22 Haziran 2015 Pazartesi

K A D E R

                 
                 KADER: Ölçü, ölçümleme, miktar, denge, düzen, nizam, takdir demektir. 
                 Kur’an’da kader kelimesi hep bu anlamlarda kullanılmıştır..
                 Fıtratın-varoluşun ve halen devam etmekte olan yaratılışın Yüce Allah tarafından takdir                                      edilen, konulan ölçüleri, düzeni, nizamı, kuralları; yaratılanların, bizlerin kaderidir.
                 Bir yaratılan olarak uymak zorunda olduğumuz Yaratan’ın yaratılış sürecine koyduğu
                 değişmez ölçüler, ilahi  kanunlar ve bu kanunların işleyişi sonucu ortaya çıkan etkiler
                 bizlerin kaderidir. Yaratan ölçüyü titizlikle ve adaletle korumamızı ister, aksi takdirde
                 hüsrana uğrayacağımızı bildirir. (Rahman-9)
               
                 “ O’nun katında her şey bir ölçüye - kadere göredir..” (Rad-8 Talak-3)
                 “ Şu bir gerçek ki, biz her şeyi bir ölçüye göre - bir kaderle yarattık..” (Kamer- 49)
                 “ O, her şeyi yaratmış ve her şeye bir ölçü ve oluş tarzı takdir etmiştir..” (Furkan-2)
                 “ Bir ölçüyle yaptık. Ne güzel ölçü koyanlarız biz..” (Mürselat-23)
                 “Allah’ın yasalarında,  yönteminde değişme bulamazsın.” 
                   (İsra-77 Fatır-43 Ahzap-62 Fetih-23)

Fıtratullah - Yaratılış yasaları Allah’ın takdiridir; Allah’ın kainatta belirlediği kusursuz ölçülere göre
düzenli, ahenkli işleyen tabiat kanunlarıdır. Yaratılışın ilahi formatı, koordinatlarıdır.

Kader: Kainatın ilahi sitemin değişmez ölçüleri, düzeni, yasalarıdır. 
Yaratılışın-fıtratın kurallarında uyuşmazlık, aykırılık, çelişki olmaz. (Mülk-3)
Allah’ın yasaları her zaman müminlere destek olur. İnkarcıları, kafirleri ise cezalandırır.
(Fetih-23  Mümin-85) Fıtrata-kadere aykırı davranışlar insanları mutsuz ve günahkar yapar.

Kader: Her varlığın uyması gereken yasasıdır. 
*100 derecede kaynaması, sıfır derecede donması suyun kaderidir.
*1535 derecede erimesi demirin kaderidir.
*Güneşin uydusu olması, onun etrafında belli bir yörüngede dönmesi dünyanın kaderidir.
*Burunlarının uzun, kuyruklarının kısa olması fillerin kaderidir.
* Sürünerek yol alması yılanın; uçmak, kuşların kaderidir.
*Ancak kar yağdığı zaman açması kardelen çiçeğinin kaderidir.
*Akıl, özgür irade, düşünme ve konuşma yeteneği insanların kaderidir.
* Üzerlerine pislik, kötülük yağması aklını işletmeyenlerin kaderidir. (Yunus-100)
*Bal yapması arının kaderidir. Allah onun kaderini, fıtratını öyle yaratmıştır. (Nahl-68)

Kur’an’da ‘‘kadere iman’’ ifadesi, şartı, hükmü, emri yoktur. Mezheplerin kendi kabulleri,
yorumlarıyla iman şartlarına  ‘‘kader’’ i ekleme gayretlerinin nedeni ayrıca incelenmelidir..
Mezhep yorumlarında, ilmihal kitaplarında kaderin, iman şartlarından olarak gösterilmesi,
ancak Kur’an’daki sünnetullah -Allah’ın tavrı, tarzı- ilahi sistemin kuralları, düzeni, ölçüleri,
tabiat kanunları ve Allah’ın ezeli, ebedi bilgisi anlamında kabul edilebilir.

Kur’an’daki Kader:  Allah’ın, Halik, Kadir, Hakim ve Amir olduğuna inanmaktır.
Yani Allah’ın yaratılışta, varoluşta ve oluşun seyrinde ölçü ve nispetler, değişmez kurallar,
evrensel planlar takdir eden ve işleyişe hükmeden, çekip çeviren  olduğuna inanmaktır.
Yaratılanlar, kurulan ilahi sistemin, tabiat kanunlarının düzenine, ölçülerine uymak, Allah’ın
gücüne kudretine tabi olmak zorundadır. Buna ilahi kader, külli nefs veya külli kader denir.
Kişinin ırkı, cinsiyeti, fiziksel ve kişilik özellikleri, ailesinin, ülkesinin belirlenmesi ilahi nefs’in,
külli kaderin bir parçasıdır. Külli nefs kâinatın ruhudur. Cüz-i, insani nefs insanın ruhudur.
Cüz-i nefs nitelik ve erdemlerini külli nefsten almıştır. Seçme hürriyeti, insana irade vermesi de Allah'ın takdiridir. 

Duyu organlarımızla algılayabildiğimiz şeyler eşyadır. “Eşyanın tabiatı” diye bir deyim vardır; bazen de “eşyanın tabiatına aykırı” denir. Buradaki “eşya” varlıktır- yaratılanlardır; evrende bulunan her şeydir. “Tabiat”  ise sünnetullahtır, yaratılanların fıtratıdır, kaderidir. Örneğin: Balıkların karada yaşaması eşyanın tabiatına; balığın kaderine aykırıdır.

“O ki yarattı, düzene koydu. O ki miktarını, şeklini belirledi..” ( A’la-2,3)
“Sizi biçimlendirdi ve görünüşlerinizi güzel yaptı..” (Tegabun-3)
“Rabbin ki seni yarattı, düzgün hale koydu, en güzel ölçülerle şekillendirdi..” (İnfitar-7)
“..... yerde ve gökte ne varsa, hepsi ister istemez, Allah’a teslim olmuştur..” (Aliimran-83)

Bir çok ayette gökte ve yerde bulunanların; yaratılanların Allah’a secde ettikleri ve Allah’ı tespih ettikleri bildirilmiştir. Allah’a secde etmek: O’na teslim olmak, fıtratın kurallarına bağlı ve uygun olarak yaşamak demektir. Allah’ı tespih etmek ise, O’nu yüceltmek, O’na yönelmek, O’nun istediği gibi  yaşamak demektir. Mesela; kuşlar fıtratlarına uygun olarak öterler, böylece Allah’ tespih etmiş ve O’na secde etmiş olurlar.
İslam evrenin dinidir. Evrenin bir parçası olarak bizler de dahil olmak üzere Yaratan’ın koyduğu yaratılışın ölçülerine, kurallarına-ilahi kadere uygun yaşamamız, Yaratan’ın gücüne teslim olmaktır. Akli, iradi tercihlerimizle de Allah’a yönelmemiz, O’nu yüceltmemiz, O’na bütün benliğimizle teslim olmamız Yüce Allah’ın bizden beklediği teslimiyettir.
                                                                                  * * * * *
Ezelden, ebede kadar; insanın daha anne karnındayken başlayıp bütün yaşam sürecinin ve ahiret hayatının, cennetlik mi?  Yoksa cehennemlik mi olacağının Allah tarafından baştan belirlenmiş, planlanmış değişmez olduğu; insanların baştan yazılan senaryoya uygun bir yaşam sürdürdükleri;
tedbir almanın alın yazısına, ilahi iradeye karşı çıkmak olduğu geleneksel kabulün kader anlayışıdır.
Özgür iradeyi ve sorumluluğu dışlayan alın yazısı anlamındaki bu kadercilik –fatalizim- cebriye anlayışına Kur’an onay vermez. Geleneksel kabulün kader anlayışı ile Kur’an’ın kader anlayışı
tamamen farklıdır.

Geleneksel kabulün kader anlayışının en önemli dayanaklarından bir de Kuttubi Sitte de yer alan şu uydurma hadistir.
“Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde kotarılır. Bu kadar daha geçince alaka olur.
Bu kadar daha geçince mudga olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir. Rızkını, ecelini, amelini, kafir veya Müslüman olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir. Ahirette cennete mi gideceği, cehenneme mi gireceği belirlenir..”  

Bu hadisin Kur’an’ın ruhuna aykırı olduğu açıktır. Daha annesinin karnında iken “kafir” damgası yiyen kimse iyi bir Müslüman olarak yaşasa bile sonuç olarak cehenneme atılacaktır. Bu inanış Allah’ın adaletine olan güveni sarsar. Bunu fırsat bilen din istismarcıları hemen kurtarıcılığa soyunurlar. Ortalık aracılar, şefaatçilerle dolar, taşar. İnsanları, cehennemden kurtaracaklarını söyleyerek sömürü düzenlerini kurarlar.

“Kadere iman’ tabiri, İslam inançlarının içine, hadis diye ortalıkta dolaştırılan bir söze dayanılarak sokulmuştur. Oysaki o söz, bugünkü kader anlayışını savunanların deyimiyle bir ‘haberi vâhit’tir, yani Peygamberimizden bir tek kişinin rivayetidir. Ve hadisçilerin de kabul ettikleri bir kurala göre, haberi vâhit imanla ilgili konularda delil olmaz..”
(Yaşar Nuri öztürk- Yurt Gazetesi – 01.06.2014)

Geleneksel kabulün kader anlayışı ortaçağ katolik inancından izler taşır. Kiliseye göre; hastalık, Tanrı’nın insanlara günahlarından dolayı verdiği bir cezadır. Aşı yaptırarak cezayı etkisiz kılma gayretleri Tanrı’yı kızdırır. Bu nedenle aşı yaptırmamak gerekir..

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden İlhami Güler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu
adlı kitabına ibret alınması gereken şu hitap ile başlar. 
“Kader veya alın yazısı inancının doğurduğu kayıtsızlıktan dolayı, aşılanmadığı veya hastalıkları ihmal edildiği için Allah’ın erken yaşta aldığı, başta beş kardeşim olmak üzere milyonlarca mümin evladının anısına...”

“Allah dilediğini silip yok eder, dilediğini sabit tutar. Kitap’ın anası O’nun katındadır.” (R’ad-39)
“Yaşayan bir varlığa daha çok ömür verilmesi de onun ömründen biraz kısaltılması da mutlaka
   bir kitapta yazılıdır..” (Fatır-11)
“Sizi bir balçıktan yaratmış olan O’dur. Sonra hüküm verip bir süre belirlemiştir. Belirlenmiş
   başka bir süre de onun katındadır..” (Enam-2)
“... Kiminiz daha önce ölür, kiminizde belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki artık aklınızı 
   kullanırsınız..” (Mümin-67)

Yüce Allah varlıklara bir ecel, ömür belirlemiştir. Fakat bu süre değişmez değildir. Kişi yanlış davranışlarıyla kendi ecelini, ömrünü kısaltabileceği gibi yapacağı kaza ve hatalarla başka birinin  ömrünün kısalmasına da yol açabilir. İnsanın kendi ecelini, ömrünü kısaltması konusunda en iyi
örnek Yunus suresi 98. ayette bildirilmiştir.

Yüce Allah “zamana aşkın, zaman üstüdür.” Geçmiş ve gelecek Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu için ilahi zamanda yalnız ve sürekli  ‘‘şimdi’’ vardır.  Allah katında geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman bir-tek zaman, bir-tek an gibidir. İnsanlar için o an itibariyle tamamen belirsiz olan gaybi bilgiler O’nun katında bulunmaktadır. Bundan dolayı Kur’an’da gelecek zamanla ilgili bazı olaylar; kıyamet zamanı, cennet ve cehennemle ilgili bazı ayetler şimdiki zaman kipiyle anlatılır.
Geçmiş ve gelecek; yaşanmış ve yaşanacak her şey, kainatın ezeli ve ebedi bilgisi, büyük patlamadan, kıyamete kadar; ilk yaratılıştan, ahiret ve cennet, cehennem hayatına kadar olan ve olacak her şey  Allah tarafından tek bir an gibi bilinir. Allah katında her şey olup bitmiştir.
Yüce Yaratan’ın geçmişi ve geleceği kapsayan bütün bilgisi  O’nun katında kayıt altındadır. Saklanan, korunan apaçık bir kitapta, Kitap-ı Mubin’de- Levh-i Mahfus’ta- muhafaza altındaki levhada yazılıdır.  

Zaman mutlak değil, izafidir. Yüce Allah bizim anladığımız şekilde  bir zaman kavramına tabi değildir.
Allah her şeyi baştan, önceden belirlemiş, planlamış mıdır? Yoksa ilahi sisteme her an müdahale etmekte midir? Tartışmaları yersizdir. Bu tartışmalar ancak Newton’un dediği gibi zaman mutlak olsaydı, yani zaman her yerde aynı olsaydı anlamlı olurdu. Ancak Einstein’ın 20. yy. başlarında açıkladığı İzafiyet Teorisi ile zamanın izafi-göreli olduğu anlaşılmıştır. Kur’an’da da zamanın izafi olduğuna işaret eden ayetler vardır. ( Hac-47 Secde-5 Mearic-4 Yunus-45 )
Zamanın izafi olduğu anlaşıldıktan sonra kader konusunda ilahi takdir mi? Özgür irade mi? paradoksu daha anlaşılır hale gelmiştir. İlahi takdir ile özgür irade birbirlerinden ayrı kavramlar değildir. Sahip olduğumuz akıl ve özgür irade ilahi takdir-yaratılışın, fıtratın kuralları kapsamında olup Yüce Allah’ın bizlere lütfudur.   

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı
   da bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dane, yaş
   ve kuru her şey apaçık-mubin bir Kitap’ın içindedir...” (Enam -59)
“Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey, ondan daha küçüğü de daha büyüğü de Rabbinden
   uzakta-gizli kalmaz; tümü apaçık-Mubin bir kitapta yazılıdır..” (Yunus-61 Sebe-3)
“Onların yaptıkları Levhi Mahfus’ta yazılıdır. Küçük, büyük tümü ayrıntılı yazılmıştır.”(Kamer 52, 53)
“O, her şeyi duyan, her şeyi bilendir..” (Enbiya- 4   Yunus-65)    
“........ Allah her şeyi bilir..” (Enfal-75)
“ Allah her şeyi işitir ve görür..”  (Mümin-20, 56)
                                                                                     
Allah’ın geçmişi, geleceği, insanların özgür iradeleriyle ne yapacaklarını bilmesi  geleneksel mezhep anlayışındaki “hayır da, şer de Allah’tan gelir ” şeklindeki kader anlayışının kanıtı olamaz.
Allah şüphesiz her şeyi bilir. (Tegabun-11) Ancak, insanların eylemlerini belirlemez, tayin ve takdir
etmez, cebren oluşturmaz. İnsan kendi aklı, iradesi, tercihi ile belirlediği, yaptığı iş ve eylemlerinden
dolayı sorumludur ve ahirette yargılanacaktır. Yargılamanın sonucunu insanların kendi özgür iradeleri ve tercihleri ile yaşadıkları hayat,  işledikleri ameller, kazandıkları günah ve sevaplar belirleyecektir. Yüce Allah senaryoyu yazmış, rolleri belirlemiştir. Ancak rolleri dağıtmamıştır; kimin hangi rolü oynayacağını belirlememiştir. İnsan aklı ve özgür iradesi ile oynayacağı rolü kendisi seçer.

Yüce Allah oyunun kurallarını-varoluşun kaidelerini baştan belirlemiş ve bildirmiştir.
Bizlerin oyunun kurallarını, kaidelerini; ilahi kaderi değiştirme gücümüz yoktur. Bu kader anlayışının determinist yönüdür. İnsanlar belirlenen kurallar, kaideler çerçevesinde akılları ve özgür iradeleriyle oynarlar-yaşarlar.  Bu da kader anlayışının indeterminist yönüdür. 

Şu bir gerçek ki, biz resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de hesap günü
mutlaka yardım edeceğiz..” (Mümin-51)

Kimin daha iyi, başarılı oynayacağını-yaşayacağını, ilahi iradenin yardımını, desteğini hak edeceğini,
(“Allah dilediğine yardım eder” Rum-5, 47  Ankebut-69 “Allah, öz yardımıyla dilediğini destekler.” Aliimran-13  “Allah’ı doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız.” Leyl-7  “İnananlara yardım etmek Bize görev olmuştur.” Rum-47 ) Rab’binin hoşnutluğunu kazanacağını veya kimin hatalar, ihlaller yapacağını, kaza, ihmal kurbanı olacağını - oyunu kaybedeceğini, ahirette kimin yüzünün güleceğini, kimin hüsrana uğrayacağını Yüce Allah ezeli ve ebedi bilgisiyle elbette bilir. 
(Yunus-65 Kamer-52) 
görevli melekler eylemlerimizi gözetler, söylerimizi kayıt ederler. (İnfitar-12)
“....elçilerimiz yanlarında yazıp duruyorlar..” (Zuhruf-80 Kaf-17 İnfitar-11,12 Casiye-29 )
“....sağında ve solunda oturan iki görevli yaptıklarını yazar..” (Kaf-17)
“.... söylediği her sözü kayıt altına alan biri bulunur..” (Kaf-18)
Ancak, Allah insanların eylemlerini, tercihlerini ve oyunun sonunu belirlemez.
Spor müsabakalarında bile en iyi hakem, sonuca en az etkisi olan hakem değil midir.?

‘‘Kur’an, kader kavramıyla varlık ve oluşta tesadüfün değil, ölçü ve bilincin egemen olduğuna dikkat çekmek istemiştir……. Allah’ın isim sıfatlarından olan ve Kur’an’da 39 yerde geçen Kadir ile yedi yerde geçen Kaadir sözcükleri de kaderle ayni kökten gelen kelimelerdir. İkisinin sözlük anlamı da ‘her şeyi
kudretiyle belirleyen, ölçüye bağlayan’ demektir. Yine Allah’ın isim sıfatlarından biri olan ve
Kur’an’da 3 yerde geçen Muktedir sözcüğü de kaderle ayni kökten olup ‘kudretiyle her şeyi bir ölçüye bağlı olarak çekip çeviren’ demektir. Kur’an’daki kaderin anlamı budur..  Allah, varlık, iş ve oluşa ilişkin yasaları hem bilir, hem belirler; ama Allah, insanın fiillerine ilişkin  sonuçları bilir ama belirlemez. Bilmesi O’nun tanrılığının bir gereği olduğu gibi, sonuçları belirlememesi de tanrılığının bir gereğidir. Fiillerimizin sonuçlarını bilmekle kalmayıp aynı zamanda belirlerse bu bizi sorumlu tutmamasını gerektirir. Hem belirler hem sorumlu tutarsa bu zulüm olur. Oysaki Allah zulümden arınmıştır...’’  (Yaşar Nuri Öztürk-İslam Nasıl Yozlaştırıldı-S:212-213)

Allah tarafından önceden planlanan-belirlenen olayların-kaderin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi anlamındaki geleneksel kabulün “kaza” anlayışı Kur’an’dan onay almaz.   
İnsanların dünya ve ahiret hayatlarının önceden belirlenmesi, planlanması ve alınlarına  yazılması sonra da insanların bu alın yazılarına bağlı olarak robot gibi  yaşamaları şeklinde bir kader anlayışı Kur’an’dan onay almaz.  Aksi düşünce, aklı ve özgür iradeyi reddetmek olur.
Böyle bir düşünce insanı robot gibi, hayvanlar gibi dine karşı sorumsuz yapar. 
Ahireti, hesap gününü, yargılamayı ve cenneti, cehennemi anlamsız, gereksiz kılar.

İlahi dileme, insanın irade ve seçimi olmaksızın olursa, insan sorumlu değildir. Sorumlu olmayan insan ise insan değildir..” ( Ali Şeriati-İnsanın Dört Zındanı- S:35)

“İnsanların yaptıkları her şey Kitaplarda-Levhi Mahfusta- amel defterlerinde yazılıdır. Küçük, büyük tümü satır, satır yazılmıştır..” (Kamer-52,  53)
Ayet, “ insanların yaptıkları her şey” diyor. Baştan yazdığımız, planladığımız her şey demiyor.
İnsanların eylemleri, yaptıkları iyi ve kötü işler kendi tercih ve özgür iradelerinin sonucu değil de
Allah’ın takdiri, iradesi sonucu planlanarak  kişilerin alınlarına yazılan kaderin tecellisi ise: Ahiret gününde insanların hesaba çekilmesi (A’raf-6)  anlamsız olmaz mı?
Ayni şekilde dünyada insanlar özgür iradeleriyle işledikleri suçlardan dolayı  yargılanırlar ve cezalandırılırlar. Özgür irade yok, kader, kaza, alın yazısı varsa, insanların yargılanmaları, mahkemeler, cezaevleri gereksiz, anlamsız olmaz mı? Günah işleyen kişi hesap gününde ‘‘ben bu günahı özgür irademle değil, kaderimde olduğu, alnımda yazdığı için işledim’’ derse cehennem azabından kurtulabilir mi? Ayni şekilde suç işleyen kişi mahkemede ‘‘ben bu suçu alnımda, kaderimde yazdığı için işledim’’ derse cezadan, hapsedilmekten kurtulabilir mi ..? Tabi ki hayır.
Yapılan zulümler, işlenen günahlar, suçlar Allah’ın takdiri denilerek meşrulaştırılamaz. Hiç kimse kendi günahını, tedbirsizliğini, cehaletini Allah’a fatura etmeye çalışmamalıdır.  Zalim zulmünün gerekçesini, mazlum aczinin gerekçesini kadere yüklememelidir. Bunlar  Allah’a zulmetmek, iftira atmak olur.
Tedbirde hata eden, takdire bühtan (iftira) eder....

“ Deki: Hak Rabbindendir. Artık DİLEYEN inansın, dilemeyen inkâr etsin..” (Kehf-29)
“ Kur’an, bir öğüt verici ve düşündürücüdür. DİLEYEN Rabbine doğru bir yol edinir..  
    (Müzzemmil-19)
“ ..... Rabbine doğru bir yol tutmayı DİLEYENLER istiyorum..” (Furkan-57)
“Allah DİLEYENİ doğru yola eriştirir..” (Nur-46)
"Allah yoldan sapmışlardan başkasını saptırmaz." (Bakara-26)
"Allah DİLEYEN kimsenin sapmasını diler, kendisine yönelen kimseyi ise doğru yola iletir." (Rad-27)

Özgür irade ile tercih belirlemek o kadar önemlidir ki, Allah ancak akıl ve özgür iradeleri ile şuurlu, bilinçli, olarak iman eden, doğru yola gelmek isteyen kullarını doğru yola klavuzlar; sapıtma isteyenleri de sapıklığa kılavuzlar-yönlendirir. Kur’an bunu“dileyeni (hidayet yolunda gayret göstereni, dileyen kimseyi) / dilediğini doğruya kılavuzlar” veya “dileyeni (sapmayı dileyeni)/ dilediğini saptırır” diye ifade etmiştir. (Hac-16 Rad-27 Fatır-8 Müddessir-31  İbrahim-4) 
Ayrıca yüce Allah amelleri, fiilleri ile azabı hak edene-dileyene azap eder; rahmeti, bereketi hak edene, dileyene ise rahmet eder. Dileyene/dilediğine azap eder; dileyene/dilediğine rahmet eder. (Ankebut-21  İnsan-31)
Dileyenin, çalışanın, hak edenin/dilediğinin rızkının bollaştırır; dileyenin/dilediğinin rızkını daraltır.
(İsra-30) Sonuç olarak her şey Allah’ın iznine, onayına bağlıdır... (Teğabun-11 Yunus-100)

Yüce Allah kullarının iyiliği, mutluluğu için her şeyi yapmıştır. Son olarak Hz. Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmiş ve alemlere rahmet olarak Kur’an’ı indirmiştir. Artık bundan sonra kişinin inanması, inanmaması;  doğru yola veya yanlış yollara yönelmesi ; azap görmesi veya rahmete kavuşması tamamen kendi aklı, tercihi, dilemesi, istemesi ile özgür iradesi sonucu vereceği kararlarına ve amellerine bağlıdır..

‘‘Kadere iman var demek, insanın özgür iradesi yoktur demektir. Allah’ın  onun alnına yazdığından
başka bir şey yapamaz demektir. İnsanın bütün işlerini  Allah yapar demek, Allah’a iftiradan başka
bir şey sayılmaz. Bütün Müslümanları asırlarca perişan eden sorumsuzca davranmalarının sebebi bu yanlış inançtır. Memlekette ve İslam dünyasında bu kadar akıl almaz bozuklukların ve bozgunculukların baş nedeni kadere inanmanın getirdiği sorumsuzluk duygusundan başka bir şey değildir…………….
Kader yok, özgür  irade var. Özgür irade yoksa dinde yoktur. Kur’an’ı Kerim’de kadere inanmak yoktur.
Kadere verdikleri anlam, insanın alın yazısı anlamına gelir. Bu da insanın dünyada ne yapacağı ve ne yapmayacağı doğmadan önce yazılmış çizilmiş ve iş bitmiştir, değiştirilemez demektir.
Cennetlik ve cehennemlik olması elinde değildir anlamına gelir. Böylece kadere inanan aslında  Kur’an’ı ve peygamberi temelinden inkar etmiş olur. Çünkü, Kur’an’a, Allah’a, peygambere inanmak insanın özgür irade sahibi olmasına bağlıdır. Özgür irade sahibi olmayan hayvandır…….. İnsanın özgür iradesi vardır ve yaptığı her hareketten sorumludur….......Allah insana cüz’i irade vermiş ve bu irade çerçevesinde hareketlerinde serbest bırakmıştır. Kur’an ayetlerinde insana tam sorumluluğu yükleyen ayetler olduğu gibi, her şeyi Allah’ın yaptığını bildiren ayetler de vardır……. Ebu Mansur Maturidi bu ayetlere dayanarak külli iradenin Allah’a ait olduğunu, cüz’i iradenin insana verildiğini ortaya koyarak dokuz asır önce en güzel şekilde kader meselesini çözmüştür.’’   (Hüseyin Atay-Kur’an’da  iman esasları ve kader-S:8,153)

“Allah’ın iradesinden insan iradesinin bağımsızlığına inanma, bizi ikiciliğe, yani birbirinden ayrı olarak var olan iki iradeye (insan iradesi ve Allah’ın iradesi)inanmaya götürmektedir. Ancak bu arada tevhid yok edilmemelidir........İnsan iradesinin bağımsızlığı bir gerçek olmakla birlikte; gene ilahi iradenin bir tecellisidir....” (Ali Şeriati – Öze Dönüş – S:320)

“Kader; Kur’an’da tabiat kanunları, varlığın değişmez yasaları anlamında kullanılır.
Sünnetullah tabiri de bu anlamdadır. Ahzâb 38, kader ile sünnetullah tabirlerinin eşitliğini bildiriyor.
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur.
 O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, sürüleştirilmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.
Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müminin cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, önceden belirlenmiştir...
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır.
Bu kader anlayışına teslim edilmiş kitlelerin yarınlara ümitle bakabilmelerinin biricik koşulu, ‘gelecek bir kurtarıcı-mehdî’ beklemektir. Çünkü bu kitlelerin ‘gerekeni yapma’ azim ve iradeleri felce uğratılmıştır; 
onlar ancak göklerden gelecek olanı bekleyebilirler.
Kur’an’da, bugün dayatıldığı şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de yoktur. Türkiye’de bu gerçek, İslam ilahiyatının dahi bilgini Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan ‘Kur’an’da İman Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya konmuştu. Bu, çağdaş ilahiyat literatüründe ilk kez telaffuz ediliyordu. Prof. Atay bu tezi yüzünden, Ehlisünnet inancını bozmakla suçlandı. Oysaki bu gerçek, Hüseyin Atay’dan çok önce yaşamış bilginlerce de dile getirilmiş ama üstü örtülmüştür. Ehlisünnet adı altında Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ve işbirlikçilerinin ideolojileştirdikleri cahiliye kabullerini pazarlayan Arapçı dincilik çevreleri, acaba bu gerçeği bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa cehaletlerinden, biliyorlarsa, iftiracılıklarından utanmalıdırlar. Şimdi, meselenin gerçek Ehlisünnet inancındaki durumuna bakalım:
Ahkâm ayetleriyle ilgili ilk tefsir kitabının sahibi sayılan ve gerçek Ehlisünnet’in baş imamı olan İmamı Âzam’la aynı yıl ölen Mukaatil bin Süleyman (ölm. 150/676), iman konusunu anlatırken Allah, ahiret, melekler, kitap ve nebilere imanı sayar ama kadere iman diye bir şarttan söz etmez.
(Mukaatil b. Süleyman, Tefsîru’l-Hams Mie, 12-13)
Ehlisünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yazmış bulunan ünlü Matürîdî kelamcısı ve Hüseyin Atay’ın kaynağı olan Ebul Muîni (ölm. 508/1115), Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde, kader konusunda Hüseyin Atay’ın söylediğinin aynısını söylüyor. Atay’dan 850 yıl önce. Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor:
“İman esaslarına gelince bunlar 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman. Aynen bunun gibi ibadetler de 5’e ayrılır.” (Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, 2/92)
Nesefî burada iki Kur’an dışılığı aynı anda düzeltmiştir:
1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur,
2. Geleneksel kabullerin ‘İslam’ın Şartları’ diye öne çıkardığı beş kavram, İslam’ın şartı değil, İslam’daki temel ibadetlerdir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.”
(Yaşar Nuri Öztürk-Yurt Gazetesi-29.05.20144

“Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak Peygamber döneminin konuları değildir.
 Kur’ân’da iman- inanç esaslarını belirten ayetlerde kader konusu yoktur..(Bakara-285, Nisa-136)
Bu ayetlerde kadere imandan söz edilmemektedir. Kadere iman sorunu, peygamberimizin vefatından 2, 3 asır sonra ortaya çıkan mezhep ve kelâm tartışmalarının ürünüdür.........
 İşte bu adamlar düşüncelerini, Peygamber diliyle onaylatmak istemişlerdir. Çok kurnazlık yapılmıştır. Hadis üretmede gecikmemişlerdir. Doğusu din adına takdire şayan kalpazanlıklar yapılmıştır..”
 (Süleyman Ateş-Vatan Gazetesi-02.11.2010)
                                                                              
“İmanın altı esasını sıralayan Amentü’de kader altıncı sırada şöyle yer alır.
‘Kadere, hayır ve şer’in Allah’tan geldiğine inandım.’
Kader konusunda bazı konuları kısaca özetlemek zorundayım:
Kur’an’ı Kerim’de böyle, yani hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanılmayı emreden bir ayet yoktur.
Bu konu bu şekilde din adamlarının yorumları ile böyle ortaya konulmuştur.
Aksine Kur’an’ı Kerim’de kötü şeyler nefsinizden, iyilikler ise Allah’tan gelir şeklinde ayet vardır.(Nisa-79)
Dolayısıyla hayır ve şer Allah’tan gelir şeklindeki inancın doğru olmadığını söylemek zorundayız.
Ayrıca, hayır da şer de Allah’tan geliyorsa, o zaman insanın elinde bir irade ve özgürlük yok demektir.
O zaman da Allah’ın insanları işledikleri suçlardan dolayı sorumlu tutması adaletli olmayacaktır.
İşin doğrusu şöyle: İnsanlar özgür iradeye ve hür davranışa sahiptirler, dolayısıyla insanlar hür iradeleriyle suç işlerse ceza, iyilik yaparsa sevap kazanırlar. İnsanlar güçleri ve iradeleri dışında olan şeylerden sorumlu olmazlar...” 
(Zekeriya Beyaz – Allah’ın varlığına belgeler ve İslam’da iman esasları-S:112)

“Emeviler döneminde, Kurân’ın ‘fırkalara ayrılmayın’ diye şiddetle yasakladığı bölünmeler yaşanacaktır. Birbirini tekfir eden Şia, Havaric, Mürcie, Cebriyye, Murezile gibi mezhepler ortaya çıkacaktır. Özellikle Cebriyye/fatalizm/ kadercilik emevilerin saray beslemesi alimlerinin ürünüdür.
............. Emevilerin zalim krallarına isyan etmek, Allah’ın kaderine, dilemesine isyandı. Allah’a karşı gelmekti (!) Kaderi kabul etmemek, Emevi zalimlerine isyan etmek demekti. (!) .....................
Hasan Basri’nin talebeleri  Emevilerin kader inancına tepki olarak Mutrzile’yi kuracaklar hür iradeyi savunacaklardır. Sonrada Eşari bu mezhepten ayrılacak, Emevilerin kader anlayışının biraz yumuşatılmışı olan Cebr-i Mutavassıt ekolünü ehl-i sünnetin kader anlayışı yapacaktır. İslam’ın reddettiği cahiliye kaderciliği Müslümanların itikadına dahil olacaktır.........................
Eşari kelamı/Gazali tasavvufu İslam dünyasına uzun asırlar egemen oldu. Osmanlılar Maturidi olmalarına rağmen, medreselerde okutulan tüm ders kitapları Eşari alimlerin kitaplarıydı. Bu gün bile hala en çok okunan kitaplar, her ikisi de Eşari olan Gazali ve Said Nursi’nin Kitaplarıdır.......................
Esas cebir ve kader anlayışı, yani insanın iradesini yok sayan anlayış Vahdet-i Vücud’un varlık felsefesinde, daha sonraları gelecektir. En katmerli cebir anlayışı bizim Pavlusların yeni dini Tasavvuf’ta bulunur......     (Saadettin Merdin – İslam’ın Pavlusları – 38)

“Allah, sapmayı dileyene yol verir ve doğruyu dileyene yol gösterir..” (Nahl-93 İbrahim-4)
“Allah, dileyene doğru yol gösterir..” (Bakara- 142 Hac-16) 
“Allah, inananlara doğru yol gösterir..” (Hac-54)  “Allah dileyeni doğru yola eriştirir..” (Nur-46)

Yaradılışın dualist yapısı gereği Yüce Allah Hayrı da şerri de; hakkı da batılı da; doğruyu da yanlışı da; iyiliği de kötülüğü de yaratmıştır. (Hadid-22) İnsana hayrı ve şerri ayırt etme kapasitesi verilmiştir.(Şems-8) Hayır (iyi, güzel, faydalı, sevap olan işler) ve şerr (kötü, çirkin, zararlı, günah olan  işler) insanlar bu seçeneklerden özgür iradeleriyle tercihler yaparlar, ameller-fiiller işlerler. “Hayır da şer de Allah’tandır” sözü, hayrı da şerri de Allah yaratmıştır anlamında kabul edilebilir. (Nisa-78) Ancak, hayra veya şerre yönelme insanların tercihine, özgür iradelerine bırakılmıştır.  (Nefs-i Emmare- kötülüğü şerri emreden nefis  Yusuf-53) Tercihlerin doğuracağı sonucun sorumluluğu hiç şüphesiz kişinin kendisine aittir. Nisa suresi 79. ve Şura suresi 48. ayetlerinde başımıza gelen “şer” lerin-kötülüklerin kendi nefsimizden, özgür tercihlerimizle yaptığımız hatalardan kaynaklandığını; karşılaştığımız “hayır”ların-iyiliklerin, güzelliklerin ise, Allah’tan geldiği bildirilmiştir. Şer’e yönelmek kişinin kendi zafiyetidir, yanlış tercihidir. Dolayısıyla karşılaşılan kötülüklerin sorumlusu kişinin kendisidir. Şer, Allah’a nispet edilemez, zira Allah Kullarının kötülüğünü istemez. İnsanların hayra, iyiliğe yönelmelerini ister.

İnsanların fıtratında, yaratılışında bulunan Allah’ın lütfettiği ahlak, onur, erdem, akıl, vicdan, çalışma ve üretme azmi, yardımseverlik,  insan ve vatan millet sevgisi gibi  manevi değerler insanları iyiliği, hayra yönlendirir. Fıtratına uygun yaşayan insanlar doğal olarak iyiliklerle, güzelliklerle karşılaşırlar; hayra, barışa, esenliğe ulaşırlar. Fıtratın ölçülerini, kurallarını belirleyen ve işleyişini görüp gözeten Allah olduğuna göre “hayır” Allah’tandır. “şer” ise, kişinin nefsine uyarak yanlış, olumsuz tercihleri eylemleri, sebebiyle ortaya çıkan sonuçtur.

İnsan dış etkilere açık bir varlıktır. Yaratılanlar/varlıklar arasında organik bir bağ vardır. Yaratılan her şey, herkes birbiriyle  ilişki ve etkileşim halindedir. Bu etkileşimlerin hayatımıza olumlu veya olumsuz yansımaları olabilir. Kötü niyetli birisi insanların yaşamını olumsuz yönde etkileyebilir veya insanların hayrına işler yapmaya çalışan birisi insanların yaşantısına iyilik, güzellik katabilir.
Mesela: Atom bombasını yapan veya dinamiti icat eden kişi bir çok insanın yaşamını olumsuz etkilemiştir. Elektiriği bulan veya telefonu icad eden kişi ise bir çok insanın yaşamını olumlu etkilemiştir. Hitler, Musolini, Franko gibi diktatörler bir çok insanın hayatını olumsuz etkilemiştir. Atatürk ise, bir çok insanın hayatını hatta bir milletin kaderini olumlu yönde etkilemiştir.

“İyilik ve güzellikten sana her ne gelirse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse
  kendi elinizdendir- nefislerinizdendir..” (Nisa-79)
“... bir musibete kendiniz uğrayınca ‘bu da nereden?’ dersiniz . Deki: ‘o, kendinizdendir.” 
    (Aliimran-165)
“Biz insana, bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla sevinip şımarır. Kendi ellerinin
  hazırladığından bir kötülük başlarına gelince, bakarsın insan, alabildiğine nankörleşmiştir..” (Şura-48)
“Allah insanlara zulmetmez.  İnsanın maruz kaldığı zulümler bizzat kendisinin eseridir." (Aliimran-117)
“Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. Allah bir çoklarını da affediyor..” (Şura-30)
“Eğer güzel davranırsanız, kendi benlikleriniz için güzellik sergilemiş olursunuz. Ve eğer
   kötülük yaparsanız o da benlikleriniz aleyhine olur..” (İsra-7)

“Kim barışa ve hayra dönük iş yaparsa kendi lehinedir. Kimde kötülük yaparsa kendi aleyhinedir..” ( Fussilet-46)

Kur’an tehlikeye, kötülüklere, olumsuzluklara karşı önlem-tedbir alınmasını emreder. (Nisa-102)
Gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen grizu patlamaları ve madencilerin hayatlarını kaybetmeleri; fay hatları üzerine yerleşim merkezleri kurulması ve dayanıksız binalar inşa edilmesi sonucu depremlerde ortaya çıkan büyük mal ve can kayıpları, trafik kazalarında günde 13-15 kişinin hayatını kaybetmesi ve benzeri olaylar mezhepçi hoca efendilerin, ulemaların dediği gibi kötü kader veya Allah’ın takdiri değildir. İnsanların kendi özgür  iradeleriyle, tercihleriyle yaptıkları hataların, almadıkları tedbirlerin veya yanlış  kararların, uygulamaların sonucudur.

İslam anlayışına göre determinist anlayışla varoluşun ilahi kurallarına, fıtrata,  külli-asli kaderine bağlı olarak yaşayan insan; yaşam sürecindeki  indeterminist özgür düşünceleri, tercihleri, cüz’i iradesi ile aldığı kararlar, yaptığı eylemleri-amelleri  sonucu kazandığı sevap ve günahlarla  ahiretteki sonunu kendisi belirler. Bu konuda Allah’ı dışlayan bir yaklaşım da, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşım da Kur’an’dan onay almaz..

İslam’da sorumluluk; suç, günah, sevap kişiseldir. Kazanılan günahta ve sevapta veraset, intikal,
hibe, devir, bağış söz konusu değildir. İbadetlerde vekâlet olmaz; vekâleten ibadet olmaz.
İyilik yapan da kötülük yapan da kendisine yapar. ( İsra-15  Fussilet-46)
Ahiret günü herkes kendi yaptığı veya yapmadığı, ihmal ettiği amellerle,  ibadetlerle; kendi kazandığı ile hesap verecektir. Cennetle mukafatlandırılacaktır veya cehennemde azap çekecektir.

“Yemin olsun ki, yapmakta olduklarınızdan sorgulanacaksınız..” (Nahl-93)
“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir..” (Mümin-17)                                                                          
“Herkesin yapıp ettiğinin karşılığı tam verilir..” (Zümer-70)
“Allah, her benliği kendi kazandığıyla karşı karşıya getirecektir..” (İbrahim-51)
“Her benlik kendi kazandığının bir karşılığıdır..” (Müddessir-38)
“Korunup sakınanları Allah, kendi başarıları yüzünden (Cehennem azabından) kurtarır.”
  (Zümer-61)
“O gün.....kimin ölçülüp tartılacak şeyleri ağır basarsa kurtuluşa erenler onlar olacaktır. Ölçülüp
  tartılacak şeyleri hafif kalanlar ise işte onlar hüsran olacaklardır..” 
  (Araf- 8, 9  Müminun-102, 103)
“Ey inananlar! .....  herkes yarına ne hazırladığına baksın..” (Haşr-18)

“Her benlik kazancının karşılığıyla, hiç kimse zulme uğratılmaksızın, yüz yüze getirilsin.”
   (Casiye-22)
“Bu bizim kitabımız, karşınızda gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yapıp-ettiklerinizin kopyasını
  çıkarıyorduk-yaptıklarınızı kaydediyorduk..” (Casiye-29)
“Herkese yaptığının karşılığı tam olarak ödenir..” (Nahl-111)                                                                  
“Her birinin yapıp ettiklerinden dereceleri vardır.  Amellerinin karşılığı eksiksiz verilecektir.
   Hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır..” (Ahfaf-19)        

Klasik anlayıştaki kader algısı aklı ve iradeyi dışlar. Din, iman istismarıyla servet ve makam sahibi olmak isteyen din bezirganları aklı, iradesi sıfırlanmış insanları sever. 
Tarih sürecinde mezheplerin, mollaların, şeyhlerin kendilerine göre bir ‘‘kadere iman’’  inancı oluşturup bunu  iman sahibi olmanın  şartı olarak dayatma gayretlerinin sebepleri şunlar olabilir:

1- Kur’an’ın işaret ettiği akıldan, bilgiden, ilimden insanları uzak tutmak, özgür düşünceyi, iradeyi
    pasifize etmek ve hayır da şer de nasıl olsa Allah’tan gelir diyerek çalışmayan, üretmeyen,
    düşünmeyen, zorluklara karşı direnç göstermeyen, gayret sarfetmeyen tembel, taklitçi,
    sadakaya muhtaç  bir toplum yaratmak daha sonra bu toplumu dilediği gibi kolayca istismar
    etmek, sömürmek.
2- “Hayır ve şer Allah’tandır, Allah’tan gelir” diyerek; başımıza gelen her şeyin  Allah’ın takdiri 
     olduğu  fikrinin kabul ettirilmesi ile saltanat, iktidar mensuplarına, yöneticilere karşı uysal, 
     tepkisiz bir toplum yaratmak. İstismarcı, riyakar yönetim kadrolarının yaptıkları yanlış 
     uygulamalara, zulümlere, sömürüye  tepki göstermeyen, baş kaldırmayan kaderine razı uysal, 
     rainalaşmış sürüleşmiş toplum oluşturmak. Zalimin yaptığı zulmün ve mazlumun aczinin 
     sorumluluğunu kadere yüklemek.
3- Kötü niyetli, istismarcı, çıkarları doğrultusunda işler yapan veya ehil olmayan yöneticilerin
     hataları, icraatları sonucu ortaya çıkan olumsuz sonuçların sorumluluğunu kadere, Allah’a
     havale etme ve sömürü, zulüm düzeninin devamını sağlama isteği.  
4- Bazı insanlar özgür iradeleriyle işledikleri günahların, suçların sorumluluğunu başkalarının
     üstüne atmaya veya kendilerine suç ortağı aramaya çalışırlar.
     İşlenen suçların sorumluluğu genellikle şeytanın üstüne atılır. “şeytana uydum” en sık 
     başvurulan bahanedir.  Şeytan şüphesiz insanları günaha yöneltir ama son karar ve 
     sorumluluk kişinin kendisine aittir. Bazı kişiler de suçlarının, günahlarının sorumluluğunu
    “kadere”  yüklemek isterler. “Ne yapalım hayır da şer de Allah’tandır” derler,  “ne yapalım 
     kader böyleymiş, Allah’ın takdiri, ilahi takdir- takdir-i Huda böyleymiş” derler. İşledikleri  
    suçların, günahların  sorumluluğunu Allah’a havale
     etmeye kalkarlar. Bu kişiler Allah’a iftira etmiş olurlar ve hiç şüphesiz büyük günah işlemiş 
     olurlar.
5-  Halkı sömüren, servet şehvetine kapılan, kendilerince dünyalarını cennete çeviren idarecilerin
     sömürdükleri halkın yosulluğunu takdir-i ilahi- Allah’ın takdiri olarak yutturmaya çalışmaları, 
     halkı Allah ile aldatmaya, afyonlamaya, uyutmaya çalışmaları.
6-  “Zenginlik, fakirlik kaderdir. Allah kimin zengin yahut fakir olacağını ezelden takdir etmiştir”
        yalanıyla halkın fakirliğe, yoksulluğa  rıza göstermesini sağlamak..  Oysa fakirlik kader değil, 
        fakirin hakkı olan zekatı vermeyen, infak etmeyen; mal, servet yığan zenginlerin zulmüdür...                                                              
        İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarını ikna etmekten daha kolaydır.

Yaşanılanlar olabileceklerin en iyisi olduğu için yaşanmıştır. Tanrı her şeyin en iyisini takdir eder. Başımıza gelen her şey mümkün olanların-seçeneklerin en iyisidir düşüncesi aslında Katolik Hıristiyanlığın ortaçağ dogmalarıdır.. Voltaire, Kandid adlı eserinde bu yaklaşımı eleştirir.  Kitabının sonunda “bahçemizi yetiştirmek gerek” diyerek, mümkün olanın en iyisini yaşamak için; kötülükten, yoksulluktan kurtulmak için  beşeri sorumluluğa; akla, iradeye, çalışmaya, emeğe vurgu yapar.  

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com                                                             

                                                                                       
                                                                                              

                                                                                      
                    
                                                                                       
                                                                                  
                                                                               

                                                                                                                                                                       
                                                                               

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....