2 Nisan 2015 Perşembe

Ş E R İ A T NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Suyu bol, bereketli bir kaynak düşünelim. Özellikleri, nitelikleriyle eşsiz, benzersiz, lezzetli, faydalı,
şifalı suyu olan bir kaynak. Bu kaynaktan çıkan suyun adı “İslam” olsun..
Pınardan kaynayan suyun dört bir yana akarak dereler oluşturduğunu ve bu derelerin zaman
sürecinde değişik coğrafyalarda irili ufaklı göller oluşturduğunu düşünelim.
Bu göllerde biriken suların özellikleri  ile pınarın kaynağındaki suyun özelliğinin ayni  olduğunu söyleyebilir miyiz.? Tabi ki söyleyemeyiz.
Su kaynağından çıktıktan sonra dereler oluşturup akarken, aktığı coğrafyada, toprağın özelliklerini, değerlerini de bünyesine katmıştır. Suyun aktığı coğrafyanın özellikleri suya karışmıştır. Örneğin, dere kireçli bir toprakta akıyorsa, gölün suyu da kireçli olacaktır.
Yöresel özellikler kaynaktan gelen suyun içinde çözülerek onunla homojen bir yapı oluşturacaktır.
Adına İslam dediğimiz kaynağın suyu ile coğrafi-yöresel-yerel, özelliklerin; beşer marifetiyle oluşan değerlerin karıştığı bu sentez yapıya şeriat denir.
Gölün oluşmasında kaynağın suyu; şeriatın oluşmasında din şüphesiz etken unsurdur.
Ancak gölün suyu nasıl ki, kaynaktaki su değilse; şeriat da din değildir.
                                                                              
Şeriat: Hukuk, yöntem, metod demektir.
Şeriat, dinimizin adı olarak kullanılamaz.
Dinimizin adı bizzat Allah tarafından İslam olarak konulmuştur. (Aliimran-19  Maide-3  )   
Kur’an’da geçen din ve İslam kelimeleri bazı tefsir ve  ilmihal  kitaplarında kasıtlı olarak veya
yanlışlıkla şeriat olarak çevrilmiştir. Kur’an’ın inanç, iman ve ibadet konularıyla ilgili hükümlerini “İslam’ın şeriatı” olarak adlandırmak da yanlıştır. Kur’an, İslam’ın esasını, özünü bildiren bu ayetleri muhkem ayetler olarak adlandırmıştır, şeriat olarak değil.

Şeriat veya şeriat hukuku: Toplumların, Kur’an’ın temel hükümlerine ve fıtrata-yaratılışın evrensel prensiplerine uygun olarak, yaşadıkları zaman, mekan şartlarına ve ihtiyaçlarına göre  belirledikleri kanunlar,  kurallar, yöntemlerdir.  

"Kur'an'da geçen 'şir'a/şeriat' kavramının çağdaş dünyadaki karşılığı 'hukukun üstünlüğüne' denk düşer. Zıddı bir kurala bağlı olmayan keyfi yönetim, ahbab-çavuş ilişkisi dediğimiz şeydir." İhsan Eliaçık

Şeriat, insandan insana, toplumdan topluma zamanın şartlarına, ihtiyaçlara göre farklılık gösterir.
Şeriat kuralları, oluşturuldukları dönemde, kabul gördükleri toplumda anlam ifade eder.
Şeriat kuralları yereldir, bölgeseldir, beşeridir, geçicidir.
Allah’ın buyrukları, dinin esasları ise, evrensel kalıcı ilahi hükümlerdir. İslam “bir”dir. Allah’ın Kur’an ile bildirdiği kutsal ilahi hükümlerdir. Şeriat, yorum, fıkıh kuralları ise, birden fazladır.
Her mezhebin dini yorumlama şekli, şeriatı, fıkıh kuralları farklıdır. Ayrıca her mezhebin içinde birbirinden çok farklı yorumlar, şeriat ve fıkıh kuralları vardır..  
Kur’an kendisiyle çelişmediği sürece dönemsel, yöresel, ulusal şeriatları; hukuk kurallarını, adetleri, örfleri, kültürel değerleri yadsımaz, dışlamaz. Ancak, kendisine eş, ortak, tamamlayıcı koşulmasına asla müsaade etmez. Arap Kültürü, Emevi, Abbasi sultanlıklarının fıkhı-kanunları veya mezheplerin kabulleri-şeriatları dinin kutsal değerleri değildir.
Günümüzde kutsallığı ilan edilen şeriat algısı Kur’an’ın evrensel ilkelerinden ziyade, yüzyıllar içinde oluşmuş Arap örf ve yorumlarının toplamıdır.

İslam tarihi boyunca insanlar mezhep yorumlarına, şeriatlarına, yaşadıkları toplumun örf ve adetlerine, yaşam tarzlarına,  ‘‘ulemanın kavli budur, icma bu yoldadır, ecdadımız böyle yapmıştır, asırlardır Müslümanların uygulaması böyledir’’ diyerek bunlara ‘‘İslam hukuku, İslam kültürü, İslam şeriatı’’  demişlerdir. 10 – 12 asır öncesinin  kabullerine, kurallarına, fıkhına, şeriatına saplanıp kalmışlardır.  Dinin emirleri ile örfler, adetler, kültürler, kanunlar, mezhep kabülleri, şeriatları birbirine karışmış ve İslam dininden ayrı kültür, gelenek, şeriat inançları oluşmuştur..
İlahi olana; İslam’a, Kur’an hükümlerine tabi olanlara Müslüman denir.
Beşeri olana; mezhep şeriatlarına tabi olanlara da şeriatçı denir. 

“Sizden her biri için bir yol-şeriat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek
ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır..”
(Maide-48)
“Sizden önce de yollar-yöntemler-yasalar-medeniyetler, kültürler, şeriatlar gelip geçmiştir..”
 (Aliimran-137)

Bu ayetlerden anlıyoruz ki, tüm Müslüman ümmeti için ortak tek bir yol, yöntem, şeriat belirlenmemiştir. Her toplum için ayrı, farklı bir yol, yöntem, şeriat belirlenmiştir.
Bu durum dinin evrensellik, zaman mekan üstü olma özelliğinin gereği olarak  insanlara özgür iradeleriyle inisiyatif kullanma imkanının verilmesidir. Her toplum kendi yaşadığı zamana ve
mekanın şartlarına, imkanlarına, toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak ve Kur’an’ın temel
hükümlerine bağlı kalarak kendi örflerini, kültürlerini, şeriatlarını, hukuklarını, yol ve yöntemlerini
oluşturacaklardır. Yaşanan her dönemin, devrin, zamanın, mekanın, coğrafyanın farklı özellikleri, şartları olacağından belirlenecek yol-yöntem- şeriat da farklı, farklı olacaktır.. 
Dinin dinamik yapısı gözardı edilerek 10-12 asır öncesinin örfünü, yöntemini, kültürünü, fıkhını, şeriatını, yaşam şeklini, giyinme, baş örtme adetini günümüzde İslam’ın hükmü, imanın şartı olarak sunmak, İslam’la ve akılla bağdaşmaz.

Ecdatperestlik, Arapperestlik, Emevi tutkusuyla geleneğin kutsallaştırılması, fıkhın dinle özdeşleştirilmesi, tutuculuk, muhafazakarlık sonucu Müslümanlar yaşanan zamanın şartlarına
ve  ihtiyaçlara uygun yol yöntem, şeriat belirlemede isteksiz olmuşlar,  yetersiz kalmışlardır.
İslam ülkelerinin geri kalmışlığı dine bağlanamaz. Bilakis, İslam’ın dinamik yapısının gözardı edilmesi,
 ve Kur’andan, akıldan, bilimden uzaklaşılıp Arapçılığa, asırlar öncesinin şeriatlarına saplanıp kalınması Müslüman ülkelerin kültür, sanat teknoloji, sanayileşme yarışında geri kalmalarına sebep olmuştur. Müslümanların dini anlama ve yaşama anlayışında yanlışlıklar olduğunun en açık kanıtı, Müslüman ülkelerin günümüzdeki içler acısı, perişan halidir, hal-i pür melalidir. 
İslam ülkelerinin dini anlama, yaşama anlayışında ve dine atfedilen iktisadi, siyasi yapının yanlışlıkları, eksiklikleri olmasaydı; İslam ülkeleri bilimde, sanatta, teknolojide, sanayileşmede bu kadar geri kalmazlardı ve sömürgeci Haçlı emperyal güçlerin otoritesine böylesine teslim olmazlardı.

İslam ümmetinin mutluluğu, din anlayışlarını ve yaşayışlarını, iktisadi ve sosyal yapılarını günümüzün imkan ve ihtiyaçlarını dikkate alarak sadece Kur’an hükümlerine göre inşa etmekten geçmektedir.
Geçmiş toplumların oluşturduğu fıkıh-şeriat kurallarının din olmadığı; daha açık söyliyelim:
Emevi ve  Abbasi dönemlerinde oluşan fıkhın; sünni ve şii şeriatının din veya dinin unsuru olmadığı
bilinmelidir. Geçmişte İslam toplumları nasıl ki, kendi yol, yöntemlerini, şeriatlarını belirleyip yaşamışlarsa; Günümüzde de Müslümanlar yaşadıkları şartlara, imkanlara, ihtiyaçlara  göre kendi
yol, yöntemlerini, kültürlerini, hukuklarını şeriatlarını oluşturarak yaşamalıdır..
Geçmişin birikiminden yararlanmalıyız ama taklit etmemeliyiz. Geçmişin imkanlarıyla, şartlarıyla, sorunlarıyla, ihtiyaçlarıyla; günümüzün imkanları, şartları, sorunları, ihtiyaçları farklıdır. Gelecekte de farklı olacaktır ve gelecek nesiller de kendi ihtiyaçlarına, imkanlarına, şartlarına göre yol, yöntem; şeriatlar belirleyeceklerdir.
Yüce Allah’ın vermiş olduğu akıl, ilim yardımıyla ve diğer nimet ve imkanlarla çalışarak, emek vererek kendileri için iyi, güzel, faydalı; yol, yöntem, kültür, şeriat belirleyen toplumlar daha çok bolluk içinde
ve mutlu yaşayacaklardır.  Yaşanan zamana uygun yeni yol, yöntem, şeriat geliştiremeyen; tembellik, miskinlik edenler, geçmişe takılıp kalan taklitçiler imtihanı kaybedeceklerdir..  (Maide-48)

İslam tarihinde  ‘‘şeriat isteriz’’ diye bağıran, yaygara koparan tarikatçiler, cemaatçiler, siyasal İslamcılar çok olmuştur. “Şeriat isteriz”in, “İslam isteriz”le hiç alakası yoktur. Şeriat Kur’an’ın getirdiği din değildir. Bunların kastettikleri şeriat: Dini esaslara dayalı, Kur’an hükümlerine uygun yaşam ve  yönetim şekli değildir; Emevi fıkhına, sünni şeriatına, sömürü ve zulme  uygun yönetim şeklidir. Yani teokratik diktadır. Bu kişilere göre şeriat, kendi çıkarlarının kutsal kılıfıdır..
Gerçek Kur’an mümini “şeriat isterim” diye bağırmaz. “Kur’an hükümlerine göre yaşamak
ve yönetilmek istiyorum, sadece Allah’a teslim olmak istiyorum” diye bağırır. 

Dinin esaslarını, İslam’ın kapsamını dinin sahibi tek hüküm koyucusu Yüce Allah belirlemiş ve
Kur’an’ı Kerim ile bizlere bildirmiştir. Şeriatın içeriği ise, beşerleri unsurlar tarafından belirlenir
ve fıkıh, ilmihal kitapları gibi beşer ürünü kitaplarda yazılır.
Hiçbir toplum kendi şeriatını, yani kendi kurallarını, yöntemlerini, örflerini,  adetlerini, dinin
kendisi ilan etmeye, din ile eşitlemeye kalkışmamalıdır. 
Şeriatı din ve İslam’la eşitleme gayretleri, insanları Allah ile aldatma oyunlarından biridir.
Şeriat, İslam veya Kur’an’la eşitlenemez. Şeriat, mezhep kabulleriyle, örflerle, adetlerle,
geleneksel kültürle, fıkıhla eşitlenebilir.

Kur’an’da ‘‘İslam devleti, şeriat devleti, İslam hukuku, şeriat hukuku’’ gibi ifadeler yer almaz.
Bu ifadelere mezhep kabullerinin, kuralların anlatıldığı fıkıh, ilmihal kitaplarında rastlanır.
Bu kitaplarda geçen İslam veya şeriat hukuku tabirleriyle aslında sünni veya şii fıkhı kastedilir.
İslam veya şeriat devleti tabiriyle de aslında sünni veya şii şeriatına; kabullerine, fıkhına göre
yönetilen devletler kastedilir.
İslam devleti olmaz; İslam dininin mensubu Müslüman milletlerin kurdukları devletler olur..  
Kur’an anayasa veya hukuk kitabı değildir. Devlet idaresiyle ilgili tüm detaylarıyla bir yönetim, siyasi rejim şekli bildirmez, öngörmez. Kur’an’ın konumu bu detayların üzerindedir. Kur’an yasalara, anayasalara ufuk, vizyon, ışık veren bir kitaptır. İnsanlara rahmet ve yol gösterici olan Kur’an, zaman ve mekan üstü, evrensel ilahi temel hükümler, ilkeler bildirir. Kur’an’ın Allah’ın vahyi olması O’nu herhangi bir kitapla eşitlememize veya mukayese etmemize izin vermez..
Kur’an’da tüm detaylarıyla bir sistem, siyasi rejim önerilmediğine göre bir siyasi sisteme, yönetim
şekline “İslam’i yönetim, İslam devleti” veya “İslam cumhuriyeti” adını vermek yanlıştır, aldatmacadır. Bu ifadeler istismarcı, sömürgeci siyasal İslamcı akımların uydurmalarıdır.
                                                                                    
İslam dini, firavunlara, diktatörlere, zalimlere, haksızlığa, kula kul, köle olmaya karşı bir din olarak  indirilmiş ve dünyaya yayılmıştır. Ancak bu gün İslam ülkelerinin neredeyse tamamı diktatörlüklerle yönetilmektedir. Bu ülkelerde halk sefalet çekerken; krallar, sultanlar, emirler, veliahtlar  ve onların destekçileri, koruyucuları olan egemen emperyalist Haçlı güçler ve siyonist Yahudiler ülkelerin doğal kaynaklarını servete dönüştürmekte, sefahat sürmektedir. Bu ülkelerde bilim adamı, sanatçı yetişmez. Bilim, teknoloji, kültür, sanat, felsefe alanında hiçbir şey üretilmez. Bilimsel icatlar, keşifler olmaz.
                                                                                * * * * *
Demokrasi ile halkın refahı arasında sıkı bir  ilişki vardır. İslam ülkelerindeki teokratik
diktatörlüklerin  yıkılması ve laik, demokratik rejimler kurulması halinde ülke kaynakları halk
tarafından kullanılacaktır. Diktatörlerin ve koruyucularının sömürüsü, saltanatı sona erecektir.
Bundan dolayıdır ki, İslam ülkelerinde diktatörler; krallar, emirler, şeyhler laik demokrasiye
karşı çıkarlar. Laikliğin din düşmanlığı olduğunu söylerler. Aslında laiklik, çıkarlara hizmet
etmek üzere uyarlanmış, uydurulmuş din anlayışına ve dindar halkın inançlarını uydurdukları bu
din anlayışıyla istismar eden, sömüren siyasetçilere, siyasal akımlara diktatörlere, dikta heveslilerine ve onların koruyucusu, hamisi olan sömürgeci emperyal egemen güçlere düşmandır..

İslam ülkelerinde yaşanan insan haklarından uzak; çağ dışı, bağnaz bazı uygulamalar ile aslında İslam’la ilgisi olmayan mezhep şeriatlarının radikal uygulamaları olan bazı tutum ve eylemler İslam’a fatura edilmektedir. Bu durum,  İslam’ın sevilmesine, yayılmasına engel teşkil etmektedir.
Suudi Arabistan’da hanımların otomobil kullanma yasağı ve bu ülkeye gidecek hanımların yanında eşinin veya erkek bir akrabasının bulunma zorunluluğu, çarşaf, cüppe giymek gibi çağdışı moda anlayışı ve  güya cihat  ilan edilmesi, sivillere karşı Hizbullah’ın, el Kaide’nin, Taliban’ın terör eylemleri bunlara örnek verilebilir.
                                                                                    
İslam karşıtları ile ateistler, deistler İslam’ı kötülemek ve görüşlerini temellendirmek için aslında din dışı olan çeşitli eköllerin Kur’an ile de çelişen kurallarından, kabullerinden örnekler verirler. Mezheplerin ve çeşitli gurupların Kur’an ve akıl dışı uygulamalarını İslam kapsamında kabul ederek dinimizi kötülerler. Beşer tercihlerini, tasarruflarını İslam’a fatura ederler.
Kur’an odaklı olarak; Kur’an kapsamını esas alarak İslam karşıtı düşünceleri temellendirmek mümkün değildir.  Kur’an’ı, Kur’an’ın istediği gibi okuyan ve İslam’ı asıl tek kaynağından öğrenen akıl, vicdan sahibi hiç kimse O’nda eksik ve çelişki bulamaz; akla ve fıtrata aykırı hiçbir şey bulamaz....   

“Sorun İslam’ın kendisinde değil, İslam’ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile ters giyilince nasıl sahibini maskara yapıyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı şekilde kendilerini maskara yapmışlardır.
“Eğer biz İslam’ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim İslam’ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız.”
(Muhammed İkbal)

“İslam denince akla problemler, çıkmazlar ve çelişmeler geliyorsa, bunun sebebi İslam değil Müslümanlardır. Müslümanların bu asırda Kur’an’dan başka imamları yoktur. Ezher’de okutulan ve benzeri kitaplar var olduğu müddetçe, bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti kaldıracak ruh, ilk dönemde hâkim olan Kur’an ruhudur. Kur’an dışında her şey; Kur’an’ı bilmek ve yaşamak arasına konmuş engellerdir.” (Muhammed Abduh)

Şeriat isterük”ün ,“İslam isteriz” ile hiçbir alakası yoktur. Şeriat, Kur’an’ın getirdiği dinin  adı
değildir. Kur’an’ın getirdiği dinin adı “İslam” dır. Sadece İslam. Başka adı yok..
Neden “İslam isteriz” demezler de “şeriat isteriz” derler? Çünkü, İslam derlerse iddalarını Kur’an’la
ispat etmeleri gerekir. Oysa ki Allah ile aldatanların din dediklerinin Kur’an’dan onay alması mümkün değildir. Şeriat diyerek meseleyi her yana çekilebilir hale getirmekte, sıkışınca da “ulemanın kavli budur, icma bu yoldadır, ecdadımız böyle karar vermiştir, asırlardır Müslümanların uygulaması böyledir” gibi dayatmalarına uygun bir din anlayışını öne çıkarma yoluna gitmektedirler.............
“Şeriat eşittir İslam” diyorlar. Böyle bir şey yok. Böyle bir yaklaşım ilim dışıdır. Din dışıdır.....
 Şeriat insandan insana, toplumdan topluma değişen tavırları, tarzları, yöntemleri, kabulleri ifade etmektedir......   Şeriat, mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir............ 
 Bu anlayış, önce şeriatla dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş fıkıh kitaplarındaki akıl ve Kur’an dışı bir takım Kuralları din diye halkın önüne koymaktadır................ 
“İslam Devleti” tabiri, siyasal İslamcı İstismarın bir uydurmasıdır. Kur’an’da böyle bir tabir yoktur..... İslam devleti olmaz, Müslümanların devletleri olur....”
 (Yaşar Nuri Öztürk-Kur’an ile Aldatmak- S:99-100)

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com








SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....