11 Haziran 2015 Perşembe

TASAVVUF - PANTEİST FELSEFE

“...nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder. 
   (Nefs-i Emmare)  Ama Rabbim çok affedici, çok esirgeyicidir..”  (Yusuf-53)
“Nefsini temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur. Onu kirletip örten ise kayba
   uğramıştır..”(Şems – 9, 10 )

Nefsin terbiyesi ve tekamülü konusunda insanlar Kur’an’ın gösterdiği yolu takip etmeleri gerekirken; yabancı kültürlerin etkisiyle gizemli, mistik, ezoterik başka yolları takip etmişlerdir. 

Tasavvuf: Nefis terbiyesidir. Tüm kötü huyları bir tarafa atmak, tüm iyi huyları kendinde toplamaktır. Allah’a yönelmek, gönülleri sadece Allah aşkıyla doldurmak, maneviyatı yükseltmek, derinleşmek, ruhsal olgunluğu arttırmaktır. Ölmeden ölmek, yaşarken yeniden doğmak, her daim diri olmaktır..(!)
 Gayb alemine ait ilahi hakikatlere sezgi, ilham, keramet yolu ile ulaşmaktır.. (!)
Allah’a varmak, O’nunla “bir” olmaktır.. (!) 

Yedinci yüzyılın sonlarına kadar amele, ibadete, ahlaka önem veren Hasan Basri, Veysel Karani, Rabia gibi değerli alimler, sufiler yetişmiştir. 10. asırdan sonra Gazali’den  itibaren İslam’ın yayıldığı ülkelerden, değişik medeniyetlerden tasavvufa bir çok yabancı kültür karışmıştır. Akıl ve amelden uzaklaşılmış; duygu, ilham ve kerametler ön plana çıkmıştır. 

Tasavvuf kabüllerine göre:
Kur’an’da bildirilen emir ve yasaklara uymak, ibadet etmek her sıradan müminin yerine getirmesi
gereken kulluk görevidir. Bu kişilere dinin “zahir” dış yüzüyle meşgul olan avam tabakası denir.
Dinin “batın” iç yüzüyle meşgul olan seçkin kullar;(!) mutasavvıflar, sufiler, evliyalar, gavslar, kutuplar inisiyasyon yoluyla; çeşitli ritüeller, ayinler, törenlerle bir çok aşamalardan geçerek nefislerini terbiye ederler ve dinin gizli yönlerini, sırlarını keşfederler. Keramet sahibi olurlar. 
Fena fillah olurlar-Allah’ta eriyip yok olurlar, O’nunla bir olurlar ve sezgi-ilham yoluyla Allah’tan bilgi- vahiy alırlar. (!)
Oysa bakın Kur’an ne diyor.

“Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir..”( Hud-123)

Tasavvufun temeli Kur’an hükümleri değildir; Hint kültürü, Buda inancı, Kabala, panteist felsefe,
bâtinilik, hurafilik gibi mistik, ezoterik akımlardır.

Panteizm: Tanrı ve evreni bir-aynı gören felsefedir. Tanrı evrendir, evren de tanrıdır. Başka bir anlatımla: Yaratan= Yaratılanların yani evrenin tamamıdır. Evreni ilahlaştıran bu felsefeye göre Yaratan, yaratılanlardan ayrı ilahi bir güç değildir, Tanrı evrene aşkın değil, içkindir.
Oysa Kur’an’da Yaratan ve yaratılan ayrımı çok net olarak vurgulanmıştır.

 Yaratan, yaratamayana-kendisi yaratılmış olana benzer mi? Hiç düşünmüyor musunuz..? (Nahl-17)
“O gökleri ve yeri yoktan yaratandır... O’nun benzeri gibisi bile yoktur, olamaz..” (Şura-11 )

Budizim’de ferdi ruh Atman ve evrensel ruh Brahma vardır. Ferdi ruh, evrensel ruha irasyonel, metafizik yollarla; mistik inanışlarla, sezgi, sevgi, aşk yoluyla ulaşmak, onunla bir olmak ister..
Önemle belirtmek gerekir ki, İslam mistik, ezoterik-gizemli, gizemci bir düşünce akımının adı değildir.
İslam’ı mistik inançlar içinde göstermek ve onu tanımlarken ‘‘İslam mistisizmi’’ veya ‘‘İslam tasavvufu’’ gibi ifadeler kullanmak çok büyük yanlıştır. Aklı kullanmamak, basiret denen gönül gözünü kör eder. Kur’an rasyonel yolları; aklı, akletmeyi, bilimi ve manevi aydınlanmayı işaret eder.
 Mistisizimde ise, olağanüstü özellikler atfedilen, ilahi sıfatlar verilerek kutsallaştırılan keramet sahibi insanlar vardır. Her inanç sisteminde mistik akımlar olmuştur. Yaratan’a irasyonel, akla uygun olmayan yollarla; gizli, gizemli yollarla; gönül, duygu, sevgi, aşk, sezgi, ilham yoluyla ulaşmak isteyen akımlar vardır. Budizim ve diğer Hint inançlarında yaygın olarak görülen bu akımlardan Yahudiler ve Müslümanlar da  etkilenmiştir. Bu akımın adı: Kabalada -Yahudi tasavvufunda vahdet-i vücut,  İslam tasavvufunda ise ittihat inancıdır.
                                                                             
Vahdet-i vücut inancına göre: Kainatın tamamı-yaratılanlar Yaratan’ın aynaya aksetmiş zuhuru, tezahürü, yansımasıdır; Yaratan,  yaratılanların bütünüdür. Varoluşun tamamı  Tanrı’ın kendini gösterdiği aynadır. Tanrı yaratılanlardan ibarettir.
Bu ekol mensupları La ilahe illallah-Allah’tan başka ilah yoktur demezler. La mevcuda illallah - Allah’tan başka varlık-mevcut yoktur derler. Bunlara göre Allah ile evren ayni-tek varlıktır. Yaratılan ne varsa; insanlar, hayvanlar, bitkiler, erdemliler, edepliler, edepsizler, ahlaksızlar, katiller, alkolikler hiç istisnasız herkes, her şey Allah’ın bir parçasıdır.  Bu şirkin en berbat halidir. Bu ekolü İslam’a bulaştıran Muhyiddin Arab-i’dir. Vahdet-i vücut inancı ile panteist felsefe ve Yahudi tasavvufu Kabala arasında büyük benzerlik vardır.

Varlığın birliği anlamına gelen vahdet-i vücut anlayışı ile örtülü bir biçimde de olsa panteizme kapı aralanır. Panteizmde Evren Tanrı  olarak görülürken, vahdet-i vücut anlayışında evrenin; evrende bulunan canlı, cansız bütün varlıkların Tanrı’nın bir parçası veya Tanrı’nın bir yansıması olduğuna; Allah’ın kainata hulul ettiğine inanılır. Tanrı’nın bir parçası olduğuna  inanmak aslında “ben de Tanrı’yım” demektir.


İttihat inancında Yaratan, yaratılan ayrımı olmakla birlikte Tanrı’ya yönelen, yüzünü Tanrı’ya dönen, O’na varmaya çalışan seçkin kişiler  bir çok zorlu aşamalardan sonra bir gün gelir beşeri niteliklerden arınırlar, Allah’la bir-leşir, O’nunla “Bir” olurlar, O’nun gibi olurlar; O’nun bazı niteliklerine sahip olurlar. İnsanları Tanrı’laştırırlar...

Hüthüt kuşunun klavuzluğunda-mürşitliğinde diğer kuşların-müritlerin padişahları Simurg’u-Tanrı’yı
aradığı, zorlu uzun yolculuğun sonunda kalan otuz kuşun aradıkları Simurg’un (Farsça “si” otuz
demektir, “murg” kuş demektir.) aslında kendilerinden ibaret olduğunu, her birinin simurg olduğunu, aradıkları Tanrı’nın aslında kendilerinden başka bir şey  olmadığını anlamaları. Yaratılanların Yaratan’ın zuhuru-belirtisi olduğu; Yaratan’ın da yaratılanlardan ibaret olduğunu anlatan hikayeler tasavvuf edebiyatının Kur’an anlayışıyla bağdaşmayan  konularıdır.

 Kur’an anlayışına göre; insanlar ve kozmozun-evrenin tamamı Allah’ın yarattığı ayetlerdir.
Allah’ın delili, işareti, belirtisi olan her şey O’nun ayetleridir. İnsanlar, diğer canlılar ve evrende olan her şey  Allah’ın iradesi sonucu yaratılmıştır. Evrendeki her şey varoluşun, yaratılışın bir parçasıdır;Yaratan’ın değil.

Mistik, panteist kabüllerin aksine, Allah varlığı başkasına muhtaç olmayandır. Allah’ın varlığı yarattıklarının varlığına endeksli değildir. Evren yaratılmadan önce de Allah vardı. Gökleri ve yeri
yaratan, yoktan vareden Allah’tır. (Araf-54  Yunus-3  Hud-7)  Yaratan Yarattıklarına içkin değildir;
hiç şüphesiz yarattıklarından aşkın, üstün olandır.

“Evvel’dir O, başlangıcı yoktur; Ahir’dir O, sonu yoktur; Zahir’dir O, her şeyde belirir; Batın’dır O,
   gözlerden gizlenmiştir..”  (Hadid-3)                                                                           

Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklerinden anlıyoruz ki: Allah Haalik’tir, Hallak’tır, Bari’dir,
Bedi’dir, Muhyi’dir,Fatır’tır, Kaahir’dir, Kebir’dir, Malik’tir; yani Yaratandır, var edendir, hayat verendir, varoluşu genişleten, yönetendir. Yaratılanlar üzerinde egemenlik kurandır. Varoluşun sahibidir ve en önemlisi Yüce Allah Vahit’tir sıfatlarında, özelliklerinde, yetkilerinde tek olandır.
Hiç bir şey O’nun eşi ve benzeri olmadığı gibi, benzeri gibi bir şey de yoktur, olamaz.
O hiç bir şeye benzemez, Hiç bir şey de O’na benzemez.

“Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz..” (İhlas-4)
“O’nun benzeri gibisi bile yoktur, olamaz..” (Şura-11)
“O hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye 
   sığmayacak kadar yüksek..” (İsra-43)

Allah: Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklere, yetkilere, güce sahip olan ilahi kudrettir. Kur’an’da bildirilen uluhiyet özelliklerine sadakatten ayrılıp, Allah’ı başka şekilde tanımlama gayretleri yeni bir ilah yaratma gayretidir. Tam bir sapmadır, açık bir şirktir.
Müslümanların inandığı  Allah, Kur’an’da nitelikleri bildirilen ilahi kudrettir.
“Ben Müslümanın” diyen birinin Kur’an’da bildirilenden farklı bir Allah anlayışı olamaz.  

“Bazı mistikler, tasavvufçular ve felsefeciler sağduyuya aykırı başka bir iddiada bulunmuşlardır.
İslam tasavvufunda “vahdeti vücut” olarak bilinen ve Muhyiddin Arabi gibi ünlü temsilcileri olan bu anlayış, felsefe tarihinde en çok Spinoza ile beraber anılır ve panteizm olarak adlandırılır. Bu anlayışa göre Tanrı evrenin ta kendisidir. Tanrı ve evren aynidir. Evren Tanrı’nın bir parçası ya da görünüşüdür.
Bing Bang, evrenin başlangıçını yokluğa indirgeyerek, evrene  Tanrı statüsünün verilmesini ve Tanrı’yı evrene içkin görmeyi onaylamaz. Bing Bang evrenin dışında olan (aşkın) ve evren ile zamanı yaratan bir Tanrı’yı gerektirir. Başlangıçta hiçbir formu olmayan bir tekliği, Tanrı ile özdeş veya Tanrı’nın bir parçası olarak görmek mümkün değildir...” 
(Caner Taslaman – Bing Bang ve Tanrı – S: 162)     

“Tevhid, Yaratan’ın diğer bütün yaratılmışlardan ontolojik olarak ayrı tutulması demektir. Zira yaratılmış olan, zaman ve mekan kanunlarına tabidir; dolayısıyla Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hiç bir anlamda bir birleşme ve bütünleşme düşünülemez. (H. Kırbaşoğlu-Ahir Zaman İlmihali- S:86)

Saygılarımla.

VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com
                                                                                     

                                                                                     
                                                                                       

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....