Mevlana tasavvuf dünyasının önderlerindendir. Bilindiği gibi Mesnevi
adını verdiği bir kitabı vardır. Bu kitapta varlığın birliği-vahdet-i vücut ve bir olma- ittihat anlayışı bir takım hayali
veya realist hikayelerle; insanlar arasında olduğu kadar hayvanlar arasında da
geçen olaylarla anlatılır.
Mesnevi’de konular
öykülerle, masalımsı tarzda anlatılır, açıklanır. Kuşlar, çiçekler, güller,
tabiat,
dağlar, taşlar, bulutlar, yıldızlar dile getirilir, insan
gibi konuşturulur.
Günümüzde mevlevilik her ne kadar sünni ekol içinde
değerlendirilse de Mevlana kültürünün aslı şiidir. Mevlana’yı Mevlana yapan
hocası, gönüldaşı Şems-i Tebrizi İranlı bir alevi-batinidir.
Mevlana Hacı Bektaş, Taptuk Emre veYunus Emre gibi Anadolu
erenleriyle ayni dönemde yaşamıştır, onlarla dostlukları sohbetleri olmuştur. O
dönemde, 13. asrın başlarında Selçuklu Devleti zamanında Anadolu’da yaygın olan eköl alevi kültürüdür.
Mevlana’nın insancıl, sevgi dolu, humanist yönü de onun
alevi olduğunun işaretidir.
* * * * *
Şimdi Mesnevi’nin orijinal ön sözünden bir kaç cümle aktarmak istiyorum.
“Bu kitap Allah’ın en
açık bühranıdır-delili, kanıtıdır..”
“Mesnevi, din
asıllarının asıllarının asıllarıdır..”
“Şüphe yok ki, Mesnevi gönüllere şifadır. Mübarek
katiplerin elleriyle yazılmıştır..”
“Mesnevi’ye temiz, arınmış kimselerden başkasının
dokunmasına müsade edilmez..”
“İlhamla inmiştir, Alemlerin Rabbinden..”
“Koruyucu olan Hak O’nu korur gözetir..”
“Mesnevi kitabının başka adları da vardır.”
“Adlarını veren ise Allah’ın kendisidir.”
Aklı bir kenara bırakan, aşk yoluyla Allah’ın gizli sırlarına ulaşmış, kendince O’nunla homojen
hale gelip “bir” olmuş (! ) en üst seviyede iman, takva sahibi, büyük sufi, mürşit-i
kamil Mevlana’nın kitabının ön sözüne yazdıkları bunlardır..
Allah’ın en açık delili, vahiy ettiği
Kur’an’dır.
Mevlana olmasaydı, Mesnevi’yi
yazmasaydı insanlar -haşa- Allah
hakkında şüpheye mi düşecekti?
Allah’ın indirdiği, yarattığı, O’nun
iradesi tecellisi ile var olan her şey, O’nun delilidir.
Dinin aslı: Kur’an’ı Kerim’dir.
Aslının aslı: Levh-i Mahfus'tur. Aslının aslının aslı: Yüce Allah’tır.
Mesnevi,
din asıllarının asıllarının asıllarını ihtiva ediyorsa; Mesnevi’nin yazarı Mevlana
kendisini
Allah’la “bir” tutmuş olmaz mı?
Gönüllere şifa olması, (İsra-82 Yunus-57) mübarek katipler tarafından yazılmış olması, (Abese-16)
arınmışlardan başkasının dokunamaması
(Vakıa-79) Alemlerin Rabbinden indirilmiş olması (Şuara-192
Vakıa-80) Kur’an’ı Kerim’in
bildirilen özelliklerindendir.
Mevlana
ayni özellikleri kendi kitabına atfediyor. Mesnevi ile Kur’an’ın ayni “bir” özelliklere sahip
olduğunu söyleyebiliyor.
Onun hümanist yanını ön plana
çıkararak, dans gösterileri eşliğinde mistik ritüeller sergileyerek Mevlana tacirliği yapanlar; Mevlana ismini sembolleştirerek onu ticari meta haline
getirip ceplerini dolduranlar, Mevlana’nın saygınlığının azalmasını istemezler.
Bu kişiler son yıllarda çokça dillendirilen
buram, buram şirk kokan Mesnevi’nin önsözü
konusunda “ bu önsözü yazan Mevlana değildir. Mevlana öldükten çok sonra başka biri tarafından yazılmıştır,
Mesnevi’nin ilk dönem orijinal yazımlarında, baskılarında bu önsöz yoktur” demektedirler.
Bu kişiler basımı-yazımı eski tarihli olan, söz konusu önsözü ihtiva etmeyen bir Mesnevi’yi herhelde görmüş olmalılar
ki, böyle söylemektedirler. Bu kişilerin o görmüş oldukları
Mesnevi’yi kamu oyuna da göstermeleri veya nerede hangi kütüphanede gördüklerini
söylemeleri gerekir. İsteyen gitsin görsün ki, Mevlana üzerindeki şüpheler
dağılıp gitsin. Aksi takdirde; delilsiz iddialar,
gerçeğin inkarı anlamında olacaktır. Bir an
için söz konusu önsözün gerçekten de sonradan uydurulduğunu, Mevlana’nın
kaleminden çıkmadığını varsayalım. Ama önsözdekilere benzer şirk unsuru ifadeler
Mesnevinin içinde de vardır.
Örnek:
“Bu ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya…
Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir! Sofiler
bunu halktan gizlemek için gönül
vahyi demişlerdir.” Cilt:4
Sayfa-151,178,326
KUR'AN: "Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep, olsa Allah'ın sözleri yine de tükenmezdi...." (Lokman, 27)
"Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma." (Mesnevi, c: 6 s: 178)
“Kim de yakın aynası varsa,
kendini görmüş olsa bile, hakikatte Tanrı’yı görmüş olur.” Cilt-5
Sayfa-166
Panteist felsefeye, vahdet-i vucüt inancına göre;
Yaratan’ın, yaratılanlardan ibaret olduğunu tekrar hatırlayalm. Bu anlayışa
göre aynaya bakan kişi yani insanlar da
Tanrı’nın bir parçası olmaktadır.
Abdülbaki Gölpınarlı Farsçadan
Türkçeye çevirisini yaptığı MEB. yayını olan Mesnevi’nin sonunda yazdığı
kendi şerhinde-açıklamasında bir çok
sofilerin, ermişlerin kendilerine ilham yoluyla vahiy geldiğini iddia ettiklerini söyledikten sonra şu tespiti yapıyor.
“......... Mevlana da bu
beyitlerde Mesnevi’nin vahiy olduğunu söylüyor. Zaten 6 cildin umumi
açıklaması sayılan birinci cildin
dibacesinde-önsözünde de bunu apaçık söylemektedir..”
Ayrıca
Mesnevi’de baş rollerde eşeklerin, kadınların, cariyelerin olduğu; burada
yazmaktan hicap
duyacağım edep dışı müstehcen
hikayeler anlatılmıştır.
Said Nursi’nin Risaleleri’nin de bu
tarikatin bağlıları ve takipçileri olan cemaatler tarafından-haşa-
Kur’an’ı tastiklediği ve Kur’an ayetlerinin delili oldukları kabul
edilir. Mesnevi ile Nur Risaleleri’ne
atfedilen bu ortak özellik, Mevlevilik ile Nurculuğun; tasavvuf
ile tarikat anlayışının bünyelerinde
şirk unsurlar barındırma ve şirke sapma konusunda ortak özellikler
taşıdıklarını gösterir.
Bilindiği gibi Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’an’ın
son kitap olduğu, Allah’ın çok
açık bildirdiği hükümlerdir. Mevlana hiç şüphesiz bunları
bilen birisidir. Ama buna rağmen
bir kitap yazıyor ve yazdığı kitaba Kur’an’la eş,
denk özellikler isnat ediyor.
Bu tavrın dinimizdeki
adı: Şirk’tir.
Önsözün de bile şirk unsuru ifadelerin yer aldığı bir
kitabın böylesine ilgi görmesini, kitapçılarda Kur’an’ı Kerim ile birlikte ayni
raflarda yan yana yer almasını ve alınıp okunmasını anlamak mümkün değildir.
Mevlana’nın şairlik yönü ve Anadolu alevi kültürünün eseri
olan insan sevgisi anlatılmalı,
yazılmalı, tanıtılmalıdır. Ama mevleviliğin İslam’la çelişen yönleri de
anlatılmalıdır. Mesnevi’nin kapsamında
İslam’la çelişen, şirk unusuru bir çok ifadelerin olduğu; gayri ahlaki birçok
anlatımların olduğu herkes tarafından bilinmelidir. Bu gerçekler ışığında
Mevlana ve Mesnevi’ nin gönüllerdeki yeri tekrar değerlendirilmelidir.
* * * * *
Hallac-ı Mansur gibi Mevlana’da şirk yoluna giren
tasavvufçulardandır.
Mansur gönlünden geçeni diliyle söylemiştir, Mevlana ise, gönlünden geçeni yazdığı kitapla
ifşa
etmiştir.. Kur’an’ın bildirdiğine göre bunlardan daha
zalim kimse yoktur. Çünkü Allah’ın yetkilerine ortak olmak istemişlerdir.
“Yalan düzüp Allah’a iftira eden veya
kendine bir şey vahyedilmediği halde ‘bana vahyedildi’
diyen kişi ile, ‘Allah’ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyen
kimseden daha zalim kim
vardır. Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları
içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, ‘Çıkarın
canlarınızı’ diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü
Allah’a karşı gerçek dışı
şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz.” (En'am-93)
“Yazıklar olsun o kişilere ki,
elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için,
bu, Allah’ın katındandır’ derler.
Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların haline!
Vay kazandıklarından dolayı onların haline.” (Bakara-79)
“Bir zümre
vardır ki, aslında kitaptan olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye
dillerini kitapla eğip, bükerler. O, Allah katından olmadığı halde ‘bu Allah katındandır’ derler. Bilip
durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.” (Aliimran-78)
Mevlana hakkında www.istekuran.com sitesinde Hakkı Yılmaz
bakalım neler yazmış.
‘‘Mevlâna
unvanlı Celâleddin Rumî'ye ait olduğu söylenen kitaplar eğer gerçekten bu şahsa
ait ise
ve başta Mevlevîler olmak üzere diğer tarikat
zümreleri tarafından baş tacı yapılmış olan
Menâkıbu-l Arifin-Ariflerin Menkıbeleri adlı
kitapta yazılan rezillikler doğru ise, Celâleddin Rumî'nin-Mevlana’nın Müslümanlığına yüz bin şahit az gelir.
(Söz konusu kitap, mevlevi Ahmet Eflaki tarafından 36 yıllık bir araştırmanın sonucunda yazılmıştır. Eserin yazılma amacı Mevlana’yı ve
mevleviliği tarihsel gerçekler ile anlatmak, tanıtmaktır. Ariflerin
Menkibeleri, 1990 yılında Abdulbaki Gölpınarlı tarafından gözden geçirilmiş ve
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.)
Hakkında "AŞK PEYGAMBERİ
MEVLÂNA" diye kitap yazılan ve "aşk dini"nin peygamberi ilân edilen
bu şahıs için hiçbir Müslüman "ne peygamberi?" diye bir soru
sormamakta, hiçbir "din adamı" kisveli zevat da tüm ülkede satışı
yapılmakta olan kitap hakkında ve de bu şahsın Kur'an'a aykırı olarak Muhammed'den
sonra peygamber ilân edilmesi karşısında bir söz söylememektedir...’’
Aşağıda, Mevlana’ın müridi olan Ahmet Eflaki’nin Menakıbul
Arifin-Ariflerin Menkibeleri
adlı eserden
alıntılar yer almaktadır.. (Kabalcı yayınları-Basım yılı:2006 -
Sahife:484,485,487)
**Sonra “Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?” dedi. O yine”benim şeyhim büyüktür” dedi.
En sonunda “Allah mı büyük, yoksa senin şeyhin mi diye sordu?
Mürid “ben Allah’ı şeyhimle gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım.” dedi.
**Başka bir mürite de “Allah mı büyük yoksa senin şeyhin mi?” diye sordu. Bu mürid de “bu iki büyük arasında hiç fark yoktur” dedi..
** ‘‘Halifenin
karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin
ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak
kadının eline verdi ve: “Senin istediğin o değil; budur” dedi ve semâ’a
başladı. Bunun üzerine halifenin ve eşinin itikadı bir iken bin oldu..’’
** “Mevlana
Şems’in yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile
oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için
medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems
Mevlâna’ya içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde Şems’ten
başkasını görmedi Kimya nereye gitti?
dedi. Şems ‘‘Yüce
Tanrı beni o kadar sever ki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya
Hatun şeklinde geldi’’ buyurdu..
“Şems şöyle
devam etti: “Bayezıd-i Bestami’nin hali de böyle idi. Tanrı ona tüyü-sakalı
bitmemiş genç bir oğlan şeklinde görünürdü...” (Eflaki – Menakıbul Arifin C:2 S:72)
Yüce Allah’a
karşı böylesine ahlaksızca, edep dışı sapıkça söylemleri bünyesinde barındıran
tasavvuf kültürünün insan nefsini terbiye eden, güzel ahlak yolu olduğunu
söylemek mümkün değildir...
Prof. Dr.
Mikail Bayram, Ahi Evren ve Ahi teşkilatının Kuruluşu adlı kitabında Mevlana’nın
bir başka özelliğine; Moğol istilacılara yakınlığına dikkat çekmiştir. Büyük
tarihçi Halil İnalçık Osmanlı ve Modern Türkiye adlı eserinin 71. sayfasında
Mikail Bayram’ın söz konusu eserine atıf yapmış ve “Prof. Bayram’ın çağdaş
kaynakları tenkit süzgecinden geçirerek vardığı sonuçları kabule değer
görmekteyiz” dedikten sonra şunları yazmıştır.
“Kırşehir, ahilerin güçlü oldukları bir
şehirdi. Moğol idarecilere yakın olan Mevlana Celalü’d-Din’in şeyhi Şems-i
Tebrizi’nin katlinden ahiler, bu arada Ahi Evren sorumlu tutuldu ve hapse
atıldı. Hapisten çıkınca Kırşehir’e gidip yerleşti. Kırşehir emaretine
tayin olunan Nureddin Caca bey (Mevlana’nın müridi) bölgede idare karşıtı
Türkmen ve isyan eden Kırşehir ahilerini şiddetle kırıp geçirdi. Ahi Evren’in
de bu öldürülenler arasında bulunduğu tahmin olunmaktadır. (1261)
Ahilerin zaviyeleri ellerinden alınıp
Mevlana’nın yakınlarına verildi. Akasaray, Niğde, Denizli, Tokat ve Sivas gibi Orta Anadolu’nun önemli
kentlerinde Kırşehir’dekine benzer olaylarda başlıca ahilerin
ezildiği-katledildiği ileri sürülmektedir. Bu katliamlar üzerine ahilerin
Selçuklu-Moğol zulmüne uğrayan Babailer ve abdallar gibi Türkmenlerin egemen
olduğu uç bölgelere göçe başladıkları düşünülmektedir.
Bölgede Osman ve Orhan’dan zaviyeleri
için vakıf ve çiftlik almış bir çok ahi tespit etmekteyiz........
Osman Gazi’nin ahilerle yakınlığı olan
mürşidi Babai Şeyhi Edepali ve Çorum Mecidözü’ne kaçan Aşık Paşa’nın Kırşehir
katliamından sonra kaçanlar arasında oldukları düşünülmüştür..” Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK