10 Haziran 2015 Çarşamba

MEVLANA CELÂLEDDİN RUMÎ

Mevlana tasavvuf dünyasının önderlerindendir. Bilindiği gibi  Mesnevi adını verdiği bir kitabı vardır. Bu kitapta varlığın birliği-vahdet-i vücut ve  bir olma- ittihat anlayışı bir takım hayali veya realist hikayelerle; insanlar arasında olduğu kadar hayvanlar arasında da geçen olaylarla anlatılır.
 Mesnevi’de konular öykülerle, masalımsı tarzda anlatılır, açıklanır. Kuşlar, çiçekler, güller, tabiat,
dağlar, taşlar, bulutlar, yıldızlar dile getirilir, insan gibi konuşturulur.  

Günümüzde mevlevilik her ne kadar sünni ekol içinde değerlendirilse de Mevlana kültürünün aslı şiidir. Mevlana’yı Mevlana yapan hocası, gönüldaşı Şems-i Tebrizi İranlı bir alevi-batinidir.
Mevlana Hacı Bektaş, Taptuk Emre veYunus Emre gibi Anadolu erenleriyle ayni dönemde yaşamıştır, onlarla dostlukları sohbetleri olmuştur. O dönemde, 13. asrın başlarında Selçuklu Devleti zamanında  Anadolu’da yaygın olan eköl alevi kültürüdür.
Mevlana’nın insancıl, sevgi dolu, humanist yönü de onun alevi olduğunun işaretidir.
                                                                     * * * * *

Şimdi Mesnevi’nin orijinal ön sözünden  bir kaç cümle aktarmak istiyorum.

“Bu kitap Allah’ın en açık bühranıdır-delili, kanıtıdır..”
“Mesnevi, din asıllarının asıllarının asıllarıdır..”
“Şüphe yok ki, Mesnevi gönüllere şifadır. Mübarek katiplerin elleriyle yazılmıştır..”
“Mesnevi’ye temiz, arınmış kimselerden başkasının dokunmasına müsade edilmez..”
“İlhamla inmiştir, Alemlerin Rabbinden..”
“Koruyucu olan Hak  O’nu korur gözetir..”
“Mesnevi kitabının başka adları da vardır.”
“Adlarını veren ise Allah’ın kendisidir.”                                                                             

Aklı bir kenara bırakan, aşk yoluyla Allah’ın  gizli sırlarına ulaşmış, kendince O’nunla homojen hale gelip “bir” olmuş (! ) en üst seviyede iman, takva sahibi, büyük sufi, mürşit-i kamil Mevlana’nın kitabının ön sözüne  yazdıkları bunlardır..

Allah’ın en açık delili, vahiy ettiği Kur’an’dır.
Mevlana olmasaydı, Mesnevi’yi yazmasaydı insanlar -haşa-  Allah hakkında şüpheye mi düşecekti?
Allah’ın indirdiği, yarattığı, O’nun iradesi tecellisi ile var olan her şey, O’nun delilidir.

Dinin aslı: Kur’an’ı Kerim’dir. Aslının aslı: Levh-i Mahfus'tur. Aslının aslının aslı: Yüce Allah’tır.
Mesnevi, din asıllarının asıllarının asıllarını ihtiva ediyorsa; Mesnevi’nin yazarı Mevlana kendisini
Allah’la “bir”  tutmuş olmaz mı?
 Gönüllere şifa olması, (İsra-82  Yunus-57)  mübarek katipler tarafından  yazılmış olması, (Abese-16)
arınmışlardan başkasının dokunamaması (Vakıa-79) Alemlerin Rabbinden indirilmiş olması (Şuara-192
Vakıa-80) Kur’an’ı Kerim’in bildirilen özelliklerindendir.
Mevlana ayni özellikleri kendi kitabına atfediyor. Mesnevi ile  Kur’an’ın ayni “bir” özelliklere sahip
olduğunu söyleyebiliyor.

Onun hümanist yanını ön plana çıkararak, dans gösterileri eşliğinde mistik ritüeller sergileyerek  Mevlana tacirliği  yapanlar; Mevlana ismini  sembolleştirerek onu ticari meta haline getirip ceplerini dolduranlar, Mevlana’nın saygınlığının azalmasını istemezler.  Bu kişiler son yıllarda çokça dillendirilen buram, buram şirk kokan Mesnevi’nin önsözü konusunda “ bu önsözü yazan Mevlana değildir. Mevlana öldükten çok sonra başka biri tarafından yazılmıştır, Mesnevi’nin ilk dönem orijinal yazımlarında, baskılarında bu önsöz yoktur” demektedirler. Bu kişiler basımı-yazımı eski tarihli olan, söz konusu önsözü ihtiva etmeyen bir Mesnevi’yi herhelde görmüş olmalılar ki, böyle söylemektedirler. Bu kişilerin o görmüş oldukları Mesnevi’yi kamu oyuna da göstermeleri veya nerede hangi kütüphanede gördüklerini söylemeleri gerekir. İsteyen gitsin görsün ki, Mevlana üzerindeki şüpheler dağılıp gitsin. Aksi takdirde; delilsiz iddialar, gerçeğin inkarı anlamında olacaktır. Bir an için söz konusu önsözün gerçekten de sonradan uydurulduğunu, Mevlana’nın kaleminden çıkmadığını varsayalım.  Ama önsözdekilere benzer şirk unsuru ifadeler Mesnevinin içinde de vardır.

Örnek:
“Bu ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya… Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir! Sofiler
   bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.”   Cilt:4 Sayfa-151,178,326

KUR'AN: "Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep, olsa Allah'ın sözleri yine de tükenmezdi...." (Lokman, 27) "Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma." (Mesnevi, c: 6 s: 178)

Kim de yakın aynası varsa, kendini görmüş olsa bile, hakikatte Tanrı’yı görmüş olur.” Cilt-5 Sayfa-166
Panteist felsefeye, vahdet-i vucüt inancına göre; Yaratan’ın, yaratılanlardan ibaret olduğunu tekrar hatırlayalm. Bu anlayışa göre aynaya bakan kişi  yani insanlar da Tanrı’nın bir parçası olmaktadır.

Abdülbaki Gölpınarlı Farsçadan Türkçeye çevirisini yaptığı MEB. yayını olan Mesnevi’nin sonunda yazdığı
kendi şerhinde-açıklamasında bir çok sofilerin, ermişlerin kendilerine ilham yoluyla vahiy geldiğini iddia  ettiklerini söyledikten sonra  şu tespiti yapıyor.
                                                                                   
   “......... Mevlana da  bu beyitlerde Mesnevi’nin vahiy olduğunu söylüyor. Zaten 6 cildin umumi  
   açıklaması sayılan birinci cildin dibacesinde-önsözünde de bunu apaçık söylemektedir..”

Ayrıca Mesnevi’de baş rollerde eşeklerin, kadınların, cariyelerin olduğu; burada yazmaktan hicap
duyacağım edep dışı müstehcen hikayeler anlatılmıştır.

 Said Nursi’nin Risaleleri’nin de bu tarikatin bağlıları ve takipçileri olan cemaatler tarafından-haşa- 
Kur’an’ı tastiklediği ve Kur’an ayetlerinin delili oldukları kabul edilir. Mesnevi ile Nur Risaleleri’ne
atfedilen bu ortak özellik, Mevlevilik ile Nurculuğun; tasavvuf ile tarikat anlayışının bünyelerinde
şirk unsurlar barındırma ve şirke sapma konusunda ortak özellikler taşıdıklarını gösterir.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın son kitap olduğu, Allah’ın çok
açık bildirdiği hükümlerdir. Mevlana hiç şüphesiz bunları bilen birisidir. Ama buna rağmen
bir kitap yazıyor ve yazdığı kitaba Kur’an’la eş, denk  özellikler isnat ediyor.
Bu tavrın dinimizdeki  adı: Şirk’tir.

Önsözün de bile şirk unsuru ifadelerin yer aldığı bir kitabın böylesine ilgi görmesini, kitapçılarda Kur’an’ı Kerim ile birlikte ayni raflarda yan yana yer almasını ve alınıp okunmasını anlamak mümkün değildir.
Mevlana’nın şairlik yönü ve Anadolu alevi kültürünün eseri olan insan sevgisi  anlatılmalı, yazılmalı, tanıtılmalıdır. Ama mevleviliğin İslam’la çelişen yönleri de anlatılmalıdır. Mesnevi’nin  kapsamında İslam’la çelişen, şirk unusuru bir çok ifadelerin olduğu; gayri ahlaki birçok anlatımların olduğu herkes tarafından bilinmelidir. Bu gerçekler ışığında Mevlana ve Mesnevi’ nin gönüllerdeki  yeri tekrar değerlendirilmelidir.
                                                                            * * * * *
Hallac-ı Mansur gibi Mevlana’da şirk yoluna giren tasavvufçulardandır.
Mansur gönlünden geçeni diliyle söylemiştir,  Mevlana ise, gönlünden geçeni yazdığı kitapla ifşa
etmiştir.. Kur’an’ın bildirdiğine göre bunlardan daha zalim kimse yoktur. Çünkü Allah’ın yetkilerine ortak olmak istemişlerdir.

“Yalan düzüp Allah’a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde ‘bana vahyedildi’
   diyen kişi ile, ‘Allah’ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyen kimseden daha zalim kim
   vardır.  Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, ‘Çıkarın
  canlarınızı’ diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah’a karşı gerçek dışı 
   şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz.”  (En'am-93)

“Yazıklar olsun o kişilere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için,
   bu, Allah’ın katındandır’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların haline! 
    Vay kazandıklarından dolayı onların haline.” (Bakara-79)

“Bir zümre vardır ki, aslında kitaptan olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye dillerini kitapla eğip, bükerler. O, Allah katından olmadığı halde  ‘bu Allah katındandır’ derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.” (Aliimran-78)                                                                        

Mevlana hakkında www.istekuran.com sitesinde Hakkı Yılmaz bakalım neler yazmış.

‘‘Mevlâna unvanlı Celâleddin Rumî'ye ait olduğu söylenen kitaplar eğer gerçekten bu şahsa ait ise
 ve başta Mevlevîler olmak üzere diğer tarikat zümreleri tarafından baş tacı yapılmış olan
 Menâkıbu-l Arifin-Ariflerin Menkıbeleri adlı kitapta yazılan rezillikler doğru ise, Celâleddin Rumî'nin-Mevlana’nın  Müslümanlığına yüz bin şahit az gelir.
(Söz konusu kitap, mevlevi  Ahmet Eflaki tarafından  36 yıllık bir araştırmanın sonucunda  yazılmıştır. Eserin yazılma amacı Mevlana’yı ve mevleviliği tarihsel gerçekler ile anlatmak, tanıtmaktır. Ariflerin Menkibeleri, 1990 yılında Abdulbaki Gölpınarlı tarafından gözden geçirilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.)
Hakkında "AŞK PEYGAMBERİ MEVLÂNA" diye kitap yazılan ve "aşk dini"nin peygamberi ilân edilen bu şahıs için hiçbir Müslüman "ne peygamberi?" diye bir soru sormamakta, hiçbir "din adamı" kisveli zevat da tüm ülkede satışı yapılmakta olan kitap hakkında ve de bu  şahsın Kur'an'a aykırı olarak Muhammed'den sonra peygamber ilân edilmesi karşısında bir söz söylememektedir...’’
  
Aşağıda,  Mevlana’ın müridi olan Ahmet Eflaki’nin Menakıbul Arifin-Ariflerin Menkibeleri  
adlı eserden alıntılar yer almaktadır.. (Kabalcı yayınları-Basım yılı:2006 - Sahife:484,485,487)

**Sonra Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?dedi. O yine”benim şeyhim büyüktür” dedi.
En sonunda
Allah mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu?
Mürid ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım.” dedi.
**Başka bir mürite deAllah mı büyük yoksa senin şeyhin mi?diye sordu. Bu mürid debu iki büyük arasında hiç fark yokturdedi..
**  ‘‘Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak kadının eline verdi ve: “Senin istediğin o değil; budur” dedi ve semâ’a başladı. Bunun üzerine halifenin ve eşinin itikadı bir iken bin oldu..’’   
 **  “Mevlana Şems’in yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems  Mevlâna’ya içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde Şems’ten başkasını görmedi  Kimya nereye gitti? dedi. Şems  ‘‘Yüce Tanrı beni o kadar sever ki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya Hatun şeklinde geldi’’ buyurdu..  
 “Şems şöyle devam etti: “Bayezıd-i Bestami’nin hali de böyle idi. Tanrı ona tüyü-sakalı bitmemiş genç bir oğlan şeklinde görünürdü...” (Eflaki – Menakıbul Arifin C:2 S:72)

Yüce Allah’a karşı böylesine ahlaksızca, edep dışı sapıkça söylemleri bünyesinde barındıran tasavvuf kültürünün insan nefsini terbiye eden, güzel ahlak yolu olduğunu söylemek mümkün değildir...

Prof. Dr. Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi teşkilatının Kuruluşu adlı kitabında Mevlana’nın bir başka özelliğine; Moğol istilacılara yakınlığına dikkat çekmiştir. Büyük tarihçi Halil İnalçık Osmanlı ve Modern Türkiye adlı eserinin 71. sayfasında Mikail Bayram’ın söz konusu eserine atıf yapmış ve “Prof. Bayram’ın çağdaş kaynakları tenkit süzgecinden geçirerek vardığı sonuçları kabule değer görmekteyiz” dedikten sonra şunları yazmıştır.

Kırşehir, ahilerin güçlü oldukları bir şehirdi. Moğol idarecilere yakın olan Mevlana Celalü’d-Din’in şeyhi Şems-i Tebrizi’nin katlinden ahiler, bu arada Ahi Evren sorumlu tutuldu ve hapse atıldı. Hapisten çıkınca Kırşehir’e gidip yerleşti. Kırşehir emaretine tayin olunan Nureddin Caca bey (Mevlana’nın müridi) bölgede idare karşıtı Türkmen ve isyan eden Kırşehir ahilerini şiddetle kırıp geçirdi. Ahi Evren’in de bu öldürülenler arasında bulunduğu tahmin olunmaktadır. (1261)
 Ahilerin zaviyeleri ellerinden alınıp Mevlana’nın yakınlarına verildi. Akasaray, Niğde, Denizli, Tokat ve Sivas gibi Orta Anadolu’nun önemli kentlerinde Kırşehir’dekine benzer olaylarda başlıca ahilerin ezildiği-katledildiği ileri sürülmektedir. Bu katliamlar üzerine ahilerin Selçuklu-Moğol zulmüne uğrayan Babailer ve abdallar gibi Türkmenlerin egemen olduğu uç bölgelere göçe başladıkları düşünülmektedir.
Bölgede Osman ve Orhan’dan zaviyeleri için vakıf ve çiftlik almış bir çok ahi tespit etmekteyiz........
Osman Gazi’nin ahilerle yakınlığı olan mürşidi Babai Şeyhi Edepali ve Çorum Mecidözü’ne kaçan Aşık Paşa’nın Kırşehir katliamından sonra kaçanlar arasında oldukları düşünülmüştür..”      

Saygılarımla.

VEDAT AKBAŞAK            

                                                                                                                                                

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....