KADER: Ölçü, ölçümleme, miktar, denge, düzen, nizam, takdir demektir.
Kur’an’da kader kelimesi hep bu anlamlarda kullanılmıştır..
Fıtratın-varoluşun ve halen
devam etmekte olan yaratılışın Yüce Allah tarafından takdir edilen, konulan ölçüleri, düzeni,
nizamı, kuralları; yaratılanların, bizlerin kaderidir.
Bir
yaratılan olarak uymak zorunda olduğumuz Yaratan’ın yaratılış sürecine koyduğu
değişmez ölçüler, ilahi kanunlar ve bu kanunların işleyişi sonucu
ortaya çıkan etkiler
bizlerin kaderidir. Yaratan
ölçüyü titizlikle ve adaletle korumamızı ister, aksi takdirde
hüsrana uğrayacağımızı bildirir. (Rahman-9)
“ O’nun katında her şey bir ölçüye - kadere göredir..” (Rad-8 Talak-3)
“ Şu bir gerçek ki, biz her şeyi bir ölçüye
göre - bir kaderle yarattık..” (Kamer- 49)
“ O,
her şeyi yaratmış ve her şeye bir ölçü
ve oluş tarzı takdir etmiştir..” (Furkan-2)
“ Bir ölçüyle yaptık. Ne güzel
ölçü koyanlarız biz..” (Mürselat-23)
“Allah’ın
yasalarında, yönteminde değişme
bulamazsın.”
(İsra-77 Fatır-43 Ahzap-62 Fetih-23)
Fıtratullah -
Yaratılış yasaları Allah’ın takdiridir; Allah’ın kainatta belirlediği kusursuz ölçülere
göre
düzenli, ahenkli
işleyen tabiat kanunlarıdır. Yaratılışın ilahi formatı, koordinatlarıdır.
Kader: Kainatın
ilahi sitemin değişmez ölçüleri, düzeni, yasalarıdır.
Yaratılışın-fıtratın
kurallarında uyuşmazlık, aykırılık, çelişki olmaz. (Mülk-3)
Allah’ın
yasaları her zaman müminlere destek olur. İnkarcıları, kafirleri ise
cezalandırır.
(Fetih-23 Mümin-85) Fıtrata-kadere aykırı davranışlar
insanları mutsuz ve günahkar yapar.
Kader: Her varlığın uyması gereken yasasıdır.
*100 derecede kaynaması, sıfır derecede donması suyun kaderidir.
*100 derecede kaynaması, sıfır derecede donması suyun kaderidir.
*1535 derecede
erimesi demirin kaderidir.
*Güneşin
uydusu olması, onun etrafında belli bir yörüngede dönmesi dünyanın kaderidir.
*Burunlarının
uzun, kuyruklarının kısa olması fillerin kaderidir.
* Sürünerek
yol alması yılanın; uçmak, kuşların kaderidir.
*Ancak kar
yağdığı zaman açması kardelen çiçeğinin kaderidir.
*Akıl, özgür
irade, düşünme ve konuşma yeteneği insanların kaderidir.
* Üzerlerine pislik, kötülük yağması aklını işletmeyenlerin kaderidir. (Yunus-100)
* Üzerlerine pislik, kötülük yağması aklını işletmeyenlerin kaderidir. (Yunus-100)
*Bal yapması
arının kaderidir. Allah onun kaderini, fıtratını öyle yaratmıştır. (Nahl-68)
Kur’an’da ‘‘kadere
iman’’ ifadesi, şartı, hükmü, emri yoktur. Mezheplerin kendi kabulleri,
yorumlarıyla
iman şartlarına ‘‘kader’’ i ekleme
gayretlerinin nedeni ayrıca incelenmelidir..
Mezhep
yorumlarında, ilmihal kitaplarında kaderin, iman şartlarından olarak gösterilmesi,
ancak Kur’an’daki
sünnetullah -Allah’ın tavrı, tarzı- ilahi sistemin kuralları, düzeni, ölçüleri,
tabiat
kanunları ve Allah’ın ezeli, ebedi bilgisi anlamında kabul edilebilir.
Kur’an’daki Kader:
Allah’ın, Halik, Kadir, Hakim ve Amir olduğuna inanmaktır.
Yani Allah’ın yaratılışta, varoluşta ve oluşun seyrinde ölçü ve nispetler, değişmez kurallar,
evrensel
planlar takdir eden ve işleyişe hükmeden, çekip çeviren olduğuna inanmaktır.
Yaratılanlar, kurulan ilahi sistemin, tabiat kanunlarının düzenine,
ölçülerine uymak, Allah’ın
gücüne kudretine
tabi olmak zorundadır. Buna ilahi kader, külli nefs veya külli kader denir.
Kişinin ırkı,
cinsiyeti, fiziksel ve kişilik özellikleri, ailesinin, ülkesinin belirlenmesi
ilahi nefs’in,
külli kaderin
bir parçasıdır. Külli nefs kâinatın ruhudur. Cüz-i, insani nefs insanın
ruhudur.
Cüz-i nefs
nitelik ve erdemlerini külli nefsten almıştır. Seçme hürriyeti, insana irade vermesi de Allah'ın takdiridir.
Duyu
organlarımızla algılayabildiğimiz şeyler eşyadır. “Eşyanın tabiatı” diye bir
deyim vardır; bazen de “eşyanın tabiatına aykırı” denir. Buradaki “eşya” varlıktır-
yaratılanlardır; evrende bulunan her şeydir. “Tabiat” ise sünnetullahtır, yaratılanların fıtratıdır,
kaderidir. Örneğin: Balıkların karada yaşaması eşyanın tabiatına; balığın
kaderine aykırıdır.
“O ki yarattı, düzene
koydu. O ki miktarını, şeklini belirledi..” ( A’la-2,3)
“Sizi biçimlendirdi ve
görünüşlerinizi güzel yaptı..” (Tegabun-3)
“Rabbin ki seni yarattı,
düzgün hale koydu, en güzel ölçülerle şekillendirdi..” (İnfitar-7)
“..... yerde ve gökte ne varsa, hepsi
ister istemez, Allah’a teslim olmuştur..” (Aliimran-83)
Bir çok ayette
gökte ve yerde bulunanların; yaratılanların Allah’a secde ettikleri ve Allah’ı
tespih ettikleri bildirilmiştir. Allah’a secde etmek: O’na teslim olmak,
fıtratın kurallarına bağlı ve uygun olarak yaşamak demektir. Allah’ı tespih
etmek ise, O’nu yüceltmek, O’na yönelmek, O’nun istediği gibi yaşamak demektir. Mesela; kuşlar fıtratlarına
uygun olarak öterler, böylece Allah’ tespih etmiş ve O’na secde etmiş olurlar.
İslam evrenin
dinidir. Evrenin bir parçası olarak bizler de dahil olmak üzere Yaratan’ın
koyduğu yaratılışın ölçülerine, kurallarına-ilahi kadere uygun yaşamamız, Yaratan’ın
gücüne teslim olmaktır. Akli, iradi
tercihlerimizle de Allah’a yönelmemiz, O’nu yüceltmemiz, O’na bütün
benliğimizle teslim olmamız Yüce Allah’ın bizden beklediği teslimiyettir.
* * * *
*
Ezelden, ebede
kadar; insanın daha anne karnındayken başlayıp bütün yaşam sürecinin ve ahiret
hayatının, cennetlik mi? Yoksa cehennemlik
mi olacağının Allah tarafından baştan belirlenmiş, planlanmış değişmez olduğu;
insanların baştan yazılan senaryoya uygun bir yaşam sürdürdükleri;
tedbir almanın
alın yazısına, ilahi iradeye karşı çıkmak olduğu geleneksel kabulün kader
anlayışıdır.
Özgür iradeyi
ve sorumluluğu dışlayan alın yazısı anlamındaki bu kadercilik –fatalizim-
cebriye anlayışına Kur’an onay vermez. Geleneksel kabulün kader anlayışı ile
Kur’an’ın kader anlayışı
tamamen farklıdır.
Geleneksel kabulün
kader anlayışının en önemli dayanaklarından bir de Kuttubi Sitte de yer alan şu
uydurma hadistir.
“Sizden
birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde kotarılır. Bu kadar daha
geçince alaka olur.
Bu kadar daha
geçince mudga olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir. Rızkını,
ecelini, amelini, kafir veya Müslüman olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir. Ahirette
cennete mi gideceği, cehenneme mi gireceği belirlenir..”
Bu hadisin
Kur’an’ın ruhuna aykırı olduğu açıktır. Daha annesinin karnında iken “kafir”
damgası yiyen kimse iyi bir Müslüman olarak yaşasa bile sonuç olarak cehenneme
atılacaktır. Bu inanış Allah’ın adaletine olan güveni sarsar. Bunu fırsat bilen
din istismarcıları hemen kurtarıcılığa soyunurlar. Ortalık
aracılar, şefaatçilerle dolar, taşar. İnsanları, cehennemden kurtaracaklarını
söyleyerek sömürü düzenlerini kurarlar.
“Kadere iman’ tabiri, İslam inançlarının içine,
hadis diye ortalıkta dolaştırılan bir söze dayanılarak sokulmuştur. Oysaki o
söz, bugünkü kader anlayışını savunanların deyimiyle bir ‘haberi vâhit’tir,
yani Peygamberimizden bir tek kişinin rivayetidir. Ve hadisçilerin de kabul
ettikleri bir kurala göre, haberi vâhit imanla ilgili konularda delil olmaz..”
(Yaşar Nuri
öztürk- Yurt Gazetesi – 01.06.2014)
Geleneksel
kabulün kader anlayışı ortaçağ katolik inancından izler taşır. Kiliseye göre;
hastalık, Tanrı’nın insanlara günahlarından dolayı verdiği bir cezadır. Aşı
yaptırarak cezayı etkisiz kılma gayretleri Tanrı’yı
kızdırır. Bu nedenle aşı yaptırmamak gerekir..
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden İlhami
Güler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu
adlı kitabına ibret
alınması gereken şu hitap ile başlar.
“Kader veya alın yazısı inancının doğurduğu kayıtsızlıktan
dolayı, aşılanmadığı veya hastalıkları ihmal edildiği için Allah’ın erken yaşta
aldığı, başta beş kardeşim olmak üzere milyonlarca mümin evladının anısına...”
“Allah dilediğini silip
yok eder, dilediğini sabit tutar. Kitap’ın anası O’nun katındadır.” (R’ad-39)
“Yaşayan bir varlığa daha
çok ömür verilmesi de onun ömründen biraz kısaltılması da mutlaka
bir kitapta yazılıdır..” (Fatır-11)
“Sizi bir balçıktan
yaratmış olan O’dur. Sonra hüküm verip bir süre belirlemiştir. Belirlenmiş
başka bir süre de onun
katındadır..” (Enam-2)
“... Kiminiz daha önce ölür, kiminizde
belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki artık aklınızı
kullanırsınız..”
(Mümin-67)
Yüce Allah
varlıklara bir ecel, ömür belirlemiştir. Fakat bu süre değişmez değildir. Kişi
yanlış davranışlarıyla kendi ecelini, ömrünü kısaltabileceği gibi yapacağı kaza
ve hatalarla başka birinin ömrünün
kısalmasına da yol açabilir. İnsanın kendi ecelini, ömrünü kısaltması konusunda
en iyi
örnek Yunus suresi
98. ayette bildirilmiştir.
Yüce Allah “zamana aşkın, zaman üstüdür.” Geçmiş ve gelecek
Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu için ilahi zamanda
yalnız ve sürekli ‘‘şimdi’’ vardır. Allah katında geçmiş zaman, şimdiki zaman ve
gelecek zaman bir-tek zaman, bir-tek an gibidir. İnsanlar için o an itibariyle
tamamen belirsiz olan gaybi bilgiler O’nun katında bulunmaktadır. Bundan dolayı
Kur’an’da gelecek zamanla ilgili bazı olaylar; kıyamet zamanı, cennet ve
cehennemle ilgili bazı ayetler şimdiki zaman kipiyle anlatılır.
Geçmiş ve
gelecek; yaşanmış ve yaşanacak her şey, kainatın ezeli ve ebedi bilgisi, büyük patlamadan,
kıyamete kadar; ilk yaratılıştan, ahiret ve cennet, cehennem hayatına kadar olan
ve olacak her şey Allah tarafından tek
bir an gibi bilinir. Allah katında her şey olup bitmiştir.
Yüce Yaratan’ın
geçmişi ve geleceği kapsayan bütün bilgisi O’nun katında kayıt altındadır. Saklanan,
korunan apaçık bir kitapta, Kitap-ı Mubin’de- Levh-i Mahfus’ta- muhafaza
altındaki levhada yazılıdır.
Zaman mutlak
değil, izafidir. Yüce Allah bizim anladığımız şekilde bir zaman kavramına tabi değildir.
Allah her şeyi
baştan, önceden belirlemiş, planlamış mıdır? Yoksa ilahi sisteme her an
müdahale etmekte midir? Tartışmaları yersizdir. Bu tartışmalar ancak Newton’un
dediği gibi zaman mutlak olsaydı, yani zaman her yerde aynı olsaydı anlamlı
olurdu. Ancak Einstein’ın 20. yy. başlarında açıkladığı İzafiyet Teorisi ile
zamanın izafi-göreli olduğu anlaşılmıştır. Kur’an’da da zamanın izafi olduğuna
işaret eden ayetler vardır. ( Hac-47 Secde-5
Mearic-4 Yunus-45 )
Zamanın izafi olduğu
anlaşıldıktan sonra kader konusunda ilahi takdir mi? Özgür irade mi? paradoksu daha anlaşılır hale
gelmiştir. İlahi takdir ile özgür irade birbirlerinden ayrı kavramlar değildir. Sahip olduğumuz akıl ve
özgür irade ilahi takdir-yaratılışın, fıtratın kuralları kapsamında olup Yüce
Allah’ın bizlere lütfudur.
“Gaybın anahtarları O’nun
yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı
da bilir. O’nun bilgisi dışında
bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dane, yaş
ve kuru her şey apaçık-mubin bir
Kitap’ın içindedir...” (Enam -59)
“Ne yerde ne gökte zerre
ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de Rabbinden
uzakta-gizli kalmaz; tümü
apaçık-Mubin bir kitapta yazılıdır..” (Yunus-61 Sebe-3)
“Onların yaptıkları Levhi Mahfus’ta
yazılıdır. Küçük, büyük tümü ayrıntılı yazılmıştır.”(Kamer 52, 53)
“O, her şeyi duyan, her şeyi
bilendir..” (Enbiya- 4 Yunus-65)
“........ Allah her şeyi bilir..”
(Enfal-75)
“ Allah her şeyi işitir
ve görür..” (Mümin-20, 56)
Allah’ın
geçmişi, geleceği, insanların özgür iradeleriyle ne yapacaklarını bilmesi geleneksel mezhep anlayışındaki “hayır da, şer
de Allah’tan gelir ” şeklindeki kader anlayışının kanıtı olamaz.
Allah şüphesiz her şeyi bilir. (Tegabun-11) Ancak, insanların
eylemlerini belirlemez, tayin ve takdir
etmez, cebren oluşturmaz. İnsan kendi aklı, iradesi, tercihi ile
belirlediği, yaptığı iş ve eylemlerinden
dolayı sorumludur ve ahirette yargılanacaktır. Yargılamanın
sonucunu insanların kendi özgür iradeleri ve tercihleri ile yaşadıkları hayat, işledikleri ameller, kazandıkları günah ve sevaplar
belirleyecektir. Yüce Allah
senaryoyu yazmış, rolleri belirlemiştir. Ancak rolleri dağıtmamıştır; kimin
hangi rolü oynayacağını belirlememiştir. İnsan aklı ve özgür iradesi ile
oynayacağı rolü kendisi seçer.
Yüce Allah
oyunun kurallarını-varoluşun kaidelerini baştan belirlemiş ve bildirmiştir.
Bizlerin
oyunun kurallarını, kaidelerini; ilahi kaderi değiştirme gücümüz yoktur. Bu
kader anlayışının determinist yönüdür. İnsanlar belirlenen kurallar, kaideler
çerçevesinde akılları ve özgür iradeleriyle oynarlar-yaşarlar. Bu da kader anlayışının indeterminist
yönüdür.
“Şu bir gerçek ki, biz
resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de hesap günü
mutlaka yardım
edeceğiz..” (Mümin-51)
Kimin daha
iyi, başarılı oynayacağını-yaşayacağını, ilahi iradenin yardımını, desteğini
hak edeceğini,
(“Allah
dilediğine yardım eder” Rum-5, 47 Ankebut-69 “Allah, öz yardımıyla dilediğini
destekler.” Aliimran-13 “Allah’ı
doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız.” Leyl-7 “İnananlara yardım etmek Bize
görev olmuştur.” Rum-47 ) Rab’binin hoşnutluğunu kazanacağını veya kimin hatalar, ihlaller
yapacağını, kaza, ihmal kurbanı olacağını - oyunu kaybedeceğini, ahirette kimin
yüzünün güleceğini, kimin hüsrana uğrayacağını Yüce Allah ezeli ve ebedi
bilgisiyle elbette bilir.
(Yunus-65 Kamer-52)
görevli
melekler eylemlerimizi gözetler, söylerimizi kayıt ederler. (İnfitar-12)
“....elçilerimiz
yanlarında yazıp duruyorlar..” (Zuhruf-80 Kaf-17 İnfitar-11,12 Casiye-29 )
“....sağında ve solunda
oturan iki görevli yaptıklarını yazar..” (Kaf-17)
“.... söylediği her sözü kayıt altına alan biri bulunur..” (Kaf-18)
Ancak, Allah insanların
eylemlerini, tercihlerini ve oyunun sonunu belirlemez.
Spor müsabakalarında
bile en iyi hakem, sonuca en az etkisi olan hakem değil midir.?
‘‘Kur’an, kader kavramıyla varlık ve
oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen olduğuna dikkat çekmek
istemiştir……. Allah’ın isim sıfatlarından olan ve Kur’an’da 39 yerde geçen
Kadir ile yedi yerde geçen Kaadir sözcükleri de kaderle ayni kökten gelen
kelimelerdir. İkisinin sözlük anlamı da ‘her şeyi
kudretiyle belirleyen, ölçüye bağlayan’
demektir. Yine Allah’ın isim sıfatlarından biri olan ve
Kur’an’da 3 yerde geçen
Muktedir sözcüğü de kaderle ayni kökten olup ‘kudretiyle her şeyi bir ölçüye bağlı olarak çekip çeviren’
demektir. Kur’an’daki kaderin anlamı budur.. Allah, varlık, iş ve oluşa ilişkin yasaları
hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fiillerine ilişkin sonuçları bilir ama belirlemez. Bilmesi O’nun tanrılığının bir gereği
olduğu gibi, sonuçları belirlememesi de tanrılığının bir gereğidir.
Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle kalmayıp aynı zamanda belirlerse bu bizi
sorumlu tutmamasını gerektirir. Hem belirler hem sorumlu tutarsa bu zulüm olur.
Oysaki Allah zulümden arınmıştır...’’ (Yaşar Nuri Öztürk-İslam Nasıl Yozlaştırıldı-S:212-213)
Allah
tarafından önceden planlanan-belirlenen olayların-kaderin zamanı geldiğinde
gerçekleşmesi anlamındaki geleneksel kabulün “kaza” anlayışı Kur’an’dan onay
almaz.
İnsanların
dünya ve ahiret hayatlarının önceden belirlenmesi, planlanması ve
alınlarına yazılması sonra da insanların
bu alın yazılarına bağlı olarak robot gibi
yaşamaları şeklinde bir kader anlayışı Kur’an’dan onay almaz. Aksi düşünce, aklı ve özgür iradeyi reddetmek
olur.
Böyle bir
düşünce insanı robot gibi, hayvanlar gibi dine karşı sorumsuz yapar.
Ahireti, hesap
gününü, yargılamayı ve cenneti, cehennemi anlamsız, gereksiz kılar.
“İlahi dileme, insanın irade ve seçimi
olmaksızın olursa, insan sorumlu değildir. Sorumlu olmayan insan ise insan
değildir..” ( Ali Şeriati-İnsanın Dört Zındanı- S:35)
“İnsanların yaptıkları
her şey Kitaplarda-Levhi Mahfusta- amel defterlerinde yazılıdır. Küçük, büyük tümü satır, satır yazılmıştır..” (Kamer-52, 53)
Ayet, “ insanların
yaptıkları her şey” diyor. Baştan yazdığımız, planladığımız her şey demiyor.
İnsanların eylemleri, yaptıkları iyi ve kötü işler kendi tercih ve
özgür iradelerinin sonucu değil de
Allah’ın
takdiri, iradesi sonucu planlanarak
kişilerin alınlarına yazılan kaderin tecellisi ise: Ahiret gününde
insanların hesaba çekilmesi (A’raf-6) anlamsız olmaz mı?
Ayni şekilde dünyada
insanlar özgür iradeleriyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanırlar ve cezalandırılırlar. Özgür
irade yok, kader, kaza, alın yazısı varsa, insanların yargılanmaları, mahkemeler,
cezaevleri gereksiz, anlamsız olmaz mı? Günah işleyen kişi hesap gününde ‘‘ben
bu günahı özgür irademle değil, kaderimde olduğu, alnımda yazdığı için işledim’’
derse cehennem azabından kurtulabilir mi? Ayni şekilde suç işleyen kişi
mahkemede ‘‘ben bu suçu alnımda, kaderimde yazdığı için işledim’’ derse
cezadan, hapsedilmekten kurtulabilir mi ..? Tabi ki hayır.
Yapılan
zulümler, işlenen günahlar, suçlar Allah’ın takdiri denilerek
meşrulaştırılamaz. Hiç kimse kendi günahını, tedbirsizliğini, cehaletini
Allah’a fatura etmeye çalışmamalıdır.
Zalim zulmünün gerekçesini, mazlum aczinin gerekçesini kadere
yüklememelidir. Bunlar Allah’a zulmetmek,
iftira atmak olur.
Tedbirde hata
eden, takdire bühtan (iftira) eder....
“ Deki: Hak Rabbindendir.
Artık DİLEYEN inansın, dilemeyen inkâr etsin..” (Kehf-29)
“ Kur’an, bir öğüt verici
ve düşündürücüdür. DİLEYEN Rabbine doğru bir yol edinir..
(Müzzemmil-19)
“ ..... Rabbine doğru bir yol tutmayı
DİLEYENLER istiyorum..” (Furkan-57)
“Allah DİLEYENİ doğru
yola eriştirir..” (Nur-46)
"Allah yoldan sapmışlardan başkasını saptırmaz." (Bakara-26)
"Allah DİLEYEN kimsenin sapmasını diler, kendisine yönelen kimseyi ise doğru yola iletir." (Rad-27)
"Allah yoldan sapmışlardan başkasını saptırmaz." (Bakara-26)
"Allah DİLEYEN kimsenin sapmasını diler, kendisine yönelen kimseyi ise doğru yola iletir." (Rad-27)
Özgür irade
ile tercih belirlemek o kadar önemlidir ki, Allah ancak akıl ve özgür iradeleri
ile şuurlu, bilinçli, olarak iman eden, doğru yola gelmek isteyen kullarını
doğru yola klavuzlar; sapıtma isteyenleri de sapıklığa kılavuzlar-yönlendirir. Kur’an
bunu“dileyeni (hidayet yolunda gayret göstereni, dileyen kimseyi) / dilediğini doğruya
kılavuzlar” veya “dileyeni (sapmayı dileyeni)/ dilediğini saptırır” diye ifade etmiştir. (Hac-16 Rad-27
Fatır-8 Müddessir-31 İbrahim-4)
Ayrıca yüce Allah amelleri, fiilleri ile azabı hak edene-dileyene azap eder; rahmeti, bereketi hak edene, dileyene ise rahmet eder. Dileyene/dilediğine azap eder; dileyene/dilediğine rahmet eder. (Ankebut-21 İnsan-31)
Ayrıca yüce Allah amelleri, fiilleri ile azabı hak edene-dileyene azap eder; rahmeti, bereketi hak edene, dileyene ise rahmet eder. Dileyene/dilediğine azap eder; dileyene/dilediğine rahmet eder. (Ankebut-21 İnsan-31)
Dileyenin, çalışanın,
hak edenin/dilediğinin rızkının bollaştırır; dileyenin/dilediğinin rızkını
daraltır.
(İsra-30) Sonuç
olarak her şey Allah’ın iznine, onayına bağlıdır... (Teğabun-11 Yunus-100)
Yüce Allah
kullarının iyiliği, mutluluğu için her şeyi yapmıştır. Son olarak Hz.
Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmiş ve alemlere rahmet olarak Kur’an’ı
indirmiştir. Artık bundan sonra kişinin inanması, inanmaması; doğru yola veya yanlış yollara yönelmesi ;
azap görmesi veya rahmete kavuşması tamamen kendi aklı, tercihi, dilemesi,
istemesi ile özgür iradesi sonucu vereceği kararlarına ve amellerine bağlıdır..
‘‘Kadere iman var demek, insanın özgür
iradesi yoktur demektir. Allah’ın onun
alnına yazdığından
başka bir şey yapamaz demektir. İnsanın
bütün işlerini Allah yapar demek, Allah’a
iftiradan başka
bir şey sayılmaz. Bütün Müslümanları
asırlarca perişan eden sorumsuzca davranmalarının sebebi bu yanlış inançtır.
Memlekette ve İslam dünyasında bu kadar akıl almaz bozuklukların ve
bozgunculukların baş nedeni kadere inanmanın getirdiği sorumsuzluk duygusundan
başka bir şey değildir…………….
Kader yok, özgür irade var. Özgür irade yoksa dinde yoktur. Kur’an’ı Kerim’de kadere inanmak yoktur.
Kadere verdikleri anlam, insanın alın
yazısı anlamına gelir. Bu da insanın dünyada ne yapacağı ve ne yapmayacağı
doğmadan önce yazılmış çizilmiş ve iş bitmiştir, değiştirilemez demektir.
Cennetlik ve cehennemlik
olması elinde değildir anlamına gelir. Böylece kadere inanan aslında Kur’an’ı ve peygamberi temelinden inkar etmiş
olur. Çünkü, Kur’an’a, Allah’a, peygambere inanmak insanın özgür irade sahibi olmasına bağlıdır.
Özgür irade sahibi olmayan hayvandır…….. İnsanın özgür iradesi vardır ve
yaptığı her hareketten sorumludur….......Allah insana cüz’i irade vermiş ve bu
irade çerçevesinde hareketlerinde serbest bırakmıştır. Kur’an ayetlerinde
insana tam sorumluluğu yükleyen ayetler olduğu gibi, her şeyi Allah’ın
yaptığını bildiren ayetler de vardır……. Ebu Mansur Maturidi bu ayetlere
dayanarak külli iradenin Allah’a ait olduğunu, cüz’i iradenin insana
verildiğini ortaya koyarak dokuz asır önce en güzel şekilde kader meselesini
çözmüştür.’’ (Hüseyin Atay-Kur’an’da iman esasları ve kader-S:8,153)
“Allah’ın iradesinden insan iradesinin
bağımsızlığına inanma, bizi ikiciliğe, yani birbirinden ayrı olarak var olan iki iradeye (insan iradesi ve Allah’ın
iradesi)inanmaya götürmektedir. Ancak bu arada tevhid yok
edilmemelidir........İnsan iradesinin bağımsızlığı bir gerçek olmakla birlikte;
gene ilahi iradenin bir tecellisidir....” (Ali Şeriati – Öze Dönüş – S:320)
“Kader; Kur’an’da tabiat kanunları, varlığın
değişmez yasaları anlamında kullanılır.
Sünnetullah tabiri de bu anlamdadır. Ahzâb 38,
kader ile sünnetullah tabirlerinin eşitliğini bildiriyor.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
O kitaplar
yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, sürüleştirilmiş bir
toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için
oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.
Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek
istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen
‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müminin cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, önceden belirlenmiştir...
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır.
Bu kader anlayışına teslim edilmiş kitlelerin yarınlara ümitle bakabilmelerinin biricik koşulu, ‘gelecek bir kurtarıcı-mehdî’ beklemektir. Çünkü bu kitlelerin ‘gerekeni yapma’ azim ve iradeleri felce uğratılmıştır; onlar ancak göklerden gelecek olanı bekleyebilirler.
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müminin cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, önceden belirlenmiştir...
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır.
Bu kader anlayışına teslim edilmiş kitlelerin yarınlara ümitle bakabilmelerinin biricik koşulu, ‘gelecek bir kurtarıcı-mehdî’ beklemektir. Çünkü bu kitlelerin ‘gerekeni yapma’ azim ve iradeleri felce uğratılmıştır; onlar ancak göklerden gelecek olanı bekleyebilirler.
Kur’an’da, bugün dayatıldığı şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere
iman’ diye bir tâbir de yoktur. Türkiye’de bu gerçek, İslam ilahiyatının dahi
bilgini Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan ‘Kur’an’da
İman Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya konmuştu. Bu, çağdaş ilahiyat
literatüründe ilk kez telaffuz ediliyordu. Prof. Atay bu tezi yüzünden,
Ehlisünnet inancını bozmakla suçlandı. Oysaki bu gerçek, Hüseyin Atay’dan çok
önce yaşamış bilginlerce de dile getirilmiş ama üstü örtülmüştür. Ehlisünnet
adı altında Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ve işbirlikçilerinin
ideolojileştirdikleri cahiliye kabullerini pazarlayan Arapçı dincilik
çevreleri, acaba bu gerçeği bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa cehaletlerinden,
biliyorlarsa, iftiracılıklarından utanmalıdırlar. Şimdi, meselenin gerçek
Ehlisünnet inancındaki durumuna bakalım:
Ahkâm ayetleriyle ilgili ilk tefsir kitabının sahibi sayılan ve gerçek Ehlisünnet’in baş imamı olan İmamı Âzam’la aynı yıl ölen Mukaatil bin Süleyman (ölm. 150/676), iman konusunu anlatırken Allah, ahiret, melekler, kitap ve nebilere imanı sayar ama kadere iman diye bir şarttan söz etmez.
(Mukaatil
b. Süleyman, Tefsîru’l-Hams Mie, 12-13)Ahkâm ayetleriyle ilgili ilk tefsir kitabının sahibi sayılan ve gerçek Ehlisünnet’in baş imamı olan İmamı Âzam’la aynı yıl ölen Mukaatil bin Süleyman (ölm. 150/676), iman konusunu anlatırken Allah, ahiret, melekler, kitap ve nebilere imanı sayar ama kadere iman diye bir şarttan söz etmez.
Ehlisünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yazmış bulunan ünlü Matürîdî kelamcısı ve Hüseyin Atay’ın kaynağı olan Ebul Muîni (ölm. 508/1115), Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde, kader konusunda Hüseyin Atay’ın söylediğinin aynısını söylüyor. Atay’dan 850 yıl önce. Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor:“İman esaslarına gelince bunlar 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman. Aynen bunun gibi ibadetler de 5’e ayrılır.” (Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, 2/92)
Nesefî burada iki Kur’an dışılığı aynı anda düzeltmiştir:
1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur,
2. Geleneksel kabullerin ‘İslam’ın Şartları’ diye öne çıkardığı beş kavram, İslam’ın şartı değil, İslam’daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.”
1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur,
2. Geleneksel kabullerin ‘İslam’ın Şartları’ diye öne çıkardığı beş kavram, İslam’ın şartı değil, İslam’daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.”
(Yaşar
Nuri Öztürk-Yurt Gazetesi-29.05.20144
“Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak Peygamber döneminin konuları değildir.
“Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak Peygamber döneminin konuları değildir.
Kur’ân’da iman- inanç esaslarını belirten ayetlerde
kader konusu yoktur..(Bakara-285, Nisa-136)
Bu
ayetlerde kadere imandan söz edilmemektedir. Kadere iman sorunu, peygamberimizin vefatından 2, 3 asır sonra ortaya çıkan mezhep ve kelâm
tartışmalarının ürünüdür.........
İşte bu adamlar düşüncelerini, Peygamber
diliyle onaylatmak istemişlerdir. Çok kurnazlık yapılmıştır. Hadis
üretmede gecikmemişlerdir. Doğusu din adına takdire şayan kalpazanlıklar
yapılmıştır..”
(Süleyman Ateş-Vatan
Gazetesi-02.11.2010)
“İmanın altı esasını sıralayan
Amentü’de kader altıncı sırada şöyle yer alır.
‘Kadere, hayır ve şer’in Allah’tan
geldiğine inandım.’
Kader konusunda bazı konuları kısaca
özetlemek zorundayım:
Kur’an’ı Kerim’de böyle, yani hayır ve
şerrin Allah’tan geldiğine inanılmayı emreden bir ayet yoktur.
Bu konu bu şekilde din adamlarının
yorumları ile böyle ortaya konulmuştur.
Aksine Kur’an’ı Kerim’de kötü şeyler
nefsinizden, iyilikler ise Allah’tan gelir şeklinde ayet vardır.(Nisa-79)
Dolayısıyla hayır ve şer Allah’tan
gelir şeklindeki inancın doğru olmadığını söylemek zorundayız.
Ayrıca, hayır da şer de Allah’tan
geliyorsa, o zaman insanın elinde bir irade ve özgürlük yok demektir.
O zaman da Allah’ın insanları işledikleri
suçlardan dolayı sorumlu tutması adaletli olmayacaktır.
İşin doğrusu şöyle: İnsanlar özgür
iradeye ve hür davranışa sahiptirler, dolayısıyla insanlar hür iradeleriyle suç işlerse ceza, iyilik yaparsa sevap
kazanırlar. İnsanlar güçleri ve iradeleri dışında olan şeylerden sorumlu
olmazlar...”
(Zekeriya
Beyaz – Allah’ın varlığına belgeler ve İslam’da iman esasları-S:112)
“Emeviler döneminde, Kurân’ın
‘fırkalara ayrılmayın’ diye şiddetle yasakladığı bölünmeler yaşanacaktır.
Birbirini tekfir eden Şia, Havaric, Mürcie, Cebriyye, Murezile gibi mezhepler
ortaya çıkacaktır. Özellikle Cebriyye/fatalizm/ kadercilik
emevilerin saray beslemesi alimlerinin ürünüdür.
............. Emevilerin zalim
krallarına isyan etmek, Allah’ın kaderine, dilemesine isyandı. Allah’a karşı
gelmekti (!) Kaderi kabul etmemek, Emevi zalimlerine isyan etmek demekti. (!) .....................
Hasan Basri’nin talebeleri Emevilerin kader inancına tepki olarak
Mutrzile’yi kuracaklar hür iradeyi savunacaklardır. Sonrada Eşari bu mezhepten
ayrılacak, Emevilerin kader anlayışının biraz yumuşatılmışı olan Cebr-i Mutavassıt ekolünü ehl-i
sünnetin kader anlayışı yapacaktır. İslam’ın reddettiği cahiliye kaderciliği
Müslümanların itikadına dahil olacaktır.........................
Eşari kelamı/Gazali tasavvufu İslam
dünyasına uzun asırlar egemen oldu. Osmanlılar Maturidi olmalarına rağmen,
medreselerde okutulan tüm ders kitapları Eşari alimlerin kitaplarıydı. Bu gün
bile hala en çok okunan kitaplar, her ikisi de Eşari
olan Gazali ve Said Nursi’nin Kitaplarıdır.......................
Esas cebir ve kader anlayışı, yani
insanın iradesini yok sayan anlayış Vahdet-i Vücud’un varlık felsefesinde, daha
sonraları gelecektir. En katmerli cebir anlayışı bizim Pavlusların yeni dini
Tasavvuf’ta bulunur...... (Saadettin Merdin – İslam’ın Pavlusları – 38)
“Allah, sapmayı dileyene
yol verir ve doğruyu dileyene yol gösterir..” (Nahl-93 İbrahim-4)
“Allah, dileyene doğru
yol gösterir..” (Bakara- 142 Hac-16)
“Allah, inananlara doğru
yol gösterir..” (Hac-54) “Allah dileyeni
doğru yola eriştirir..” (Nur-46)
Yaradılışın
dualist yapısı gereği Yüce Allah Hayrı da şerri de; hakkı da batılı da; doğruyu
da yanlışı da; iyiliği de
kötülüğü de yaratmıştır. (Hadid-22) İnsana hayrı ve şerri ayırt etme kapasitesi
verilmiştir.(Şems-8) Hayır (iyi, güzel, faydalı, sevap olan işler) ve şerr
(kötü, çirkin, zararlı, günah olan işler) insanlar bu seçeneklerden özgür
iradeleriyle tercihler yaparlar, ameller-fiiller işlerler. “Hayır da şer de
Allah’tandır” sözü, hayrı da şerri de Allah yaratmıştır anlamında kabul
edilebilir. (Nisa-78) Ancak, hayra veya şerre yönelme insanların tercihine,
özgür iradelerine bırakılmıştır. (Nefs-i
Emmare- kötülüğü şerri emreden nefis
Yusuf-53) Tercihlerin doğuracağı sonucun sorumluluğu hiç şüphesiz
kişinin kendisine aittir. Nisa suresi 79. ve Şura suresi 48. ayetlerinde başımıza
gelen “şer” lerin-kötülüklerin kendi nefsimizden, özgür tercihlerimizle yaptığımız
hatalardan kaynaklandığını; karşılaştığımız “hayır”ların-iyiliklerin,
güzelliklerin ise, Allah’tan geldiği bildirilmiştir. Şer’e yönelmek kişinin
kendi zafiyetidir, yanlış tercihidir. Dolayısıyla karşılaşılan kötülüklerin
sorumlusu kişinin kendisidir. Şer, Allah’a nispet edilemez, zira Allah
Kullarının kötülüğünü istemez. İnsanların hayra, iyiliğe yönelmelerini ister.
İnsanların fıtratında, yaratılışında bulunan Allah’ın lütfettiği
ahlak, onur, erdem, akıl, vicdan, çalışma ve üretme azmi, yardımseverlik, insan ve vatan millet sevgisi gibi manevi değerler insanları iyiliği, hayra
yönlendirir. Fıtratına uygun yaşayan insanlar doğal olarak iyiliklerle,
güzelliklerle karşılaşırlar; hayra, barışa,
esenliğe ulaşırlar. Fıtratın ölçülerini, kurallarını belirleyen ve işleyişini
görüp gözeten Allah olduğuna
göre “hayır” Allah’tandır. “şer” ise, kişinin nefsine uyarak yanlış, olumsuz
tercihleri eylemleri, sebebiyle ortaya çıkan sonuçtur.
İnsan dış etkilere açık bir varlıktır. Yaratılanlar/varlıklar
arasında organik bir bağ vardır. Yaratılan her şey, herkes birbiriyle ilişki ve etkileşim halindedir. Bu
etkileşimlerin hayatımıza olumlu veya olumsuz yansımaları olabilir. Kötü niyetli
birisi insanların yaşamını olumsuz yönde etkileyebilir veya insanların hayrına
işler yapmaya çalışan birisi insanların yaşantısına iyilik, güzellik katabilir.
Mesela: Atom
bombasını yapan veya dinamiti icat eden kişi bir çok insanın yaşamını olumsuz
etkilemiştir. Elektiriği bulan veya telefonu icad eden kişi ise bir çok insanın
yaşamını olumlu etkilemiştir. Hitler, Musolini, Franko gibi diktatörler bir çok
insanın hayatını olumsuz etkilemiştir. Atatürk ise, bir çok insanın hayatını
hatta bir milletin kaderini olumlu yönde etkilemiştir.
“İyilik ve güzellikten sana her ne
gelirse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse
kendi elinizdendir- nefislerinizdendir..” (Nisa-79)
“... bir musibete kendiniz uğrayınca ‘bu da nereden?’ dersiniz .
Deki: ‘o, kendinizdendir.”
(Aliimran-165)
“Biz insana, bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla sevinip
şımarır. Kendi ellerinin
hazırladığından bir kötülük başlarına gelince, bakarsın
insan, alabildiğine nankörleşmiştir..” (Şura-48)
“Allah insanlara
zulmetmez. İnsanın maruz kaldığı
zulümler bizzat kendisinin eseridir." (Aliimran-117)
“Başınıza her ne musibet
gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. Allah bir çoklarını da affediyor..” (Şura-30)
“Eğer güzel
davranırsanız, kendi benlikleriniz için güzellik sergilemiş olursunuz. Ve eğer
kötülük
yaparsanız o da benlikleriniz aleyhine olur..” (İsra-7)
“Kim barışa ve hayra
dönük iş yaparsa kendi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa kendi aleyhinedir..” ( Fussilet-46)
Kur’an
tehlikeye, kötülüklere, olumsuzluklara karşı önlem-tedbir alınmasını emreder.
(Nisa-102)
Gerekli
önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen grizu patlamaları ve madencilerin
hayatlarını kaybetmeleri; fay hatları üzerine yerleşim merkezleri kurulması ve
dayanıksız binalar inşa edilmesi sonucu
depremlerde ortaya çıkan büyük mal ve can kayıpları, trafik kazalarında günde 13-15
kişinin hayatını kaybetmesi ve benzeri olaylar mezhepçi hoca efendilerin, ulemaların
dediği gibi kötü kader veya Allah’ın
takdiri değildir. İnsanların kendi özgür iradeleriyle, tercihleriyle yaptıkları
hataların, almadıkları tedbirlerin veya yanlış kararların, uygulamaların sonucudur.
İslam
anlayışına göre determinist anlayışla varoluşun ilahi kurallarına, fıtrata, külli-asli kaderine bağlı olarak yaşayan
insan; yaşam sürecindeki indeterminist
özgür düşünceleri, tercihleri, cüz’i iradesi ile aldığı kararlar,
yaptığı eylemleri-amelleri sonucu kazandığı
sevap ve günahlarla ahiretteki sonunu kendisi
belirler. Bu konuda Allah’ı dışlayan bir yaklaşım da, özgür iradeyi dışlayan
bir yaklaşım da Kur’an’dan onay almaz..
İslam’da
sorumluluk; suç, günah, sevap kişiseldir. Kazanılan günahta ve sevapta veraset,
intikal,
hibe, devir,
bağış söz konusu değildir. İbadetlerde vekâlet olmaz; vekâleten ibadet olmaz.
İyilik yapan
da kötülük yapan da kendisine yapar. ( İsra-15
Fussilet-46)
Ahiret günü
herkes kendi yaptığı veya yapmadığı, ihmal ettiği amellerle, ibadetlerle; kendi kazandığı ile hesap
verecektir. Cennetle mukafatlandırılacaktır veya cehennemde azap çekecektir.
“Yemin olsun ki, yapmakta
olduklarınızdan sorgulanacaksınız..” (Nahl-93)
“Bugün herkese
kazandığının karşılığı verilir..” (Mümin-17)
“Herkesin yapıp ettiğinin
karşılığı tam verilir..” (Zümer-70)
“Allah, her benliği kendi
kazandığıyla karşı karşıya getirecektir..” (İbrahim-51)
“Her benlik kendi
kazandığının bir karşılığıdır..” (Müddessir-38)
“Korunup sakınanları
Allah, kendi başarıları yüzünden (Cehennem azabından) kurtarır.”
(Zümer-61)
“O gün.....kimin ölçülüp
tartılacak şeyleri ağır basarsa kurtuluşa erenler onlar olacaktır. Ölçülüp
tartılacak
şeyleri hafif kalanlar ise işte onlar hüsran olacaklardır..”
(Araf- 8, 9 Müminun-102, 103)
“Ey inananlar! ..... herkes yarına ne hazırladığına baksın..”
(Haşr-18)
“Her benlik kazancının
karşılığıyla, hiç kimse zulme uğratılmaksızın, yüz yüze getirilsin.”
(Casiye-22)
“Bu bizim kitabımız,
karşınızda gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yapıp-ettiklerinizin kopyasını
çıkarıyorduk-yaptıklarınızı kaydediyorduk..”
(Casiye-29)
“Herkese yaptığının
karşılığı tam olarak ödenir..” (Nahl-111)
“Her birinin yapıp
ettiklerinden dereceleri vardır.
Amellerinin karşılığı eksiksiz verilecektir.
Hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır..” (Ahfaf-19)
Klasik
anlayıştaki kader algısı aklı ve iradeyi dışlar. Din, iman istismarıyla servet
ve makam sahibi olmak isteyen din bezirganları aklı, iradesi sıfırlanmış
insanları sever.
Tarih
sürecinde mezheplerin, mollaların, şeyhlerin kendilerine göre bir ‘‘kadere
iman’’ inancı oluşturup bunu iman sahibi olmanın şartı olarak dayatma gayretlerinin sebepleri
şunlar olabilir:
1- Kur’an’ın işaret ettiği akıldan, bilgiden, ilimden
insanları uzak tutmak, özgür düşünceyi, iradeyi
pasifize etmek ve hayır da şer de nasıl olsa
Allah’tan gelir diyerek çalışmayan, üretmeyen,
düşünmeyen, zorluklara karşı direnç
göstermeyen, gayret sarfetmeyen tembel, taklitçi,
sadakaya muhtaç bir toplum yaratmak daha sonra bu toplumu dilediği
gibi kolayca istismar
etmek, sömürmek.
2- “Hayır ve şer Allah’tandır, Allah’tan
gelir” diyerek; başımıza gelen her şeyin Allah’ın takdiri
olduğu fikrinin kabul ettirilmesi ile saltanat,
iktidar mensuplarına, yöneticilere karşı uysal,
tepkisiz bir toplum yaratmak. İstismarcı, riyakar yönetim kadrolarının
yaptıkları yanlış
uygulamalara, zulümlere, sömürüye tepki göstermeyen, baş kaldırmayan kaderine
razı uysal,
rainalaşmış sürüleşmiş toplum oluşturmak. Zalimin yaptığı zulmün ve
mazlumun aczinin
sorumluluğunu kadere yüklemek.
3- Kötü niyetli, istismarcı, çıkarları doğrultusunda işler
yapan veya ehil olmayan yöneticilerin
hataları,
icraatları sonucu ortaya çıkan olumsuz sonuçların sorumluluğunu kadere, Allah’a
havale etme ve sömürü, zulüm düzeninin devamını
sağlama isteği.
4- Bazı
insanlar özgür iradeleriyle işledikleri günahların, suçların sorumluluğunu
başkalarının
üstüne atmaya veya kendilerine suç ortağı
aramaya çalışırlar.
İşlenen suçların
sorumluluğu genellikle şeytanın üstüne atılır. “şeytana uydum” en sık
başvurulan bahanedir. Şeytan şüphesiz insanları günaha yöneltir ama
son karar ve
sorumluluk kişinin kendisine aittir. Bazı kişiler de suçlarının,
günahlarının sorumluluğunu
“kadere” yüklemek
isterler. “Ne yapalım hayır da şer
de Allah’tandır” derler, “ne yapalım
kader böyleymiş, Allah’ın takdiri, ilahi takdir- takdir-i Huda böyleymiş”
derler. İşledikleri
suçların, günahların
sorumluluğunu Allah’a havale
etmeye kalkarlar. Bu kişiler Allah’a iftira
etmiş olurlar ve hiç şüphesiz büyük günah işlemiş
olurlar.
5- Halkı sömüren, servet şehvetine kapılan,
kendilerince dünyalarını cennete çeviren idarecilerin
sömürdükleri halkın yosulluğunu takdir-i
ilahi- Allah’ın takdiri olarak yutturmaya çalışmaları,
halkı Allah ile aldatmaya, afyonlamaya, uyutmaya
çalışmaları.
6- “Zenginlik, fakirlik kaderdir. Allah kimin
zengin yahut fakir olacağını ezelden takdir etmiştir”
yalanıyla halkın fakirliğe, yoksulluğa
rıza göstermesini sağlamak.. Oysa
fakirlik kader değil,
fakirin hakkı olan zekatı vermeyen, infak
etmeyen; mal, servet yığan zenginlerin zulmüdür...
İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarını ikna etmekten daha
kolaydır.
Yaşanılanlar olabileceklerin en iyisi
olduğu için yaşanmıştır. Tanrı her şeyin en iyisini takdir eder. Başımıza gelen
her şey mümkün olanların-seçeneklerin en iyisidir düşüncesi aslında Katolik
Hıristiyanlığın ortaçağ dogmalarıdır.. Voltaire, Kandid adlı eserinde bu
yaklaşımı eleştirir. Kitabının sonunda
“bahçemizi yetiştirmek gerek” diyerek, mümkün olanın en iyisini yaşamak için;
kötülükten, yoksulluktan kurtulmak için beşeri
sorumluluğa; akla, iradeye, çalışmaya, emeğe vurgu yapar.
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK
kuranpenceresinden@hotmail.com