14 Nisan 2015 Salı

ÖRTÜNME - BAŞÖRTÜSÜ - TÜRBAN

A’raf suresi 26. ayetinde; avret-edep yerlerimizi örtmemiz için bizlere giysiler, süslü elbiseler verildiği bildirilmiştir. Kıyafetlerimiz temiz, güzel olmalıdır. Özellikle mescitlere giderken süslü, güzel, temiz giysiler giyilmelidir. (A’raf -31)
Nahl Suresi 81. ayetinde; sıcaktan, savaştan, coğrafi koşullardan ve çevresel etkilerden korunmamız için bizlere giysiler verildiği bildirilmiştir.
Ahzap suresi 33. ayetinde; kadınların vakarlı, ağırbaşlı olmaları ve cahiliye döneminde olduğu
gibi dikkat çekici, dekolte giysilerle evlerinden dışarı çıkmamaları bildirilmiştir.
Ahzap suresi 59. ayetinde; Müslüman, hür  kadınların diğer kadınlardan; kölelerden, cariyelerden ayırt edilebilmeleri ve rahatsız edilmemeleri için evlerinde giydikleri rahat kıyafetlerle dışarıya çıkmamaları; üzerlerine dış giysilerini-örtülerini almalarının daha uygun olacağı bildirilmiştir.

Nur suresi 31. ayetinde; ziynet yerlerinin, yaka yırtmaçlarının kapatılmasını; göğüs açıklığının, dekoltesinin örtülmesi emredilmiştir.

Kur’an’da örtünme, giyinme konusuyla ilgili ayetler incelendiğinde bildirilen temel hükmün
şehvet duygularını açığa çıkarmayacak, tahrik nedeni olmayacak; açık saçık, dekolte, transparan,
davetkar olmayan; ziynet yerlerini örten; edepli, iffetli  örtünme, giyinme şekli olduğu anlaşılır.

“İlk cahiliye teşhirciliği gibi kendinizi teşhir etmeyin..” (Ahzap-33)

İnsanlar karşı cinsi tahrik etmeyecek şekilde giyim tarzlarını toplumun genel ahlak kuralları, adetleri örfleri, beğenileri, moda anlayışı ve coğrafi, çevresel şartlara uygun olarak serbestçe belirleyebilirler.

Nur suresi 60. ayetinde örtünme, giyinme konusunda tahrik unsurunun belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. ‘‘Nikah arzusu kalmamış-yaşlanmış kadınların dış giysilerini bırakmalarında
kendileri için bir günah yoktur..’’

İslamiyetten önce cahiliye döneminin örfü olarak sadece hür-özgür-serbest kadınlar başlarını örtüyorlardı.  Farsça “ser”  baş demektir, “best” bağlanmış demektir. Ser best  başı bağlanmış, bağlı olan, hür olan demektir.
Başörtüsü, Arap ve Mezopatanya coğrafyasında cahiliye döneminin “hür kadın” nişanesi-simgesiydi. Sadece hür kadınlar başlarını örtebilirdi. O dönemde cariyelerin başlarını örtmeleri yasaktı onlardan açık saçık, dekolte kıyafetler giymeleri istenirdi. M.Ö:2500 yıllarında Asur kıralı cariyelerin başlarını örtmelerini yasaklamıştı. Başlarını örten cariyelerin üzerlerine kaynar zift dökülmesini emretmişti.
Müslümanlıkla birlikte sistem değişmiş cariyelik, kölelik kaldırılmıştır. Hür-cariye ayrımı kalmamıştır. Herkes hür-özgür olmuştur. İslamiyetin ilk yıllarında cariye olan hanımlar özgürlüklerine kavuştuktan sonra artık hür olduklarını göstermek için başlarını örtmeye başlamışlardır..

Günümüzde cariyelik söz konusu değildir. Dolayısıyla Müslüman hanımların cariye olmadıklarını, hür olduklarını gösterme gayreti içinde olmalarına gerek yoktur.  Başını örten, örtmeyen Müslüman Başını örtmeyen hanımlara cahiliye döneminde olduğu gibi cariye gözüyle bakanlar varsa; bu durum o kişilerin İslam’dan ve ahlak anlayışından ne kadar uzak olduklarının göstergesidir. İslam dini cariyeliği 1400 sene önce kaldırmış olmasına rağmen günümüzde hâlen hanımlarımız “başlarınızı örtün cariyelikten kurtulun, hür olun-cariye gibi görünmeyin, hür kadınlar gibi görünün” söylemiyle kandırılmaktadır. İnançlar siyasal İslamcı din simsarları tarafından  istismar edilmektedir.

Cahiliye döneminde savaş esiri erkeklere köle; kadınlara ise cariye denirdi.
İslam köleliği de, cariyeliği de kaldırmıştır.
Savaş esirleri karşılıksız bağışlanacaktır veya fidye karşılığı serbest bırakılacaktır. (Muhammed-4)
Kur’an anlayışında esir kampları, toplama kampları yoktur.
Hz. peygamberimiz Bedir Savaşında alınan esirlerin bir kısmını bağışlamış bir kısmını da okuma yazma bilmeyen Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştır.
Geleneksel İslam anlayışında Kur’an’ın kölelik ve cariyelikle ilgili ayetlerinin hemen hepsi çarpıtılarak yorumlanmıştır. Bütün mezhepler cariyeliğe cevaz verebilmiştir. Anlamı çarpıtılan ayetlerle cariyelik kurumu oluşturulmuştur. Cariyeler başta cinsellik olmak üzere her türlü ihtiyaçlar için odalık, hizmetçi olarak kullanılmıştır. Evlenmek dört hanımla sınırlanırken, sınırsız sayıda cariye sahibi olabilmeye imkan tanıyan fetvalar saygın (!) kadılar tarafından verilebilmiştir.
Kur’an’a göre nikahsız beraberlik zinadır. Zina haramdır, günahtır. Zinanın cariye ile veya hür bir hanımla yapılmış olması bu durumu değiştirmez.
Nisa suresi 24, 25.  ayetlerinden savaş esiri-cariye hanımlarla onlara mehirlerini vererek, ailelerinin izniyle evlenmenin mümkün olduğunu anlıyoruz.
Kur’an’da cariyelerle evlilik dışı, nikahsız beraberliğe cevaz veren veya bu şekilde anlaşılabilecek hiç bir ayet yoktur. İsra suresi 32. ayetinde zinanın iğrenç bir iş olduğu bildirilmiştir.

Saygın (!) İlahiyatçı-Diyanetçi  Hayrettin Karaman’ın “İslam’da Kılık Kıyafet” adlı sempozyumda yaptığı konuşmadan bir bölümü dikkatlerinize sunuyorum.

Hür-cariye diye bir ayrım vardı. Eskiden cariyeler her ihtiyacımızı görürlerdi. Şimdi o müessese kalktı.
Ben buradaki bilim adamlarına soruyorum. Eskiden cariyelerimize gördürdüğümüz işleri bu gün hür
kadınlarımıza gördürüyoruz. Bu boşluğu dolduracak bir müessese olsa........  Bir kadınla yetinmeyip
 ikinci kez evlenmek isteyen gençler var. Bu müessesenin (cariyeliğin) boşluğunu dolduracak başka
bir müessese olamaz mı.?

Anlaşılan o ki, Hayrettin Karaman cahiliye dönemine gıpta ile bakıyor ve özlem duyuyor.
 İslamiyetin gelmesinden, cariyeliğin kaldırılmasından pek memnun olmuşa benzemiyor..

Günümüzde bazı Arap ülkelerinde örflerinin gereği olarak bekar hanımlar başlarını örtmezler,
evli ve dul hanımlar ise  başörtüsü kullanırlar. Bazı Arap ülkelerinde kız öğrencilerin,  hatta tüm
hanımların  başlarını örtme  zorunluluğu olmasına rağmen; Fas, Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Irak,
Yemen ve Kuveyt’te kız öğrencilerin başlarını örtme zorunluluğu yoktur.  

 Kuran, başın, saçın örtülmesiyle ilgili herhangi bir hüküm bildirmez. Bu konu tarihin akışı içinde
örflerle, adetlerle, toplumsal kurallarla belirlenmiş ve uygulanmıştır.
Araplar kendi  adetlerine, örflerine uygun olan örtünme tarzlarını, giyim eşyalarını Kur’an’a onaylatmak için ayette geçen ‘‘örtü’’ kelimesini başörtüsü olarak, ‘‘dış giysi’’ kelimesini, cilbap
(çarşah-pece) olarak anlamlandırmışlar-tercüme etmişlerdir. Klasik mutasavvıflar eskiye, ecdada saygı düşüncesiyle bu yanlışı günümüze kadar intikal ettirmişlerdir.

Ahzap suresi 59. ayetinde bildirilen ‘‘dış giysi’’ baştan aşağı örtünmeyi, cibab’ı (çarşafı-peceyi) 
bildiriyorsa, göğüslerin açıkta kalması söz konusu olmaz. Bu ayetten yıllar sonra vahiy edilen
göğüs, yaka  açıklarının örtülmesi emrine (Nur-31) gerek olmazdı. Demek ki, ayetin ‘‘dış giysi’’den kastettiği kadını tepeden tırnağa kapatan çarşaf giymek, peçe takmak değildir.
                                                                       
Kur’an, İslam’i bir sembol veya tek tip bir üniform, örtünme giyinme şekli bildirmemiştir.
Kur’an hiç bir giyim, örtünme eşyasına veya herhangi bir nesneye- maddeye özel bir  görev vermez, anlam, fonksiyon, misyon yüklemez, kutsallık payesi vermez. Başörtüsü veya türban, dinin sembolü, İslam’ın kutsalı değildir. Herhangi bir nesneye kutsallık atfetmek onu putlaştırmak olur.   “Türban İslam’ın kutsalıdır” demek putperestliğin belirtisidir.

Kur’an’da türban, çarşaf, peçe, cübbe, sarık, fes, takke gibi  giyim eşyası isimleri geçmez.
Türban, başörtüsü, peçe takma veya cübbe, çarşaf giyme emri Kur’an’da yoktur.
Bunlar toplumların geleneklerine, örflerine ve mezhep şeriatlarına uygun giyim eşyalarıdır.
Bazı Arap ülkelerinde hanımların  peçe takması dinin gereği kabul edilir. Ancak Mescidi Haram’da hac ibadeti yapılırken hanımların yüzleri açıktır. Acaba hac ibadeti esnasında yüzün açık olması mı yanlıştır? Yoksa bu hanımların kendi ülkelerinde peçe takması mı? Peçeyi dinin gereği olarak görmesi mi yanlıştır? Hac gibi önemli bir ibadet yapılırken yüz açık olabiliyorsa, sair zamanda yüzün kapatılması dinin emri olabilir mi..?

Alemlere rahmet olarak indirilen, evrensel, zaman ve mekan üstü olan yüce dinimiz İslam’ın kutsalı, sembolü bir örtüdür demek; kutsallık kavramını bu kadar basitleştirmek, kutsallık kavramına da dine de saygısızlıktır. Dini sembol, simge olduğu söylenen bütün nesne ve objeler beşeri uydurmalardır.
‘‘Dünya döndükçe, insanlar var oldukça binlerce belki  milyonlarca yıl, her zaman ve her
coğrafyada, her iklim koşulunda bütün insanlar şu şekilde giyinmelidir. Müslüman hanımlar
başlarını şöyle örtmelidir, saçlarını böyle sarıp, sarmalamalıdır,  başörtüsü veya türban
takmalıdır, cilbab giymelidir’’demek; din dışı, akıl dışı, İslam’ın evrensellik özelliğiyle uyuşmayan
bir düşünce ve söylemdir.
Dünya var oldukça hanımlar dişiliklerini öne çıkarmadan; değişik iklim koşullarına, coğrafi şartlara,
örfe, kültüre,  zevke ve moda anlayışlarına göre giyim şekillerini belirleyeceklerdir...
                                                                                
Kur’an’da başörtüsü diye tercüme edilen kelime HUMUR’dır. Bu HIMAR kelimesinin çoğuludur.
Bunun da kökü HAMR’dır, anlamı örtmektir. HIMAR da örtü anlamındadır..
Kur’an’da bu konuyla ilgili ayetlerde baş ve saç kelimeleri geçmez. Başın, saçın ziynetten, avretten sayıldığı ve örtülmesi, sarılıp, sarmalanması gerektiği yönünde bir hüküm yoktur. Baş örtmek dini bir gereklilik değildir; iklim koşullarından, çevresel etkilerden korunmak için bir gerekliliktir.

 Ragıb Isfahani“el-Müfredat” isimli eserinde HIMAR kelimesinin örtü anlamına geldiğini söyledikten sonra Arapların bu kelimeyi başı örtmekte olan örtünün adı olarak kulandıklarını belirtir. Günümüzün hızlı başörtüsü savunucuları da HIMAR kelimesinin anlamının ÖRTÜ olduğunu söyler ve ‘‘Hımar örtü demektir. Ama, lugatlar bunu başörtüsü olarak açıklarlar’’derler . (Süleyman Ateş- Vatan Gazetesi-19.12.2010) Böylece asırlar önce lugatlarda-sözlüklerde yazılanları, yani beşer yorumlarını Kur’an ayetinin geçek anlamının üstüne çıkartırlar. Örtü kelimesini, başörtüsü olarak çevirirler. Lugatlardaki, tefsirlerdeki beşer yorumlarını kanıt göstererek, Allah’ın ayetlerinin anlamını saptırmaya çalışırlar. Müslüman ümmetin arasına ayrılık, fitne, fesat sokmaya çalışan dincilerin, siyasi akımların ve Haçlı emperyal güçlerin ekmeğine yağ sürerler.

Yüce Allah hükümlerini, emir ve yasaklarını bizlere hep muhkem ayetlerle-anlamı açık, anlaşılır  
ayetlerle bildirmiştir. Bir çok surenin ilk ayetinde ve bir çok ayetin son cümlesinde Kur’an’ın açık,
detaylı, anlaşılır olduğu vurgulanır. Kur’an hiçbir zaman zımni; dolambaçlı, dolaylı, üstü kapalı
anlatımlara baş vurmamıştır. Yüce Allah Müslüman hanımların başlarını sarıp sarmalamalarını,
saçlarını kimselere göstermemelerini isteseydi bunu açık anlaşılır bir ayetle bildirirdi.

Müslüman kadınların saçlarını, başlarını örtmeleri gerektiğini söyleyen başörtüsü-türban savunucularına, Kuran’ın ‘‘başınızı, saçınızı örtün emri hangi ayetle bildirilmiştir” diye sormak gerekir. Hiçbir sure adı
veya ayet numarası söyleyemeyeceklerdir. ‘‘Bu şekilde bildirilen açık bir emir, bir ayet yok ama’’ diyerek söze başlayacaklardır. Buradaki ‘‘AMA’’ bağlacından sonra söyleyecekleri her söz
kişisel düşünce, beşeri yorum olacaktır. Nur suresi 31. ayetinden zımnen başın örtülmesi gerektiği anlamının çıktığını iddia edeceklerdir. Beşeri düşüncelere,  yoruma dayalı çıkarılan zımnen-dolaylı
anlamlar İslam’ın emri, gereği, vecibesi olmaz, asla olamaz.
                                                                                     
 “Bu ayet asıl hükmünün yanı sıra zımnen-dolaylı olarak şu mesajı da içeriyor ” (fıkhı tabirlerle istidlal-akıl yürütme yoluyla  iktiza delaleti ) şeklinde beyan edilen bir düşünce,  muhtevasında zan, sanı, hata  barındırır. Hiç kimse iktiza delaleti yoluyla ulaştığı sonucun hatadan, zandan arınmış olduğunu,  kesin beyyine-delile dayandığını, dinin hükmü olduğunu iddia edemez.
Dolaylı yollardan çıkarılan manalarla ve zan, sanı üzerine din hükmü inşaa edilemez.
Hiç kimse veya hiç bir eköl kendi yorumunun en doğru veya tek doğru yorum olduğunu iddia edemez. 
“Bu konuda toplumda oluşmuş bir konsensus vardır, geçmiş ulemaların bu yönde bir çok icmaları bulunmaktadır” türü söylemlerin de hiçbir anlamı yoktur.  

İcma: Ulemanın oy çokluğu ile aldığı karardır.
Gazali gibi tutucu bir düşünüre göre bile, icmaı değişmez kılmak, ümmetin tüm ilim sahiplerini taklitçi-güdük durumuna düşürmektir. Oysaki bir alimin bir başka alimin görüşünü taklit edeceğine ilişkin bir kanıt yoktur. Kanıt yoksa iddia da geçersizdir. (Gazalî; el-Menhûl, 476-480)

Akılcı ekol Mutezile’nin büyük imamlarından en-Nazzâm (ölm. 231/845) şöyle düşünmektedir:
“Bırakın ulema çoğunluğunu, tüm ümmetin icmaı bile kanıt değildir. Çünkü ümmetin icmaı da hatadan arınmış olamaz. Ümmet, hata, günah, hatta irtidat üzerine de icma yapabilir. Defalarca yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Öyle olunca da fikre katılanların sayısının çokluğu, işin mahiyetini değiştirmez. Tek başına hataya düşenler toplu halde de hataya düşerler...”
(Serahsî; Usûl, 1/295; İbn Ebil-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, 20/28)

“Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar..” (Enam - 116)
“Onların çoğu sanıdan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki sanı, Hak’tan, hakikatten hiçbir şey ifade etmez. Allah, onların yaptıklarını iyice bilmektedir..” (Yunus-36)          

Birisi bize ‘‘infakta bulunmak Allah’ın emri değildir’’ derse, Kur’an’ın infakla  ilgili emirlerini, ayetlerini o kişiye söyleriz. Bir başka kişi  ‘‘ ümmetin mezheplere, tarikatlere bölünmesinde bir sakınca yoktur, hatta bu durum iyidir, güzeldir, rahmettir’’ derse o kişiye Kur’an’ın bölünmeyi parçalanmayı ümmetin fırkalara ayrışmasını yasaklayan ayetlerini söyleriz. İlgili Ayetler okunduğu zaman beşeri katkıya, yoruma ihtiyaç olmadan durum anlaşılır, herkes tereddütsüz doğruyu, gerçeği görür, anlar. Bir şeye dinin emridir, vecibesidir diye bilmek için, o konuda Kur’an’da beşeri katkıya ihtiyaç duyulmayacak şekilde açık, anlaşılır hüküm; emir-yasak olmalıdır. Beşeri katkıya ihtiyaç hissedilen yani içtihada açık olan konularda bildirilen esas ilke çerçevesinde içtihadlar yapılır. İçtihadlarla varılan sonuç din emri, vecibesi olmaz; bütün ümmeti bağlamaz.

Başta Diyanet yetkilileri olmak üzere, “başörtüsü-türban Allah’ın, Kur’an’ın emridir, dinin vecibesidir” diyenler bu millete ‘‘başınızı, saçınızı örtün’’ emrinin hangi ayetle bildirildiğini “ama” bağlacı kullanmadan, zanlara dayalı yorumlara atıf yapmadan söylemesi gerekir. Söyleyemiyorsa, böyle bir emir, ayet yoksa  toplumu bu konuda bölme, parçalama peşinde koşan siyasal akımların ekmeğine yağ sürmekten, günaha girmekten vazgeçilmelidir.
Başörtüsünün-türbanın, başı saçı örtmenin sarıp sarmalamanın Kur’an’ın emri olmadığı bu millete  Diyanet ve İlahiyat yetkilileri tarafından açıkça, dürüstçe söylenmelidir.

 Onlar söyler veya söylemezler ancak bilinmelidir ki, Kur’an’ın böyle bir emri yoktur.
Başın örtülmesi Allah’ın emri, İslam’ın vecibesi, yükümlülüğü değildir.
Türban siyasal İslam ideolojisinin ve ılımlı İslam projesinin simgesi, sembolüdür. Müminlerin arasına nifak sokmak isteyen, toplumu bölmek  isteyen teokratik dikta heveslisi, anti laik siyasetçilerin icat ettikleri bir sömürü aracı ve iyi bir oy avcılığı yöntemidir.. 

“Ben dini inancım gereği türban takıyorum’’ diyen bir hanıma ‘‘Senin dinin, inancın nedir? Hangi dine mensupsun?’’ Diye sormak gerekir.

Türban, sıkmabaş İran kökenlidir. İran’da İslam’dan önceki dönemde zerdüşt rahibelerin baş örtme şeklidir. Sıkmabaş ayni zamanda Bizans modasıdır. Roma İmparatorluğu’nda ve 18.19. yüzyılda İngiliz asilzade hanımların tercih ettiği baş örtme şeklidir. 1970’li yıllarda Güney Lübnan’da şii hanımlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemizde de bu yıllarda türban kullanımı yaygınlaşmıştır.

Sarık Hint kökenlidir. Fes eski Yunan modasıdır, ilk kez 19. yüzyılda II. Mahmut döneminde kullanılmıştır. Türk kadını çarşafla ilk kez yine 19. yüzyılda tanışmıştır. 

Giyim, örtünme şekli yaşanan bölgenin iklim koşullarına, adetlerine, örflerine kişinin zevkine göre farklılık gösterebilir. Önemli olan Kur’an’nın bildirdiği temel hüküm olan tahrik unsuru olmaktan
uzak olması, İslam ahlakına, toplumun iffet, edep anlayışına uygun olmasıdır.
Örfler, adetler, yüzyıllar boyunca toplumda oluşan alışkanlıkların, kabüllerin sonucu ortaya çıkar.
Tepeden inme jakoben dayatmalara, yönlendirmelere örf, adet denemez. Örflerin ideolojik yanı olmaz. Türk kültüründe baş örtüsü olarak kullanılan yazma, tülbend, yemeni, eşarp vardır;
Türban, çarşaf, pece Türk kültüründe, örfünde yoktur.

Irkçı Arap Emevi ve Abbasi sultanları diğer Müslüman ulusları  Araplaştırmak için İslam’ı araç olarak kullanmışlardır. Fetettikleri ülkelere İslam dini diye Arap kültürünü, dilini, yaşam tarzını, giyim şeklini,  örf ve adetlerini götürmüşlerdir; onlara kendi şeriatlarını din diye yaşatmışlardır.
Çarşaf giymek, peçe takmak,  bu arada başı, saçı da örtmek, sarıp sarmalamak, hatta siyah eldivenler giymek ve kara gözlükler takmak mezhep şeriatlarına dayalı yönetim anlayışını yani teokrasiyi, totaliter diktayı benimseyen Arap ülkelerinin adetleridir. Bu ülkelerde yaşayan hanımlar mezhep şeriatının gereği olarak bu şekilde giyinirler. Ancak mezhep şeriatlarıyla yönetilmeyen demokratik, 
laik hukuk devletlerinde mezhep şeriatlarına tabi giyim şeklinin benimsenmesi, özellikle devlet kurumlarında-kamusal alanda bu tarz kıyafetlerin giyilmesi söz konusu olamaz.
                                                                                 * * * * *
İslam’a mutlaka bir ‘‘kutsal’’ gerekiyorsa bu paye İslam’ın özü esası olan TEVHİD ilkesine verilmelidir.
Mekan olarak Mescid-i Haram ve Kabe İslam’ın kutsal mekanıdır. Ayni şekilde İslam’a bir ‘‘semböl’’ seçilecekse bu sembol Kur’an’ın ısrarla işaret ettiği AKIL olmalıdır..
Kur’an iman sahibi olmamızı, takvaya  sarılmamızı, salih amel işlememizi; dürüst, güvenilir, adil olmamızı ve  akıl, ilim sahibi olmamızı ister. Varoluşun ilahi kurallarına, sünnetüllaha uygun iş yapmamızı; iyi, faydalı değerler üretmemizi ister. Kötülüklerden uzak durmamızı, doğru yolda yürümemizi ister. İslam’ın kutsalı, sembolü, işareti olan  değerler bunlardır.  Bu değerlere sahip insan iyi  insandır ve iyi Müslümandır. Türban takmanın veya sakal bırakıp cübbe giymenin iyi Müslüman olmakla ilgisi yoktur.

Arap toplumunun giyim tarzı, adetleri, örfleri “sünnet” değildir.
Ayni şekilde Arap kültürü, Emevi fıkhı, Sünni şeriatı “İslam” değildir.

“Kadının başını örtmesi konusu kesinlikle kullanılan ve siyasallaştırılan bir simgedir. Bir dinin Türkiye’de nasıl siyasete alet edildiğini görüyoruz. Arkasından, dini alet eden siyasetin bugünkü aşamada nasıl din haline geldiğini görüyoruz. Bugün ortada İslam dini yoktur, siyaset dini vardır.
O siyaset ne söylerse halk onu İslam dininin bir emri gibi görmeye başladı. Asıl tehlike buradadır.
Bu siyaset iktidarları yaratıyor; iktidardan düşürüyor; ülkenin kaderiyle oynayabiliyor; Atatürk
 Cumhuriyeti’ni tartışılır hale getiriyor. .......  İslam dini kendi yüceliği ve güzelliğiyle kalplerde yerini alır. Bu yücelik ve güzellik ortadan kaldırılıyor. Dine saygısızlık yapılıyorsa bunu da siyasiler yapıyor.......
Siyasilerin mutlak surette dinden ellerini çekmeleri gerekiyor. En azından tamamıyla laikleşmeleri gerekiyor..” (Şahin Filiz – 28.Ocak.2008  Cumhuriyet Gazetesi )

 ‘Sıkma baş’ diye tanıtılan bu ‘kapatma’ İslam ile değil, Talmut Museviliği ve Pavlus Hıristiyanlığı ile izah edilebilecek bir tavırdır. Bir rahibe kıyafetidir. İslam adına bir  Hıristiyanlaşma eğilimidir.”
(Yaşar Nuri  Öztürk)
                                                                                   
Büyük İslam alimi Hüseyin Atay’ın düşüncelerini aktararak bu konuya son vermek istiyorum.

“Ve’l- yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne.”
“Başörtülerini göncükleri (göğüsleri) üzerine indirsinler.” (Nur-31)
Bu ayette istenen nedir, ona bakalım. Ayette başörtü kelimesi var; ayette göğüsleri örtme var; ancak ayetteki emir başörtüsü ile göğsü örtmektir. Ayette istenen ve amaçlanan göğsün örtülmesidir.
Başın örtülmesine emir yoktur. Başın örtülmesini  farz kılmıyor.  
Baş toplumsal gelenek olarak örtülmektedir.................. Bir şeyin varlığını kabul etmek, onun mubah (caiz) olduğunu gösterir; yoksa onun farz olduğunu ifade etmez.
Kur’an amacını (göğsün örtülmesini) kolayca ve doğal olarak uygulatabilmek için halihazırda başta olan bir örtü ile örtülmesini emretti. Eğer sadece göğüslerini örtsünler deseydi, başörtüsünden başka bir şeyle örtmeleri gerekliliği ortaya çıkacaktı ve böylece sıkıntıya düşeceklerdi. Madem başörtüleri vardır, göğüslerini onunla örtmeleri daha uygun, daha yakın ve kolaydır.
Öyle ise ayetin iniş ve geliş amacı göğüsleri örtmektir. Usul’il-fıkıh ilminde buna “nass” denir. Ayet hangi anlam için gelmiş ve hangi anlama vurgu yapmış ise, o ayet, o anlam için kesin kanıt anlamında nass sayılır...............
Müslüman bir kadın başını örtebilir de, örtmeyebilir de. Böylece başörtüsü mubah hükmüne girer, denebilir.....................................................
Başörtüsü ile ilgili düşüncemi Kur’an’ın açık ve seçik ifadesine göre şöyle üç cümle ile özetlemek istiyorum. Kadınların başlarını örtmeleri:    
1-Kur’an’da emir değildir.   
2- Kur’an’da yasak değildir.
3- Kur’an’a göre caizdir. (Mubahtır) Kur’an’da yalnız göğsü örtmeye emir vardır.
(Kur’an’a göre araştırmalar – VI  S:60, 61, 71,76)

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com




























Hiç yorum yok:

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....