Sırati mustakim esasına uygun olarak mescitlerimiz-camilerimiz aşırı gösterişli altın, gümüş yaldızlı yazılarla, kalemkar desenlerle bezenmiş, süslü püslü
olmamalıdır. Camilere pahalı avizeler
asılmamalıdır. Halıların desenleri rengarek, gözalıcı olmamalıdır. Bu tür
tercihler namaza
kontrasyonu zorlaştıracaktır..
Allah dost, toprak post, tüm yeryüzü mabettir. Dinimizde sadece ibadete tahsis edilmiş mekan/tapınak anlayışı yoktur. Ancak Hz. peygamberden sonra bu anlayış terk edilmiştir. Öyle ki, cami yapımında mimari açıdan kiliselerle,
kadetrallerle adeta bir rekabet havası yaratılmıştır. “Şu kilisenin kubbesinin
çapı bu kadar metre ise biz de kubbeli bir cami yapalım çapı da o kilisenin
kubbesinin çapından büyük olsun” veya
“kiliselerde çan kuleleri varsa bizde camilerimize onların çan kulelerinden
yüksek minareler yapalım” denilmiştir. Hz. peygamber döneminde mescitler mütevazi
yapılardı. Gösterişli kubbeleri, minareleri yoktu. İbadet de yapılan ama ayni zamanda güncel olayların sorunların konuşulması için ümmetin toplandığı mekanlardı.
"Türkiye'de cami fazlası vardır.
100 bine yakın camiden en az yarısına gerek yok.
Camilerin ismi değiştirilerek 'Salatgâh'a (Dayanışma /Destekleşme/Eğitim/İbadet Merkezi) dönüştürülmelidir.
Peygamberin mescidi böyleydi." (R. İhsan Eliaçık)
Günümüzde yüce dinimizi iktidar aracı yapmak isteyenler güçlü lider-iktidar izlenimi vermek için veya itibar açlıklarını gidermek için büyük, en büyük, gösterişli cami projeleri gündeme getirmektedir. "İtibarda tasarruf olmaz" denilerek binlerce odası olan saraylar inşa edilmektedir. Halkı etkilemek ve istismar etmek için halkın-kamunun kaynakları pervasızca israf edilmektedir. Oysa devletin itibarı yöneticilerin israfıyla değil, halkın refahı, mutluluğu ile ölçülür...
Tarih boyunca büyük saraylar, mabetler gücün sembolü; halkı etk,leme ve baskı, korku yaratma aracı olmuştur. Büyük kiliseler, kadetraller Hıristiyan kralların; ihtişamlı “Selâtin Camileri” Müslüman padişahların güçlerini temsil eden semboller olarak halkı kandırma, sömürme aracı olarak kullanılmıştır.
"Halkın camileri yükseltip süslemekle böbürlenmeleri kıyamet alametlerindendir." (Ebu Davud)
Siyasal İslamcı dincilerin gösteriş ve ihtişam tutkusu, altın ve altın sarısı rengine olan takıntılarının kaynağı Emevi kültürüdür, cahiliye dönemi alışkanlıklarıdır. Halife Abdülmelik tarafından 690 yılında inşa edilen Kubbet-üs Sahra'nın kubbesi altın kaplamadır. Dinimiz gösterişi, israfı haram-günah sayar; sırati müstakimi-orta, dengeli yolu tavsiye eder. Buna rağmen İslam'ın daha ilk döneminde halkı etkilemek için altın kubbeli mescit yapılabiliyor.
Zenginliğin sembolü olan, Arapların altın tutkusu Emevi hayranı dinci zümrenin de en büyük zafıdır. Evlerindeki eşyalar, banyolarındaki musluklar, bardaklarının süslemeleri vs. altın kaplamadır veya altın sarısı rengindedir.
"insan ruhu inceldikçe (algı kapasitesi arttıkça) daha küçük daha narin daha zarif şeylere eğilim duyar. oysa eğitimsiz kaba ve küçük ruhlar haz alabilmek için daima kocaman geniş büyük devasa iri şeylere yönelirler: büyük yapılar, büyük takılar, büyük arabalar, büyük eşyalar.."
(Dücane Cündioğlu)
Hz. Musa, Fravun’a Allah’ın güçünden, yüceliğinde
bahsedince; Fravun, Haman’a seslenerek
“bana yüksek bir kule yapın, belki
göklere erişirim, Musa’nın Tanrı’sına ulaşırım” demiş.. Yüksek,gösterişli
kuleler, yapılar inşaa etmek, bunlarla böbürlenmek, bu şekilde güç kudret
kazanılacağını sanmak Fravunca tavırlardır.
Bu konuda Mehmet Yılmaz Hürriyet Gazetesindeki köşesinde
19. 11.2012 tarihinde şunları yazıyor.
“ Kamusal
mimari ile iktidar gücü arasında bir ilişki olduğu sır değil. Her iktidar,
kendi ideolojisini pekiştirmek için bundan yararlanmaya çalışır. Mimari, zaman
içinde o yaratılan mekan ve çevrede yaşayan insanların, o ideolojinin gücüne
boyun eğmesine yardım eder.
Eski Roma’da
o büyük tapınaklar (Ortaçağ’da büyük katedraller) neden yapıldı sanıyorsunuz.?
Musolini,
Hitler, Stalin’in bildiklerini, elbette bugünün diktatörleri de, heveslileri de
iyi biliyorlar.
............ dikkat çekmek istediğim şey, bu güç ve mimari
ilişkisidir.....”
Bazı Arap ülkelerinde sultanların, kralların çok büyük harcamalar
yaparak şadırvanlarındaki muslukların bile altın kaplama olduğu çok gösterişli,
çok büyük boyutlarda camiler yaptırdıklarını, bu camilerin projelerini
Avrupalı, Hıristiyan mimarlara çizdirdiklerini basından öğreniyoruz. (Örnek: Fas II. Hasan Cami)
Böylesi tavırları İslam’la bağdaştırmak mümkün değildir.
Cami yapımında Allah rızasından başka; güç gösterisi,
hırs, kişisel egoların tatmini veya bir mezhebin yüceltilmesi gibi herhangi bir
kaygı rol oynuyorsa o cami “mescid-i
dırar” zararlı mescid olur. Bu tür camilerde namaz kılmak caiz değildir. (Tevbe 107,
108)
Felsefede mekan, varlıkların içinde bulunduğu yer olarak
tanımlanır.
Bu tanıma bağlı olarak; mekanları mekan yapan içindeki insanlardır; insanların o mekana yüklediği anlamdır.
İnsan ne kadar nitelikli, değerli olursa içinde bulunduğu mekanda o kadar değerli ve nitelikli olur. Mekanları değerli kılan içinde barındırdığı insanların değeridir.
İnsan mekanı değerli kılar, mekan insana değer katmaz..
İnsan ne kadar nitelikli, değerli olursa içinde bulunduğu mekanda o kadar değerli ve nitelikli olur. Mekanları değerli kılan içinde barındırdığı insanların değeridir.
İnsan mekanı değerli kılar, mekan insana değer katmaz..
Tek başına mekan, felsefi anlamda hiç bir şey, hiçbir
değer ifade etmez. Ancak mekanlar mimari
özellikleriyle bazı kişilerin egolarını, komplekslerini ve ihtiraslarını tatmin aracı
olabilir..
Amaç: Gösterişli mekanlar inşaa etmek değil; değerli insanlar inşaa etmek olmalıdır.
En güzel, en değerli cami; altın varaklı süslemeleri en çok olan cami değildir, mavi çinileriyle veya ters lalesiyle ünlü cami de değildir. En güzel cami; içi Allah aşkıyla, ihlasla ibadet eden müminlerle dolu olan camidir.
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK