“...nefs,
Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücüyle kötülüğü emreder.
(Nefs-i
Emmare) Ama Rabbim çok affedici, çok esirgeyicidir..” (Yusuf-53)
“Nefsini
temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur. Onu kirletip örten ise kayba
uğramıştır..”(Şems – 9,
10 )
Nefsin terbiyesi ve tekamülü konusunda insanlar Kur’an’ın
gösterdiği yolu takip etmeleri gerekirken; yabancı kültürlerin etkisiyle
gizemli, mistik, ezoterik başka yolları takip etmişlerdir.
Tasavvuf: Nefis
terbiyesidir. Tüm kötü huyları bir tarafa atmak, tüm iyi huyları kendinde
toplamaktır. Allah’a yönelmek, gönülleri sadece Allah aşkıyla doldurmak,
maneviyatı yükseltmek, derinleşmek, ruhsal olgunluğu arttırmaktır. Ölmeden ölmek,
yaşarken yeniden doğmak, her daim diri olmaktır..(!)
Gayb alemine ait
ilahi hakikatlere sezgi, ilham, keramet yolu ile ulaşmaktır.. (!)
Allah’a varmak, O’nunla “bir” olmaktır.. (!)
Yedinci yüzyılın sonlarına
kadar amele, ibadete, ahlaka önem veren Hasan Basri, Veysel Karani, Rabia gibi değerli alimler, sufiler yetişmiştir. 10. asırdan
sonra Gazali’den itibaren İslam’ın
yayıldığı ülkelerden, değişik medeniyetlerden tasavvufa bir çok yabancı kültür
karışmıştır. Akıl ve amelden uzaklaşılmış; duygu, ilham ve kerametler ön plana çıkmıştır.
Tasavvuf kabüllerine göre:
Kur’an’da bildirilen emir ve
yasaklara uymak, ibadet etmek her sıradan müminin yerine getirmesi
gereken kulluk görevidir. Bu kişilere dinin “zahir” dış
yüzüyle meşgul olan avam tabakası denir.
Dinin “batın” iç yüzüyle meşgul olan seçkin kullar;(!)
mutasavvıflar, sufiler, evliyalar, gavslar,
kutuplar inisiyasyon yoluyla; çeşitli ritüeller, ayinler, törenlerle bir çok
aşamalardan geçerek nefislerini terbiye ederler ve dinin gizli yönlerini, sırlarını keşfederler. Keramet sahibi olurlar.
Fena fillah olurlar-Allah’ta eriyip yok olurlar, O’nunla bir olurlar ve sezgi-ilham
yoluyla Allah’tan bilgi- vahiy alırlar. (!)
Oysa bakın Kur’an ne diyor.
“Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir..”( Hud-123)
Tasavvufun
temeli Kur’an hükümleri değildir; Hint
kültürü, Buda inancı, Kabala, panteist felsefe,
bâtinilik, hurafilik gibi mistik, ezoterik akımlardır.
Panteizm: Tanrı ve evreni
bir-aynı gören felsefedir. Tanrı evrendir, evren de tanrıdır. Başka bir
anlatımla: Yaratan= Yaratılanların yani evrenin tamamıdır. Evreni ilahlaştıran
bu felsefeye göre Yaratan, yaratılanlardan ayrı ilahi bir güç değildir, Tanrı
evrene aşkın değil, içkindir.
Oysa Kur’an’da Yaratan ve yaratılan ayrımı çok net olarak
vurgulanmıştır.
“Yaratan, yaratamayana-kendisi yaratılmış olana benzer mi? Hiç
düşünmüyor musunuz..? (Nahl-17)
“O gökleri ve yeri yoktan yaratandır... O’nun benzeri gibisi bile yoktur,
olamaz..” (Şura-11 )
Budizim’de ferdi ruh Atman ve evrensel ruh Brahma vardır.
Ferdi ruh, evrensel ruha irasyonel, metafizik yollarla; mistik inanışlarla, sezgi, sevgi, aşk yoluyla
ulaşmak, onunla bir olmak ister..
Önemle belirtmek gerekir ki, İslam mistik, ezoterik-gizemli,
gizemci bir düşünce akımının adı değildir.
İslam’ı mistik inançlar içinde göstermek ve onu
tanımlarken ‘‘İslam mistisizmi’’ veya ‘‘İslam tasavvufu’’ gibi ifadeler kullanmak çok büyük yanlıştır. Aklı
kullanmamak, basiret denen gönül gözünü kör eder. Kur’an rasyonel yolları; aklı, akletmeyi, bilimi ve manevi
aydınlanmayı işaret eder.
Mistisizimde ise, olağanüstü özellikler atfedilen, ilahi
sıfatlar verilerek kutsallaştırılan keramet sahibi insanlar vardır. Her inanç sisteminde mistik akımlar olmuştur. Yaratan’a irasyonel,
akla uygun olmayan yollarla; gizli, gizemli yollarla; gönül, duygu, sevgi, aşk, sezgi, ilham yoluyla
ulaşmak isteyen akımlar vardır. Budizim ve diğer Hint inançlarında yaygın olarak görülen
bu akımlardan Yahudiler ve Müslümanlar da
etkilenmiştir. Bu akımın adı: Kabalada -Yahudi tasavvufunda vahdet-i vücut,
İslam tasavvufunda ise ittihat
inancıdır.
Vahdet-i
vücut inancına göre: Kainatın tamamı-yaratılanlar Yaratan’ın aynaya aksetmiş zuhuru,
tezahürü, yansımasıdır; Yaratan, yaratılanların bütünüdür. Varoluşun
tamamı Tanrı’ın kendini gösterdiği
aynadır. Tanrı yaratılanlardan ibarettir.
Bu ekol mensupları La ilahe illallah-Allah’tan başka ilah
yoktur demezler. La mevcuda illallah - Allah’tan başka varlık-mevcut yoktur
derler. Bunlara göre Allah ile evren ayni-tek varlıktır. Yaratılan ne varsa;
insanlar, hayvanlar, bitkiler, erdemliler, edepliler, edepsizler, ahlaksızlar,
katiller, alkolikler hiç istisnasız herkes, her şey Allah’ın bir parçasıdır. Bu şirkin en berbat halidir. Bu ekolü İslam’a
bulaştıran Muhyiddin Arab-i’dir. Vahdet-i vücut inancı ile panteist felsefe ve Yahudi tasavvufu Kabala arasında büyük benzerlik vardır.
Varlığın birliği
anlamına gelen vahdet-i vücut anlayışı ile örtülü bir biçimde de olsa panteizme
kapı aralanır. Panteizmde Evren Tanrı olarak görülürken, vahdet-i vücut anlayışında
evrenin; evrende bulunan canlı, cansız bütün varlıkların Tanrı’nın bir parçası
veya Tanrı’nın bir yansıması olduğuna; Allah’ın kainata hulul ettiğine
inanılır. Tanrı’nın bir parçası olduğuna inanmak aslında “ben de Tanrı’yım” demektir.
İttihat
inancında Yaratan, yaratılan ayrımı olmakla birlikte Tanrı’ya yönelen,
yüzünü Tanrı’ya dönen, O’na varmaya çalışan seçkin kişiler bir çok zorlu aşamalardan sonra bir gün gelir beşeri
niteliklerden arınırlar, Allah’la bir-leşir, O’nunla “Bir” olurlar, O’nun gibi
olurlar; O’nun bazı niteliklerine sahip olurlar. İnsanları Tanrı’laştırırlar...
Hüthüt kuşunun
klavuzluğunda-mürşitliğinde diğer kuşların-müritlerin padişahları Simurg’u-Tanrı’yı
aradığı, zorlu uzun yolculuğun sonunda kalan otuz kuşun
aradıkları Simurg’un (Farsça “si” otuz
demektir, “murg” kuş demektir.) aslında kendilerinden
ibaret olduğunu, her birinin simurg olduğunu, aradıkları Tanrı’nın aslında
kendilerinden başka bir şey olmadığını
anlamaları. Yaratılanların Yaratan’ın zuhuru-belirtisi olduğu; Yaratan’ın da
yaratılanlardan ibaret olduğunu anlatan hikayeler tasavvuf edebiyatının Kur’an anlayışıyla bağdaşmayan konularıdır.
Kur’an anlayışına göre; insanlar
ve kozmozun-evrenin tamamı Allah’ın yarattığı ayetlerdir.
Allah’ın delili, işareti,
belirtisi olan her şey O’nun ayetleridir. İnsanlar, diğer canlılar ve evrende
olan her şey Allah’ın iradesi sonucu
yaratılmıştır. Evrendeki her şey varoluşun, yaratılışın bir parçasıdır;Yaratan’ın değil.
Mistik, panteist kabüllerin aksine, Allah varlığı
başkasına muhtaç olmayandır. Allah’ın varlığı yarattıklarının varlığına
endeksli değildir. Evren yaratılmadan önce de Allah vardı. Gökleri ve yeri
yaratan, yoktan vareden Allah’tır. (Araf-54 Yunus-3
Hud-7) Yaratan Yarattıklarına
içkin değildir;
hiç şüphesiz yarattıklarından aşkın, üstün olandır.
“Evvel’dir O, başlangıcı yoktur; Ahir’dir O, sonu yoktur;
Zahir’dir O, her şeyde belirir; Batın’dır O,
gözlerden gizlenmiştir..” (Hadid-3)
Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklerinden
anlıyoruz ki: Allah Haalik’tir, Hallak’tır, Bari’dir,
Bedi’dir, Muhyi’dir,Fatır’tır, Kaahir’dir, Kebir’dir,
Malik’tir; yani Yaratandır, var edendir, hayat verendir, varoluşu genişleten,
yönetendir. Yaratılanlar üzerinde egemenlik kurandır. Varoluşun sahibidir ve en önemlisi Yüce Allah Vahit’tir sıfatlarında,
özelliklerinde, yetkilerinde tek olandır.
Hiç bir şey O’nun eşi ve benzeri olmadığı gibi, benzeri
gibi bir şey de yoktur, olamaz.
O hiç bir şeye benzemez, Hiç bir şey de O’na benzemez.
“Hiçbir
şey O’nun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz..” (İhlas-4)
“O’nun benzeri gibisi bile yoktur,
olamaz..” (Şura-11)
“O hep
tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye
sığmayacak kadar yüksek..” (İsra-43)
Allah: Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklere,
yetkilere, güce sahip olan ilahi kudrettir. Kur’an’da bildirilen uluhiyet
özelliklerine sadakatten ayrılıp, Allah’ı başka şekilde tanımlama gayretleri
yeni bir ilah yaratma gayretidir. Tam bir sapmadır, açık bir şirktir.
Müslümanların inandığı
Allah, Kur’an’da nitelikleri bildirilen ilahi kudrettir.
“Ben Müslümanın” diyen birinin Kur’an’da bildirilenden
farklı bir Allah anlayışı olamaz.
“Bazı
mistikler, tasavvufçular ve felsefeciler sağduyuya aykırı başka bir iddiada
bulunmuşlardır.
İslam
tasavvufunda “vahdeti vücut” olarak bilinen ve Muhyiddin Arabi gibi ünlü
temsilcileri olan bu anlayış, felsefe tarihinde en çok Spinoza ile beraber
anılır ve panteizm olarak adlandırılır. Bu anlayışa göre Tanrı evrenin ta
kendisidir. Tanrı ve evren aynidir. Evren Tanrı’nın bir parçası ya da
görünüşüdür.
Bing Bang,
evrenin başlangıçını yokluğa indirgeyerek, evrene Tanrı statüsünün verilmesini ve Tanrı’yı
evrene içkin görmeyi onaylamaz. Bing Bang evrenin dışında olan (aşkın) ve evren
ile zamanı yaratan bir Tanrı’yı
gerektirir. Başlangıçta hiçbir formu olmayan bir tekliği, Tanrı ile özdeş veya
Tanrı’nın bir parçası olarak görmek mümkün değildir...”
(Caner
Taslaman – Bing Bang ve Tanrı – S: 162)
“Tevhid,
Yaratan’ın diğer bütün yaratılmışlardan ontolojik olarak ayrı tutulması
demektir. Zira yaratılmış olan, zaman ve mekan kanunlarına tabidir; dolayısıyla
Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hiç bir anlamda bir birleşme ve bütünleşme
düşünülemez. (H. Kırbaşoğlu-Ahir Zaman İlmihali- S:86)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK
kuranpenceresinden@hotmail.com