşaf, peçe, cübbe, sarık, fes, takke gibi
giyim eşyası isimleri geçmez.
Türban,
başörtüsü, peçe takma veya cübbe, çarşaf giyme emri Kur’an’da yoktur.
Bunlar toplumların
geleneklerine, örflerine ve mezhep şeriatlarına uygun giyim eşyalarıdır.
Bazı Arap
ülkelerinde hanımların peçe takması
dinin gereği kabul edilir. Ancak Mescidi Haram’da hac ibadeti yapılırken
hanımların yüzleri açıktır. Acaba hac ibadeti esnasında yüzün açık olması mı
yanlıştır? Yoksa bu hanımların kendi ülkelerinde peçe takması mı? Peçeyi dinin
gereği olarak görmesi mi yanlıştır? Hac gibi önemli bir ibadet yapılırken yüz
açık olabiliyorsa, sair zamanda yüzün kapatılması dinin emri olabilir mi..?
Alemlere rahmet
olarak indirilen, evrensel, zaman ve mekan üstü olan yüce dinimiz İslam’ın kutsalı,
sembolü bir örtüdür demek; kutsallık kavramını bu kadar basitleştirmek, kutsallık
kavramına da dine de saygısızlıktır.
Dini sembol, simge olduğu söylenen bütün nesne ve objeler beşeri uydurmalardır.
‘‘Dünya döndükçe, insanlar var oldukça binlerce belki milyonlarca yıl, her zaman ve her
coğrafyada,
her iklim koşulunda bütün insanlar şu şekilde giyinmelidir. Müslüman hanımlar
başlarını
şöyle örtmelidir, saçlarını böyle sarıp, sarmalamalıdır, başörtüsü veya türban
takmalıdır, cilbab
giymelidir’’demek; din dışı, akıl dışı, İslam’ın evrensellik özelliğiyle
uyuşmayan
bir düşünce ve
söylemdir.
Dünya
var oldukça hanımlar dişiliklerini öne çıkarmadan; değişik iklim koşullarına,
coğrafi şartlara,
örfe, kültüre, zevke ve moda anlayışlarına göre giyim şekillerini
belirleyeceklerdir...
Kur’an’da
başörtüsü diye tercüme edilen kelime HUMUR’dır. Bu HIMAR kelimesinin çoğuludur.
Bunun da kökü
HAMR’dır, anlamı örtmektir. HIMAR da örtü
anlamındadır..
Kur’an’da bu
konuyla ilgili ayetlerde baş ve saç
kelimeleri geçmez. Başın, saçın ziynetten, avretten sayıldığı ve örtülmesi,
sarılıp, sarmalanması gerektiği yönünde bir hüküm yoktur. Baş örtmek dini bir
gereklilik değildir; iklim koşullarından, çevresel etkilerden korunmak için bir
gerekliliktir.
Yüce Allah hükümlerini,
emir ve yasaklarını bizlere hep muhkem ayetlerle-anlamı açık, anlaşılır
ayetlerle
bildirmiştir. Bir çok surenin ilk ayetinde ve bir çok ayetin son cümlesinde
Kur’an’ın açık,
detaylı,
anlaşılır olduğu vurgulanır. Kur’an hiçbir zaman zımni; dolambaçlı, dolaylı,
üstü kapalı
anlatımlara
baş vurmamıştır. Yüce Allah Müslüman hanımların başlarını sarıp
sarmalamalarını,
saçlarını
kimselere göstermemelerini isteseydi bunu açık anlaşılır bir ayetle bildirirdi.
Müslüman
kadınların saçlarını, başlarını örtmeleri gerektiğini söyleyen başörtüsü-türban
savunucularına, Kuran’ın ‘‘başınızı,
saçınızı örtün emri hangi ayetle bildirilmiştir” diye sormak gerekir.
Hiçbir sure adı
veya ayet
numarası söyleyemeyeceklerdir. ‘‘Bu şekilde bildirilen açık bir emir, bir ayet
yok ama’’ diyerek söze
başlayacaklardır. Buradaki ‘‘AMA’’ bağlacından
sonra söyleyecekleri her söz
kişisel
düşünce, beşeri yorum olacaktır. Nur suresi 31. ayetinden zımnen başın
örtülmesi gerektiği anlamının çıktığını iddia edeceklerdir. Beşeri düşüncelere,
yoruma dayalı çıkarılan zımnen-dolaylı
anlamlar İslam’ın
emri, gereği, vecibesi olmaz, asla olamaz.
“Bu ayet asıl
hükmünün yanı sıra zımnen-dolaylı olarak şu mesajı da içeriyor ” (fıkhı
tabirlerle istidlal-akıl yürütme yoluyla
iktiza delaleti ) şeklinde beyan edilen bir düşünce, muhtevasında zan, sanı, hata barındırır. Hiç kimse iktiza delaleti yoluyla
ulaştığı sonucun hatadan, zandan arınmış olduğunu, kesin beyyine-delile dayandığını, dinin hükmü
olduğunu iddia edemez.
Dolaylı
yollardan çıkarılan manalarla ve zan, sanı üzerine din hükmü inşaa edilemez.
Hiç kimse veya hiç bir eköl kendi yorumunun en doğru veya tek
doğru yorum olduğunu iddia edemez.
“Bu konuda
toplumda oluşmuş bir konsensus vardır, geçmiş ulemaların bu yönde bir çok
icmaları bulunmaktadır” türü söylemlerin de hiçbir anlamı yoktur.
İcma: Ulemanın
oy çokluğu ile aldığı karardır.
Gazali gibi tutucu bir düşünüre göre bile, icmaı değişmez kılmak,
ümmetin tüm ilim sahiplerini taklitçi-güdük durumuna düşürmektir. Oysaki bir
alimin bir başka alimin görüşünü taklit edeceğine ilişkin bir kanıt yoktur. Kanıt yoksa iddia da geçersizdir. (Gazalî;
el-Menhûl, 476-480)
Akılcı ekol Mutezile’nin büyük imamlarından en-Nazzâm (ölm.
231/845) şöyle düşünmektedir:
“Bırakın ulema çoğunluğunu, tüm ümmetin icmaı bile kanıt değildir.
Çünkü ümmetin icmaı da hatadan arınmış olamaz. Ümmet, hata, günah, hatta irtidat
üzerine de icma yapabilir. Defalarca yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir.
Öyle olunca da fikre katılanların sayısının çokluğu, işin mahiyetini
değiştirmez. Tek başına hataya düşenler toplu halde de hataya düşerler...”
(Serahsî; Usûl, 1/295; İbn Ebil-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa,
20/28)
“Yeryüzündeki
insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya
uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar..” (Enam - 116)
“Onların çoğu sanıdan
başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki sanı, Hak’tan, hakikatten hiçbir şey ifade etmez. Allah, onların yaptıklarını iyice bilmektedir..”
(Yunus-36)
Birisi bize
‘‘infakta bulunmak Allah’ın emri değildir’’ derse, Kur’an’ın infakla ilgili emirlerini, ayetlerini o kişiye
söyleriz. Bir başka kişi ‘‘ ümmetin
mezheplere, tarikatlere bölünmesinde bir sakınca yoktur, hatta bu durum
iyidir, güzeldir, rahmettir’’ derse o kişiye Kur’an’ın bölünmeyi parçalanmayı
ümmetin fırkalara ayrışmasını yasaklayan ayetlerini söyleriz. İlgili Ayetler
okunduğu zaman beşeri katkıya, yoruma ihtiyaç olmadan durum anlaşılır, herkes tereddütsüz
doğruyu, gerçeği görür, anlar. Bir şeye dinin
emridir, vecibesidir diye bilmek için, o konuda Kur’an’da beşeri katkıya
ihtiyaç duyulmayacak şekilde açık, anlaşılır hüküm; emir-yasak olmalıdır. Beşeri
katkıya ihtiyaç hissedilen yani içtihada
açık olan konularda bildirilen esas ilke çerçevesinde içtihadlar yapılır. İçtihadlarla
varılan sonuç din emri, vecibesi olmaz; bütün ümmeti bağlamaz.
Başta Diyanet
yetkilileri olmak üzere, “başörtüsü-türban Allah’ın, Kur’an’ın emridir, dinin
vecibesidir” diyenler bu millete ‘‘başınızı, saçınızı örtün’’ emrinin hangi
ayetle bildirildiğini “ama” bağlacı kullanmadan, zanlara dayalı yorumlara atıf yapmadan söylemesi gerekir.
Söyleyemiyorsa, böyle bir emir, ayet yoksa
toplumu bu konuda bölme, parçalama peşinde koşan siyasal akımların
ekmeğine yağ sürmekten, günaha girmekten vazgeçilmelidir.
Başörtüsünün-türbanın,
başı saçı örtmenin sarıp sarmalamanın Kur’an’ın emri olmadığı bu millete Diyanet ve İlahiyat
yetkilileri tarafından açıkça, dürüstçe söylenmelidir.
Onlar söyler
veya söylemezler ancak bilinmelidir ki, Kur’an’ın böyle bir emri yoktur.
Başın
örtülmesi Allah’ın emri, İslam’ın vecibesi, yükümlülüğü değildir.
Türban siyasal
İslam ideolojisinin ve ılımlı İslam projesinin simgesi, sembolüdür. Müminlerin
arasına nifak sokmak
isteyen, toplumu bölmek isteyen teokratik
dikta heveslisi, anti laik siyasetçilerin icat ettikleri bir sömürü aracı ve
iyi bir oy avcılığı yöntemidir..
“Ben dini
inancım gereği türban takıyorum’’ diyen bir hanıma ‘‘Senin dinin, inancın
nedir? Hangi dine mensupsun?’’ Diye sormak gerekir.
Türban, sıkmabaş İran kökenlidir. İran’da İslam’dan önceki dönemde
zerdüşt rahibelerin baş örtme şeklidir. Sıkmabaş ayni zamanda Bizans modasıdır.
Roma İmparatorluğu’nda ve 18.19. yüzyılda İngiliz asilzade hanımların tercih
ettiği baş örtme şeklidir. 1970’li yıllarda Güney Lübnan’da şii hanımlar
tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemizde de bu yıllarda türban kullanımı
yaygınlaşmıştır.
Sarık Hint kökenlidir. Fes eski Yunan modasıdır, ilk kez 19. yüzyılda
II. Mahmut döneminde kullanılmıştır. Türk kadını çarşafla ilk
kez yine 19. yüzyılda tanışmıştır.
Giyim, örtünme
şekli yaşanan bölgenin iklim koşullarına, adetlerine, örflerine kişinin zevkine
göre farklılık gösterebilir. Önemli olan Kur’an’nın bildirdiği temel hüküm olan
tahrik unsuru olmaktan
uzak olması,
İslam ahlakına, toplumun iffet, edep anlayışına uygun olmasıdır.
Örfler,
adetler, yüzyıllar boyunca toplumda oluşan alışkanlıkların, kabüllerin sonucu
ortaya çıkar.
Tepeden inme jakoben
dayatmalara, yönlendirmelere örf, adet denemez. Örflerin ideolojik yanı olmaz. Türk
kültüründe baş örtüsü olarak kullanılan yazma, tülbend, yemeni, eşarp vardır;
Türban,
çarşaf, pece Türk kültüründe, örfünde yoktur.
Irkçı Arap
Emevi ve Abbasi sultanları diğer Müslüman ulusları Araplaştırmak için İslam’ı araç olarak
kullanmışlardır. Fetettikleri ülkelere İslam dini diye Arap kültürünü, dilini,
yaşam tarzını, giyim şeklini, örf ve adetlerini götürmüşlerdir; onlara kendi
şeriatlarını din diye yaşatmışlardır.
Çarşaf giymek,
peçe takmak, bu arada başı, saçı da
örtmek, sarıp sarmalamak, hatta siyah eldivenler giymek ve kara gözlükler
takmak mezhep şeriatlarına dayalı yönetim anlayışını yani teokrasiyi, totaliter
diktayı benimseyen Arap ülkelerinin adetleridir. Bu ülkelerde yaşayan hanımlar
mezhep şeriatının
gereği olarak bu şekilde giyinirler. Ancak mezhep şeriatlarıyla yönetilmeyen
demokratik,
laik hukuk
devletlerinde mezhep şeriatlarına tabi giyim şeklinin benimsenmesi, özellikle
devlet kurumlarında-kamusal alanda bu tarz kıyafetlerin giyilmesi söz konusu
olamaz.
* * * * *
İslam’a
mutlaka bir ‘‘kutsal’’ gerekiyorsa bu paye İslam’ın özü esası olan TEVHİD
ilkesine verilmelidir.
Mekan olarak Mescid-i
Haram ve Kabe İslam’ın kutsal mekanıdır. Ayni şekilde İslam’a bir ‘‘semböl’’ seçilecekse
bu sembol Kur’an’ın ısrarla işaret ettiği AKIL olmalıdır..
Kur’an iman sahibi olmamızı, takvaya sarılmamızı, salih amel işlememizi; dürüst,
güvenilir, adil olmamızı ve akıl, ilim sahibi
olmamızı ister. Varoluşun ilahi kurallarına, sünnetüllaha uygun iş yapmamızı; iyi,
faydalı değerler üretmemizi ister. Kötülüklerden uzak durmamızı, doğru yolda
yürümemizi ister. İslam’ın
kutsalı, sembolü, işareti olan değerler
bunlardır. Bu değerlere sahip insan
iyi insandır ve iyi Müslümandır. Türban
takmanın veya sakal bırakıp cübbe giymenin iyi Müslüman olmakla ilgisi yoktur.
Arap toplumunun giyim
tarzı, adetleri, örfleri “sünnet” değildir.
Ayni şekilde Arap
kültürü, Emevi fıkhı, Sünni şeriatı “İslam” değildir.
“Kadının
başını örtmesi konusu kesinlikle kullanılan ve siyasallaştırılan bir simgedir.
Bir dinin Türkiye’de nasıl siyasete alet edildiğini görüyoruz. Arkasından, dini
alet eden siyasetin bugünkü aşamada nasıl din haline geldiğini görüyoruz. Bugün
ortada İslam dini yoktur, siyaset dini vardır.
O siyaset
ne söylerse halk onu İslam dininin bir emri gibi görmeye başladı. Asıl tehlike
buradadır.
Bu siyaset
iktidarları yaratıyor; iktidardan düşürüyor; ülkenin kaderiyle oynayabiliyor;
Atatürk
Cumhuriyeti’ni tartışılır hale getiriyor. ....... İslam dini kendi yüceliği ve güzelliğiyle
kalplerde yerini alır. Bu yücelik
ve güzellik ortadan kaldırılıyor. Dine saygısızlık yapılıyorsa bunu da
siyasiler yapıyor.......
Siyasilerin
mutlak surette dinden ellerini çekmeleri gerekiyor. En azından tamamıyla
laikleşmeleri gerekiyor..” (Şahin Filiz – 28.Ocak.2008 Cumhuriyet Gazetesi )
‘‘Sıkma baş’ diye tanıtılan bu ‘kapatma’
İslam ile değil, Talmut Museviliği ve Pavlus Hıristiyanlığı ile izah edilebilecek bir
tavırdır. Bir rahibe kıyafetidir. İslam adına bir Hıristiyanlaşma eğilimidir.”
(Yaşar Nuri Öztürk)
Büyük İslam alimi Hüseyin Atay’ın düşüncelerini aktararak bu
konuya son vermek istiyorum.
“Ve’l- yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne.”
“Başörtülerini göncükleri (göğüsleri)
üzerine indirsinler.” (Nur-31)
Bu ayette istenen nedir, ona bakalım.
Ayette başörtü kelimesi var; ayette göğüsleri örtme var; ancak ayetteki emir başörtüsü ile göğsü
örtmektir. Ayette istenen ve amaçlanan göğsün örtülmesidir.
Başın örtülmesine emir
yoktur. Başın örtülmesini farz
kılmıyor.
Baş
toplumsal gelenek olarak örtülmektedir.................. Bir şeyin varlığını
kabul etmek, onun mubah (caiz) olduğunu gösterir; yoksa onun farz olduğunu ifade etmez.
Kur’an amacını (göğsün örtülmesini)
kolayca ve doğal olarak uygulatabilmek için halihazırda başta olan bir örtü ile
örtülmesini emretti. Eğer sadece göğüslerini örtsünler deseydi, başörtüsünden
başka bir şeyle örtmeleri gerekliliği ortaya çıkacaktı ve böylece sıkıntıya
düşeceklerdi. Madem başörtüleri vardır, göğüslerini onunla örtmeleri daha uygun, daha
yakın ve kolaydır.
Öyle ise ayetin iniş ve geliş amacı
göğüsleri örtmektir. Usul’il-fıkıh ilminde buna “nass” denir. Ayet hangi anlam
için gelmiş ve hangi anlama vurgu yapmış ise, o ayet, o anlam için kesin kanıt
anlamında nass sayılır...............
Müslüman bir kadın başını örtebilir de,
örtmeyebilir de. Böylece başörtüsü mubah hükmüne girer, denebilir.....................................................
Başörtüsü ile ilgili düşüncemi
Kur’an’ın açık ve seçik ifadesine göre şöyle üç cümle ile özetlemek istiyorum. Kadınların
başlarını örtmeleri:
1-Kur’an’da
emir değildir.
2- Kur’an’da yasak değildir.
3- Kur’an’a
göre caizdir. (Mubahtır) Kur’an’da yalnız göğsü örtmeye emir vardır.
(Kur’an’a göre
araştırmalar – VI S:60, 61, 71,76)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK
kuranpenceresinden@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.