5 Temmuz 2015 Pazar

NAMAZ VAKİTLERİ

Kur’an’da namazın müminler üzerine vakti belirlenmiş bir ibadet olduğu bildirilmiştir. (Nisa-103)
Kur’an’da vakti  bildirilen namazlar: ‘‘Gündüzün iki ucunda, gecenin gündüze yakınlarında’’ kılınması emredilen sabah - fecr namazı ve akşam - Işa namazı (Hud-114, İsra-78)  ile gece namazıdır. (İsra-79  Secde- 15, 16 Furkan-64  Zariyat-16, 17, 40  Zümer-9 İnsan-26  Müzzemmil-6)
Kur’an’da “salatul zuhr-öğle namazı” ve  “salatul asr-ikindi salatı-namazı” ifadeleri yer almaz.


“Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl..”
   (Hud-114- H. Atay meali )  
  Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde (sabah,akşam,yatsı) namazları 
  erkanına, şartlarına, vaktine riayet ederek âşikâre kıl.. (Ahmet Tekin meali)
“Güneşin batmaya yüz tutmasından, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Tan yeri ağırırken de
  oku. Doğrusu tan ağırırken okumak bilinçlenmeye yarar.”  (İsra-78 - Hüseyin Atay meali)

Güneşin ışımasından-tan yeri ağırmasından itibaren güneş doğana kadar, tamamen görünür hale gelene kadar, yani yeni bir gün başlayana kadar geçen süre sabah namazının vaktidir. Sabah namazı günün ilk namazı değil, son namazıdır. Kur’an’ göre gün, güneşin doğuşuyla başlar, sora akşam olur, güneş tekrar doğduğunda yeni bir gün başlamış olur.  
Güneşin ufukta kayması, sarkması, gözden kaybolması ile  güneş kızıllığının kaybolup havanın tamamen kararmasına kadar geçen süre ise akşam namazının vaktidir..

İsra suresi 78. ayetinde tanyeri ağırmaya başladığı zaman, sabahın ilk saatlerinde zihin dinlenmişken Kur’an okumanın daha faydalı olacağı bildirilmiştir. Tanyeri ağırmaya başladığında kalkmak ve bir süre Kur’an okuyup, tefekkür ettikten sonra gün doğmadan önce sabah namazını kılmak daha sonra güne; işe, güce başlamak güzel bir davranış olacaktır. 
Tan yerinin ağırmaya başlaması, güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşmaya başlamasıdır. Diyanet teşkilatı namaz vakitlerini belirlerken güneş ışınlarının yeryüzüne teorik olarak ulaşmaya başladığı zamanı  sabah namazı vakti olarak kabul eder. Sabah namazının okunmaya başladığı saat ile güneşin doğması arasında bir, bir buçuk saat kadar uzunca bir zaman vardır. Sabah namazını ezan okunur okunmaz kılmamız şart değildir. Güneşin doğmasına yakın bir saatte kalkıp sabah namazını kılabiliriz.

Havanın tamamen kararmasından gün ışıyana kadar geçen süre gecedir; gece namazının vaktidir.
Hava karardıktan hemen sonra; gecenin gündüze yakınlarında yatsı namazı kılınır.
Gece bir süre uyuduktan sonra kalkılıp kılınan namaza teheccüt-gece namazı denir. 
Gece namazıyla ilgili olan ayetlerde, geceleri ayakta durmamız-kıyam ve secde etmemiz, dua ve
ibadet etmemiz, Allah’ı anmamız, tesbih etmemiz bildirilmektedir. Kıyam, secde, zikir, tesbih ve
dua bilindiği gibi namazın kapsamını oluşturur. Namazın kapsamında ne varsa bu ayetlerde hepsi
bildirilmiştir dolayısıyla bu ayetleri “namaz kılın” şeklinde anlamamız gerekir.

Bakara suresi 125. ayetinde Yüce Allah Hz. İbrahim’e ruku ve secde edenler için, yani namaz kılanlar için Kabe’nin temizlenmesini emretmiştir. Bu ayette “ruku ve secde edenler” ifadesi yerine “salat edenler için”  ifadesi de kullanılabilirdi; ancak “ruku ve secde edenler” ifadesi kullanılarak özellikle namaz ibadetinin anlaşılması istenmiştir. Bilindiği gibi salat, dua etmek, destek vermek, yardımlaşmak, Allah’ın iradesine-fıtrata uygun yaşamak gibi anlamlara da gelmektedir.
Geceleri kıyam, ruku ve secde etmemizi bildiren ayetleri namaz kılmamızı emreden ayetler olarak anlamamız gerekir.  Ayrıca; Aliimran-43, 113 Tevbe-112 Hac-17 ve Necm 62. ayetlerinde geçen “ruku edin, secde edin, ederler”  ifadelerinin namaz kılınmasını, namaz kılanları işaret ettiği çok açıktır.
Müzzemmil suresi 6. ayetinde ise, gece yapılan ibadetlerin daha güçlü, daha üstün olduğu açıkça bildirilmiştir. Çünkü gece tek başına yapılan ibadetlere riyanın bulaşma ihtimali yoktur.
İsra suresi 79. ayetine atıf yapılarak gece namazının sadece Hz. peygamberimize emredildiği yönünde görüşler olsa da, Furkan suresi 63. ve 64. ayetlerinden gece namazının bütün ümmete emredildiği anlaşılmaktadır.
 “Rahman’ın kulları..........  geceleri rableri huzurunda secde ederek, ayakta-kıyamda durarak geçirirler..” 
Ayni surenin 65. ayetinde ise, gece namazında okunacak dua  bildirilmiştir.
“Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut. Doğrusu, onun azabı inatçı ve süreklidir.”

Ayni şekilde geceleri secde etmekten, Rabbimiz huzurunda kıyamda durmaktan, ibadet etmekten, dua ve tesbih etmekten bahsedilen İnsan suresi 25 ve 26. ayetleri ile ateş-cehennem halkından olmayanların özelliklerinden bahsedilen Zümer suresi 9. ayetinin muhatabı da bütün ümmettir.
“Rabbinin adını sabah ve akşam zikret. Gecenin bir kısmında da O’ na secde et..” (İnsan-25, 26) 
“Böyle birisi (Cehennem halkından olan birisi) gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir?” (Zümer-9)

Secde suresi 16. ayetinde (“Yanları yataklarından uzaklaşır; korku ve ümitle Rablerine dua ederler.”) Zariyat süresi 17, 18. ayetlerinde  (“Gecenin pek azında uyumaktaydılar. Seher vakitlerinde af dilemekteydi onlar.”)  ve Tur suresi 49. ayetinde (“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların ardından da O'nu tespih et.”) gece ibadetine vurgu yapılmıştır.

İsra suresi 80, 81 ve 111.   ayetlerinde namaz kılarken şu şekilde dua etmemiz bildirilmiştir.

“Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk-dürüstlükle girmemi sağla, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkmamı sağla. Katından bana yardımcı bir güç ver..”
“Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti. Bâtıl, yok olmaya zaten mahkumdu..”
Şöyle de: “Hamt, o Allah’a özgüdür ki, çocuk edinmemiştir; acze düşüp dost aramamıştır; egemenliğinde ortağı yoktur.” Ve tekbir edip yücelt O’nu..”
                                                                     
İsra suresi 108. ayetinde  secde ederken huşu içinde  “Rabbimizin şanı yücedir, Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir”  diyerek Rabbimizi tespih etmemiz bildirilmiştir.

Fetih suresi 29. ayetinde ise rukua varırken ve secde ederken Allah’tan bolluk ve hoşnutluk dilememiz bildirilmiştir. “... müminleri, Allah’tan bolluk ve hoşnutluk dileyerek rukua varırken, secde ederken görürsün.”

 “Güneş’in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini överek tespih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tespit et ki, hoşnutluğa erebilesin..” 
(Ta Ha-130 ve  Kaf-39, 40)

 Bir güce teslim ve tabi olmak, O’nun iradesine uygun yaşamak, O gücün yüceliğini kabul etmektir.
Tespih etmenin bir anlamı da Yaratan’ı övmek, yüceltmektir. Namazın anlamı ve kapsamında tesbih vardır.
 Tespih vakitlerini bildiren Ta-Ha suresi 130. ve Kaf suresinin 39 ve 40. ayetlerinin namaz vakitlerini de
işaret ettiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Ayrıca, Kur’an’da sabah ve akşam vakitlerine vurgu yapan onlarca ayet vardır.
Kur’an, sabah ve akşam vakitlerini önemsemiş, övmüş  ve bu vakitlerde  Allah’ı zikretmemiz, hamt
etmemiz, tespih etmemiz, dua etmemiz, secde etmemiz istenmiştir.

“Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez ve sabah-akşam Allah’a secde eder.”
(Rad-15)   “Gecenin bir bölümünde ve yıldızlar sönerken-sabah vakti de O’nu tespih et!” (Tur-49)
                                                                                * * * * *
“Namazlara ve vusta-orta namaza devam edin-koruyun-önem verin;  gönülden boyun eğerek,
   tam bir saygı ile namaza-kıyama durun” (Bakara-238)
“Bir korku ve endişe duyarsanız, tehlike hissederseniz namazlarınızı yürüyerek veya binit üzerinde
  kılın. Güvene kavuştuğunuzda namazlarınızı Allah’ın size öğrettiği şekilde kılın..” (Bakara-239)

Bakara suresi Medine döneminde vahiy edilen ilk suredir. Medine dönemi bilindiği gibi bir çok savaşların, yaşandığı, kargaşa içinde geçen zorlu bir dönemdir. Böylesi dönemlerde bile ibadetlerin, namazın terk edilmemesi gerektiğini bildiren ve bazı esneklikler, kolaylıklar; ikame usüller getiren bu  
iki ayeti birlikte değerlendirmek gerekir. “Namazlara” ve “Vusta- orta namaza devam edin” ifadelerine özellikle dikkat etmek gerekir. Orta namaz ifadesiyle bir namaz vakti bildiriliyor olsaydı böyle bir ayrıma gerek olur muydu? “Namazlara devam edin” denilmesi yeterli olmaz mıydı? Ayette böyle bir ayrım yapıldığına göre “orta namaz ifadesi” ayrıca zikredildiğine göre bunun nedeni üzerinde durup düşünmek gerekir..
Vusta-orta namaz ifadesiyle bir namaz vaktinin bildirildiği yönünde görüşler olsa da hangi  namaz
vaktinin bildirdiği konusunda görüş birliği yoktur. Herkes Kur’an ayetlerini kendi düşüncesine kanıt oluşturacak  şekilde tevil etmeye çalışarak ve rivayetlerden kanıtlar yaratarak haklılıklarını ispata çalışmışlardır. Orta namaz ifadesiyle cenaze namazının işaret edildiğini söyleyenler bile olmuştur..

Vusta kelimesinin bir namaz vaktini bildirilmediği; bu ayetin namazların tam bir saygıyla, Allah’a gönülden boyun bükerek, huşu içinde kılınması gerektiğini bildiren bir uyarı mesajı olduğu yönünde görüşler de vardır. İkinci görüşün daha tutarlı olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü, vusta kelimesi Bakara-143 Maide-89 Kalem-28 ve Adiyet-5. ayetlerinde de geçmektedir ve hiç birinde günün belli bir vaktini, zamanı bildirmek için kullanılmamıştır. Orta, dengeli, doğru, uygun, uyumlu, ılımlı, hayırlı, bereketli, üstün olan yol, yöntem anlamında kullanılmıştır. Bu yaklaşım sırati mustakim anlayışı ile de uyumludur.
 En üstün, bereketli, hayırlı, uygun namaz; Allah’a gönülden boyun bükerek, huşu ve ihlas ile riyadan uzak kılınan ve bizleri çirkin, kötü davranışlardan uzaklaştıran namazdır. İşte Bakara suresinin 238. ayetinde bu şekilde namaz kılmamız gerektiği bildirilmiştir.

Bakara suresi 239. ayetinde ise,  savaş koşulları gibi korku, endişe duyulan özel şartlarda, zamanlarda  yürüyerek veya binek üzerinde yani namazın kıyam-rüku- secde gibi şekil şartlarını  yerine getirmeden
salat etmemiz- dua etmemiz bildirilmektedir. Ancak tehlike geçtikten sonra 238. ayette vurgulandığı gibi, Allah’ın bize öğrettiği şekilde en doğru, uygun olan şekilde derin huşu ve ihlas ile namazlarımızı
kılmaya devam etmemiz istenmiştir.

  Namaz konusunda benzer kolaylıklar, esneklikler yine Medine döneminin başlarında vahiy edilen Nisa suresinde de bildirilmiştir. Nisa Suresi 101. ayetinde savaş şartlarında veya hicret ederken, yolculuk yaparken düşman saldırısı ihtimalinin bulunduğu, can güvenliğinden endişe edildiği zamanlarda namazları kısaltmamızda-namazı kısa sürede kılmamızda bir sakınca olmadığı bildirilmiştir. Hz. peygamberimizin böyle durumlarda namazları iki rekat kıldığı bilinmektedir. 
 Demek ki namazların kısaltmanın iki şartı vardır.
1- Allah yolunda hicret etmek, yolculuk halinde olmak.
2- Can güvenliği endişesinin olması.
Günümüzde güvenlik içinde, konforlu araçlarla yapılan yolculuklarda namazların kısaltılması için bir
neden yoktur.

 “Sefer, hicret-yolculuk esnasında kafirlerin size bir kötülük yapmalarından endişe ederseniz namazı
   kısaltmanızda size bir günah yoktur..” (Nisa-101)
“Emniyete, sükuna kavuştuğunuz zaman namazı dosdoğru, gereğince kılın. Namaz, müminler
   üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur..” (Nisa-103)

103. ayette  savaş ortamından çıkıldıktan; barış, sükunet tesis edildikten sonra, güvene, emniyete kovuştuktan sonra  namazların usulüne, adabına uygun şekilde; huşu ve ihlas ile  kılınmaya devam
edilmesi bildirilmiştir..

Vusta” Orta namaz ifadesinin bir namaz vaktini bildirmediğinin bir başka önemli işareti Nur suresinin
58. ayetinde yer almıştır.
“ Müminler! Elinizin altındaki esirler ile henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte;
Sabah NAMAZINDAN önce, öğlen vakti (Dikkat! ‘Öğlen vakti deniyor; öğlen namazı denmiyor) elbiselerinizi çıkarınca, bir de akşam NAMAZINDAN sonra yanınıza girerken sizden izin istesinler. Bunlar sizin çıplak olabileceğiniz üç vakittir. Bunlar dışında size de onlara da bir günah yoktur...”

Bu ayet sabah ve akşam namazlarına atıf yaparken; günün ortasının, öğle vaktinin sadece dinlenme vakti olduğunu bildirmektedir..
Öğle ve ikindin namazlarının farz olmadığı tezine bir başka delil ise; Beş vakit namazlar içinde, cemaatle kılındığı halde imamın açıktan kıraat yapmadığı iki namaz vardır; öğle ve ikindi, halbuki  diğer namazların farzları kılınırken imam açıktan-herkesin duyabileceği bir sesle kıraat yapar. Bazı klasik ekol mensupları bunun sebebini “bu namazlar sünnet-i muekkede; Hz. peygamberin mutevatır uygulaması böyledir” şeklinde izah eder.  Aslında yapılan bu izah da, öğle ve ikindi namazlarının farz olmadığının; peygamberimizin sünneti olduğunun bir başka delilidir..

Diğer bir  önemli husus: Kur’an, namaz vakitlerinin ertelenmesinden veya öne çekilmesinden- cem uygulamasından bahsetmez. En zorlu şartlarda bile namazların bildirilen vakitlerde kılınmasını ister. Cem konusunda sünnetten dayanak aramak da yanlıştır. Kur’an’da bahsedilmeyen bir hususun Hz. peygamberin sünnetinde-uygulamasında  olduğunu söylemek mümkün değildir.
Namaz vakitleri konusu içtihada-yoruma açık değildir. Kur’an’da vakti bildirilen, yani farz namazların bildirilen zamanda kılınması gerekir. Diğer vakitlerde-zamanlarda kılınan namazlar nafile namazlardır.
                                                                                   
Farz Namazların cem’i konusu mezhep kökenli bir uydurmadır, uygulamadır.
Esasen cem uygulaması Kur’an hükmüne aykırıdır. Kur’an, namazın vakti belirlenmiş bir farz-ibadet olduğunu söylüyor. Namaz vakitlerine savaş koşullarında bile;  yaralı veya hasta olsak bile; yağmur altında olsak bile riayet etmemizi emrediyor. (Nisa-102, 103) Kur’an namazların vaktinde kılınması konusunda bu kadar hassas tavır sergilerken; namazların birleştirilmesi, bir namaz vaktinin yaklaşık iki, üç saat öne alınması veya sonraya tehir edilmesi Kur’an ile çelişir.
                                                                                 
Namazlar birleştirildiği-cem edildiği zaman, cem edilen namazlardan biri bildirilen vakitte-zamanda kılınmamış olur. Bir namazı bildirilen vakitte kılmayıp diğer bir namazın vaktinde o namazla birleştirerek kılmak Nisa suresi 103. ayetine aykırıdır.
Sünni ekole göre cem edilebilen namazlar, öğle ve ikindi namazı ile akşam ve yatsı namazıdır.
Yatsı namazını gece namazı olarak düşünürsek; akşam ve yatsı- gece namazları vakti belirlenmiş, bildirilmiş farz namazlardır. Akşam ile yatsı namazı cem edildiği-birleştirildiği zaman bu namazlardan biri  bildirilen vakitte kılınmamış olur. Namazlarımızı bildirilen vakitlerde kılmalıyız.
Namaz kılmamak cehenneme sürüklenme, cehennem azabı ile cezalandırılma nedenlerindendir.

“Sizi Sekar’a sürükleyen nedir?” Cevap verdiler: “Namaz kılıp dua edenlerden değildik. Yoksulu yedirip doyurmuyorduk. Boş lakırdılara dalanlarla dalar giderdik. Din gününü yalanlıyorduk. (Müddessir-42-46)                                                                                

Kur’an’da namazın beş vakit olduğunu bildiren bir ifade, hüküm yoktur.
Farz namazların beş vakit olduğunu söyleyenler bu görüşlerine Kur’andan destek bulamadıkları için yine Kur’an dışı olan  ‘‘miraç efsanesi’’nden kendilerine dayanak ararlar.
Güya bir miraç olayı yaşanmış ve Allah’la yapılan pazarlıklar sonucunda namazın beş vakit kılınmasına karar verilmiştir.  Kur’an’da miraçtan bahsedilmez; isra, gece yürüyüşünden bahsedilir. (İsra-1) 
Bu ayette namaz vakitlerinden bahsedilmez. Miraç mitolojik Yunan efsanelerinin konusudur.
                                                                                          
Farz, haram, helal gibi kesin hüküm ve yargı ifade eden dini kuralların kaynağı din açısından sadece Kur’an olabilir. Fıkıh açısından zannı deliller kabul edilen ve peygambere bir rivayet zinciri ile isnad edilen sözlerden ibaret olan hadisler, örneğin miraç ile ilgili olanlar beş vakit namazın farziyyeti için delil teşkil etmezler.

Beş vakit namazın farz olduğunu söyleyenlerin ileri sürdü bir başka iddia ise, Hz. peygamberimizin her gün beş vakit namaz kıldığıdır. Güvenilir sünni ve  şii (caferi) kaynaklara göre bu iddia da doğru değildir. Peygamberimizin amcası Abdulmuttalibin oğluolan ve her zaman peygamberimizin yakınında bulunan İbn Abbas’tan nakledilen rivayetlerden Hz. peygamberimizin ömrü boyunca her gün devamlı beş vakit namaz kılmadığını öğreniyoruz. Hz. Peygamberimiz seferi veya savaş halinin söz konusu olmadığı ve hava şartlarının normal olduğu zamanlarda da bazı günler üç vakit namaz kıldığı ve kıldırdığı bilinmektedir. Hz. peygamberimizin bazı günlerde de beş vakitten fazla namaz kıldığı bilinir.

Hac ibadetlerini yapmak üzere Mescid-i Haram’da bulunan müminler günde üç vakit namaz kılarlar. Bu uygulama Hz. peygamberimizin mütevatir kabul edilen sünnetine-uygulamasına dayandırılır. Beş vakit namaz farz ise, Mescid-i haramda ibadet etmekten başka bir düşüncesi, işi olamayan insanlar beş vakit farz namazlarını niye, hangi gerekçeyle, hangi gereklilikle üç vakitte kılıyorlar?
Farz namazların beş vakit olduğunu iddia edenlere şunu sormak gerekir. Müminler hac  gibi önemli bir ibadeti  yaparken acaba eksik namaz mı kılmaktadırlar.?
Aslında gerçek şudur ki, üç vakit olarak bildirilen namaz, sünni ekol tarafından önce beş vakit olarak ilan edilmiş, sonra da Kur’an’da bildirildiği gibi üç vakte indirmek için cem uygulaması icat edilmiştir..

“Hz. peygamberimiz beş vakit namazı bazen cem ederek üç vakitte de birleştirerek kılmıştır”
İfadesi yerine, “ Hz. peygamberimiz Kur’an hükümlerine uygun olarak sabah, akşam ve gece
namazlarını kılmıştır. Bunların haricinde evinde günün değişik zamanlarında fazladan, nafile
namazlar da kılmıştır”demek Kur’an ve sünnet verilerine daha uygun bir ifade olacaktır...

Vusta-orta namaz ifadesiyle bir namaz vaktinin işaret edildiği kabul edilecekse; akşam ile sabah
namazı arasında, ortasında gece vakti kılınan namazın; gece namazının işaret edildiğini kabul
etmek gerekir. Kur’an’da gece yapılan ibadetlerden-gece ibadet edenlerden  övgüyle bahsedildiğini
tekrar hatırlayalım. (İsra-79  Müzzemmil-6) Kur’an verilerine göre ihsan sahiplerinin geceleri tam bir teslimiyet, saygı ve  huşu içinde kıldıkları, insanı kötülük ve çirkinliklerdegünahtan uzaklaştıran; takvaya, hayra yönelten namaz en uygun, en bereketli, en üstün namazdır.

Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim tefsirinde C:3 S:267 de namaz konusuyla ilgili düşüncelerini şöyle özetlemektedir.
‘‘Kur’an’da, sabah ve akşam namazı dışındaki namazlar için kesin vakitler belirtilmemiştir.
Hz. Peygamber sabah ve akşam namazlarını ayetlerde belirtilen vakitlerde kılmış, gece ve gündüzün belli başlı değişim zamanlarında da namaz ve tespih ile Rabbini anmıştır.
Fakat sabah ve akşam namazları dışındaki namazlar için katı çizgiler koymamıştır......................
Namaz için gönlün boş, huzurlu zamanların seçilmesi önemlidir. Huzursuz namaz gerçek namaz değildir. Gerçek namaz, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a teslim ederek kıldığı namazdır…….  Bilhassa teheccüt- gece namazı son derece önemlidir. Çünkü, gece biraz uyuyunca fikir dinlenir.
 O saatte gönül yalnız Allah’a hasredilerek  yani tam bir ihlas ile namaz kılınır....
O saatteki ibadetin ruha etkisi büyüktür. Yüce Allah: ‘Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek daha
 oturaklı ve (ruha) daha etkilidir’ ayetiyle (Müzzemmil-6) gece ibadetinin, namazının  ruh üzerindeki olumlu etkisini belirtmiştir.......”

Hakkı Yılmaz,  Tebyinü’l Kur’an adlı eserinde Hud-114 ve İsra 78, 79. ayetleriyle ilgili düşüncelerini
şöyle açıklıyor.
“Bu ayete (Hud-114) göre salat, İsra suresinde de bildirilmiş olan vakitlerde, yani sabah, akşam ve yatsı olmak üzere üç vakitte ikame edilmelidir.
Salât’ın, mü’minler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması, öncelikle, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesine yöneliktir.
Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır ki, insanın içsel yönelişlerinin ihmal edilmesi onu manen kör bir varlık haline getirmekte, bunun sonucu olarak da kişi iyi bir “yapıcı toplum elemanı” olamamaktadır. Dolayısıyla, salâtı ikâme etmek insan için çok önemli bir ödev mahiyetindedir.
Bu öneminden dolayı da günün belli vakitlerinde [sabah, akşam ve gece] zorunlu olarak bu ödevin yerine getirilmesi istenmektedir:
Bu Âyette peygamberimize gündüzün iki tarafında [sabah ile akşam] ve gecenin yakın zamanlarında [yatsı] olmak üzere toplam üç vakitte salât ikâme etmesi emredilmiştir.
Dikkat edilirse, Hûd Sûresi'nin 114. ile İsrâ Sûresi'nin 78.  ve 79. Âyetlerindeki ifadeler aynı olup bu Âyetler salâtın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler Kur'ân'ın genel üslûbuna uygun olarak değişik üslûp ve özdeş sözcüklerle ifade edilmiştir. Dikkat edilmesi gereken nokta, bu farklı sözcüklerin hepsinin de aynı anlamı taşıyor olmasıdır.
Sonuç olarak, İsrâ Sûresi'nin 78 ve 79. Âyetlerinde üç vakitte; sabah, akşam ve  gece vaktinde üç salât emredildiği gibi, Hûd Sûresi'nin 114. Âyetinde de aynı şeyler emredilmiş; üç vakit [sabah, akşam ve yatsı] salât ikâme edilmesi emredilmiştir........
Dülûk ve şems sözcüklerinden oluşan bu isim tamlaması, “güneşin batması, gözden kaybolması” demektir. Ancak bazı yorumcular, söz konusu ifadeye, “güneşin eğilmesi” anlamını vermişlerdir. Tâcu'l-Arûs ve Lisânu'l-Arab adlı lügatlerde konuyla ilgili dikkat çekici bir ayrıntı verilmiş ve dülûk sözcüğüne, “eğilme” anlamının verilme sebebinin, salâtın beş vakit olarak anlaşılmasını sağlama amacına yönelik olduğu belirtilmiştir..
salâtın vakitlerini belirleyen Hûd/114'teki ifadeler, söz konusu deyimden “güneşin eğilmesi” anlamının çıkarılmasına ve bu anlamdan da öğle salâtının kasdedildiğinin sanılmasına engel olur. Çünkü Hûd/114'te Peygamberimize, “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda salât ikâme etmesi” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Zira Hûd/114'te geçen zülefen sözcüğü, İsrâ/78'de geçen ğasaq sözcüğü ile aynı anlamda olup “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir. Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak anlaşılmaktadır ki, İsrâ/78-79'daki emir ile Hûd/114'teki emir aynıdır. Yani, bu âyetlerin üçünde de, salât ikâme edilecek vakitler, özdeş kelimeler kullanılmak sûretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.
Gündüz, peygamber için bile çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman dilimidir. Salât ise, insanın kendini vermesi, yoğunlaşması gereken bir faaliyettir. Ama iş-güç, borç-harç gibi telaşların gündüz cereyan etmesi nedeniyle günün bu diliminde insanların kendilerini bütünüyle salâta vermeleri mümkün olamamaktadır. Çünkü gündelik işlerin bitmesi gerektiğinden gündüz herkesin aklı-fikri işindedir. Bu yüzden, “Gıllugış [gönül sıkıntısı] ile salât olmaz” demişlerdir. Tabiî, bununla kastedilen salât, İslâm'ın emrettiği salâttır, yoksa çoğunluğun yasak savmak kabilinden ikâme ettiği veya ikâme ettiğini sandığı şeklî salât değildir. Çünkü zihnin binbir gaile ile meşgul olduğu anlarda ikâme edilen salât gerçek salât değil, bir şekilden ibarettir...... Gerçek salât, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah'a teslim ederek ikâme ettiği salâttır. Bu sebepledir ki, Yüce Allah salât için vakit olarak sabah, akşam ve gece saatlerini belirlemiş, gündüzü de maişet için çalışmaya ayırmıştır...”
                                                                                   
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK








                                                                                     
                                                                                    
                                                                                       

Hiç yorum yok:

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....