Kur’an’da namazın müminler üzerine vakti belirlenmiş bir ibadet olduğu bildirilmiştir. (Nisa-103)
Kur’an’da vakti bildirilen namazlar: ‘‘Gündüzün iki ucunda,
gecenin gündüze yakınlarında’’ kılınması emredilen sabah - fecr namazı ve akşam - Işa
namazı (Hud-114, İsra-78) ile gece namazıdır. (İsra-79 Secde- 15,
16 Furkan-64 Zariyat-16, 17, 40 Zümer-9 İnsan-26 Müzzemmil-6)
Kur’an’da “salatul zuhr-öğle namazı”
ve “salatul asr-ikindi salatı-namazı” ifadeleri
yer almaz.
“Gündüzün
iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl..”
(Hud-114- H. Atay
meali )
Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze
yakın saatlerinde (sabah,akşam,yatsı) namazları
erkanına, şartlarına, vaktine
riayet ederek âşikâre kıl.. (Ahmet Tekin meali)
“Güneşin
batmaya yüz tutmasından, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Tan yeri
ağırırken de
oku. Doğrusu tan ağırırken okumak bilinçlenmeye
yarar.” (İsra-78 - Hüseyin Atay meali)
Güneşin ışımasından-tan yeri ağırmasından itibaren güneş
doğana kadar, tamamen görünür hale gelene kadar, yani yeni bir gün başlayana
kadar geçen süre sabah namazının vaktidir. Sabah namazı günün ilk namazı değil,
son namazıdır. Kur’an’ göre gün, güneşin doğuşuyla başlar, sora akşam olur, güneş
tekrar doğduğunda yeni bir gün başlamış olur.
Güneşin ufukta kayması, sarkması, gözden kaybolması ile güneş kızıllığının kaybolup havanın tamamen
kararmasına kadar geçen süre ise akşam namazının vaktidir..
İsra suresi 78. ayetinde tanyeri ağırmaya başladığı zaman,
sabahın ilk saatlerinde zihin dinlenmişken Kur’an okumanın daha faydalı olacağı
bildirilmiştir. Tanyeri ağırmaya başladığında kalkmak ve bir süre Kur’an
okuyup, tefekkür ettikten sonra gün doğmadan önce sabah namazını kılmak daha sonra
güne; işe, güce başlamak güzel bir davranış olacaktır.
Tan yerinin ağırmaya başlaması, güneş ışınlarının
yeryüzüne ulaşmaya başlamasıdır. Diyanet teşkilatı namaz vakitlerini
belirlerken güneş ışınlarının yeryüzüne teorik olarak ulaşmaya başladığı
zamanı sabah namazı vakti olarak kabul
eder. Sabah namazının okunmaya başladığı saat ile güneşin doğması arasında bir,
bir buçuk saat kadar uzunca bir zaman vardır. Sabah namazını ezan okunur
okunmaz kılmamız şart değildir. Güneşin doğmasına yakın bir saatte kalkıp sabah
namazını kılabiliriz.
Havanın tamamen kararmasından gün ışıyana kadar geçen süre
gecedir; gece namazının vaktidir.
Hava karardıktan hemen sonra; gecenin gündüze yakınlarında
yatsı namazı kılınır.
Gece bir süre uyuduktan sonra kalkılıp kılınan namaza
teheccüt-gece namazı denir.
Gece namazıyla ilgili olan ayetlerde, geceleri ayakta durmamız-kıyam
ve secde etmemiz, dua ve
ibadet etmemiz, Allah’ı anmamız, tesbih etmemiz bildirilmektedir.
Kıyam, secde, zikir, tesbih ve
dua bilindiği gibi namazın kapsamını oluşturur. Namazın
kapsamında ne varsa bu ayetlerde hepsi
bildirilmiştir dolayısıyla bu ayetleri “namaz kılın” şeklinde
anlamamız gerekir.
Bakara suresi 125. ayetinde Yüce Allah Hz. İbrahim’e ruku
ve secde edenler için, yani namaz kılanlar için Kabe’nin temizlenmesini
emretmiştir. Bu ayette “ruku ve secde edenler” ifadesi yerine “salat edenler
için” ifadesi de kullanılabilirdi;
ancak “ruku ve secde edenler” ifadesi kullanılarak özellikle namaz ibadetinin
anlaşılması istenmiştir. Bilindiği gibi salat, dua etmek, destek vermek, yardımlaşmak,
Allah’ın iradesine-fıtrata uygun yaşamak gibi anlamlara da gelmektedir.
Geceleri kıyam, ruku ve secde etmemizi bildiren ayetleri namaz
kılmamızı emreden ayetler olarak anlamamız gerekir. Ayrıca; Aliimran-43, 113 Tevbe-112 Hac-17 ve
Necm 62. ayetlerinde geçen “ruku edin, secde edin, ederler” ifadelerinin namaz kılınmasını, namaz
kılanları işaret ettiği çok açıktır.
Müzzemmil suresi 6. ayetinde ise, gece yapılan ibadetlerin
daha güçlü, daha üstün olduğu açıkça bildirilmiştir. Çünkü gece tek başına yapılan
ibadetlere riyanın bulaşma ihtimali yoktur.
İsra suresi 79. ayetine atıf yapılarak gece namazının
sadece Hz. peygamberimize emredildiği yönünde görüşler olsa da, Furkan suresi
63. ve 64. ayetlerinden gece namazının bütün ümmete emredildiği
anlaşılmaktadır.
“Rahman’ın
kulları.......... geceleri rableri
huzurunda secde ederek, ayakta-kıyamda durarak geçirirler..”
Ayni surenin 65. ayetinde ise, gece namazında okunacak
dua bildirilmiştir.
“Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak
tut. Doğrusu, onun azabı inatçı ve süreklidir.”
Ayni şekilde geceleri secde etmekten, Rabbimiz huzurunda
kıyamda durmaktan, ibadet etmekten, dua ve tesbih etmekten bahsedilen İnsan suresi 25 ve 26. ayetleri
ile ateş-cehennem halkından olmayanların özelliklerinden bahsedilen Zümer
suresi 9. ayetinin muhatabı da bütün ümmettir.
“Rabbinin adını sabah ve akşam zikret. Gecenin bir kısmında da O’ na secde
et..” (İnsan-25, 26)
“Böyle birisi (Cehennem halkından olan
birisi) gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten
korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir?” (Zümer-9)
Secde suresi 16. ayetinde (“Yanları yataklarından uzaklaşır; korku ve ümitle Rablerine dua
ederler.”) Zariyat süresi 17, 18. ayetlerinde (“Gecenin
pek azında uyumaktaydılar. Seher vakitlerinde af dilemekteydi onlar.”) ve Tur suresi 49. ayetinde (“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların ardından da O'nu
tespih et.”) gece ibadetine vurgu yapılmıştır.
İsra suresi 80, 81 ve 111. ayetlerinde namaz kılarken şu şekilde dua
etmemiz bildirilmiştir.
“Rabbim! Beni, gireceğim yere
doğruluk-dürüstlükle girmemi sağla, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle
çıkmamı sağla. Katından bana yardımcı bir güç ver..”
“Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti. Bâtıl,
yok olmaya zaten mahkumdu..”
Şöyle de: “Hamt, o Allah’a özgüdür ki,
çocuk edinmemiştir; acze düşüp dost aramamıştır; egemenliğinde ortağı yoktur.”
Ve tekbir edip yücelt O’nu..”
İsra suresi 108. ayetinde
secde ederken huşu içinde “Rabbimizin şanı yücedir, Rabbimizin
vaadi mutlaka gerçekleşecektir” diyerek Rabbimizi tespih etmemiz bildirilmiştir.
Fetih suresi
29. ayetinde ise rukua varırken ve secde ederken Allah’tan bolluk ve hoşnutluk
dilememiz bildirilmiştir. “...
müminleri, Allah’tan bolluk ve hoşnutluk dileyerek rukua varırken, secde
ederken görürsün.”
“Güneş’in doğuşundan önce de batışından
önce de Rabbini överek tespih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda
da tespit et ki, hoşnutluğa erebilesin..”
(Ta Ha-130 ve Kaf-39, 40)
Bir güce teslim ve tabi olmak, O’nun iradesine uygun
yaşamak, O gücün yüceliğini kabul etmektir.
Tespih etmenin bir anlamı da Yaratan’ı övmek,
yüceltmektir. Namazın anlamı ve kapsamında tesbih vardır.
Tespih vakitlerini bildiren Ta-Ha suresi 130. ve Kaf suresinin
39 ve 40. ayetlerinin namaz vakitlerini de
işaret ettiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Ayrıca, Kur’an’da sabah ve akşam vakitlerine vurgu yapan
onlarca ayet vardır.
Kur’an, sabah ve akşam vakitlerini önemsemiş, övmüş ve bu vakitlerde Allah’ı zikretmemiz, hamt
etmemiz, tespih etmemiz, dua etmemiz, secde etmemiz istenmiştir.
“Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez
ve sabah-akşam Allah’a secde eder.”
(Rad-15) “Gecenin bir bölümünde ve yıldızlar
sönerken-sabah vakti de O’nu tespih et!” (Tur-49)
* * * * *
“Namazlara ve vusta-orta namaza devam edin-koruyun-önem verin; gönülden boyun eğerek,
tam bir saygı ile namaza-kıyama durun” (Bakara-238)
“Bir korku ve endişe
duyarsanız, tehlike hissederseniz namazlarınızı yürüyerek veya binit üzerinde
kılın. Güvene kavuştuğunuzda namazlarınızı Allah’ın size öğrettiği
şekilde kılın..” (Bakara-239)
Bakara suresi Medine döneminde vahiy edilen ilk suredir.
Medine dönemi bilindiği gibi bir çok savaşların, yaşandığı, kargaşa içinde
geçen zorlu bir dönemdir. Böylesi dönemlerde bile ibadetlerin, namazın terk
edilmemesi gerektiğini bildiren ve bazı esneklikler, kolaylıklar; ikame usüller
getiren bu
iki ayeti birlikte değerlendirmek gerekir. “Namazlara” ve
“Vusta- orta namaza devam edin” ifadelerine özellikle dikkat etmek gerekir.
Orta namaz ifadesiyle bir namaz vakti bildiriliyor olsaydı böyle bir ayrıma gerek olur muydu?
“Namazlara devam edin” denilmesi yeterli olmaz mıydı? Ayette böyle bir ayrım yapıldığına göre “orta namaz ifadesi” ayrıca zikredildiğine
göre bunun nedeni üzerinde durup düşünmek gerekir..
Vusta-orta namaz ifadesiyle bir
namaz vaktinin bildirildiği yönünde görüşler olsa da hangi namaz
vaktinin bildirdiği konusunda görüş birliği yoktur. Herkes
Kur’an ayetlerini kendi düşüncesine kanıt oluşturacak şekilde tevil etmeye çalışarak ve
rivayetlerden kanıtlar yaratarak haklılıklarını ispata çalışmışlardır. Orta
namaz ifadesiyle cenaze namazının işaret edildiğini söyleyenler bile olmuştur..
Vusta
kelimesinin bir namaz vaktini bildirilmediği; bu ayetin namazların tam bir
saygıyla, Allah’a gönülden boyun bükerek, huşu içinde kılınması gerektiğini
bildiren bir uyarı mesajı olduğu yönünde görüşler de vardır. İkinci
görüşün daha tutarlı olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü, vusta kelimesi
Bakara-143 Maide-89 Kalem-28 ve Adiyet-5. ayetlerinde de geçmektedir
ve hiç birinde günün belli bir vaktini, zamanı bildirmek için kullanılmamıştır.
Orta, dengeli, doğru, uygun, uyumlu, ılımlı, hayırlı, bereketli, üstün olan
yol, yöntem anlamında kullanılmıştır. Bu yaklaşım sırati mustakim anlayışı ile
de uyumludur.
En üstün, bereketli,
hayırlı, uygun namaz; Allah’a gönülden boyun bükerek, huşu ve ihlas ile riyadan
uzak kılınan ve bizleri çirkin, kötü davranışlardan uzaklaştıran namazdır. İşte
Bakara suresinin 238. ayetinde bu şekilde namaz kılmamız gerektiği
bildirilmiştir.
Bakara suresi 239. ayetinde ise, savaş koşulları gibi korku, endişe duyulan
özel şartlarda, zamanlarda yürüyerek veya
binek üzerinde yani namazın kıyam-rüku- secde gibi şekil şartlarını yerine getirmeden
salat etmemiz- dua etmemiz bildirilmektedir. Ancak tehlike
geçtikten sonra 238. ayette vurgulandığı gibi, Allah’ın bize öğrettiği şekilde en
doğru, uygun olan şekilde derin huşu ve ihlas ile namazlarımızı
kılmaya devam etmemiz istenmiştir.
Namaz konusunda benzer kolaylıklar, esneklikler yine
Medine döneminin başlarında vahiy edilen Nisa suresinde de bildirilmiştir. Nisa
Suresi 101. ayetinde savaş şartlarında veya hicret ederken, yolculuk yaparken düşman saldırısı ihtimalinin bulunduğu, can
güvenliğinden endişe edildiği zamanlarda namazları kısaltmamızda-namazı kısa sürede kılmamızda bir
sakınca olmadığı bildirilmiştir. Hz. peygamberimizin böyle durumlarda namazları iki rekat
kıldığı bilinmektedir.
Demek ki namazların kısaltmanın iki şartı vardır.
1- Allah yolunda hicret etmek, yolculuk halinde olmak.
2- Can güvenliği endişesinin olması.
Günümüzde güvenlik içinde, konforlu araçlarla yapılan
yolculuklarda namazların kısaltılması için bir
neden yoktur.
“Sefer, hicret-yolculuk esnasında kafirlerin
size bir kötülük yapmalarından endişe ederseniz namazı
kısaltmanızda size bir günah
yoktur..” (Nisa-101)
“Emniyete, sükuna
kavuştuğunuz zaman namazı dosdoğru, gereğince kılın. Namaz, müminler
üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur..” (Nisa-103)
103. ayette savaş
ortamından çıkıldıktan; barış, sükunet tesis edildikten sonra, güvene, emniyete
kovuştuktan sonra namazların usulüne,
adabına uygun şekilde; huşu ve ihlas ile kılınmaya devam
edilmesi bildirilmiştir..
“Vusta” Orta namaz
ifadesinin bir namaz vaktini bildirmediğinin bir başka önemli işareti Nur
suresinin
58. ayetinde yer
almıştır.
“ Müminler! Elinizin
altındaki esirler ile henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte;
Sabah NAMAZINDAN önce, öğlen vakti
(Dikkat! ‘Öğlen vakti deniyor; öğlen namazı denmiyor) elbiselerinizi çıkarınca,
bir de akşam NAMAZINDAN sonra yanınıza girerken sizden izin istesinler. Bunlar
sizin çıplak olabileceğiniz üç vakittir. Bunlar dışında size de onlara da bir
günah yoktur...”
Bu ayet sabah ve akşam
namazlarına atıf yaparken; günün ortasının, öğle vaktinin sadece dinlenme vakti
olduğunu bildirmektedir..
Öğle ve ikindin
namazlarının farz olmadığı tezine bir başka delil ise; Beş vakit namazlar
içinde, cemaatle kılındığı halde imamın açıktan kıraat yapmadığı iki namaz
vardır; öğle ve ikindi, halbuki diğer
namazların farzları kılınırken imam açıktan-herkesin duyabileceği bir sesle
kıraat yapar. Bazı klasik ekol mensupları bunun sebebini “bu namazlar sünnet-i
muekkede; Hz. peygamberin mutevatır uygulaması böyledir” şeklinde izah
eder. Aslında yapılan bu izah da, öğle
ve ikindi namazlarının farz olmadığının; peygamberimizin sünneti olduğunun bir
başka delilidir..
Diğer bir önemli husus: Kur’an,
namaz vakitlerinin ertelenmesinden veya öne çekilmesinden- cem uygulamasından
bahsetmez. En zorlu şartlarda bile namazların bildirilen vakitlerde kılınmasını
ister. Cem konusunda sünnetten dayanak aramak da yanlıştır. Kur’an’da
bahsedilmeyen bir hususun Hz. peygamberin sünnetinde-uygulamasında olduğunu söylemek mümkün değildir.
Namaz vakitleri konusu içtihada-yoruma açık değildir. Kur’an’da
vakti bildirilen, yani farz namazların bildirilen zamanda kılınması gerekir. Diğer
vakitlerde-zamanlarda kılınan namazlar nafile namazlardır.
Farz Namazların cem’i konusu mezhep kökenli bir
uydurmadır, uygulamadır.
Esasen cem uygulaması Kur’an hükmüne aykırıdır. Kur’an,
namazın vakti belirlenmiş bir farz-ibadet olduğunu söylüyor. Namaz vakitlerine savaş koşullarında
bile; yaralı veya hasta olsak bile;
yağmur altında olsak bile riayet etmemizi emrediyor. (Nisa-102, 103) Kur’an
namazların vaktinde kılınması konusunda bu kadar hassas tavır sergilerken; namazların
birleştirilmesi, bir namaz vaktinin yaklaşık iki, üç saat öne alınması veya
sonraya tehir edilmesi Kur’an ile çelişir.
Namazlar birleştirildiği-cem edildiği zaman, cem edilen
namazlardan biri bildirilen vakitte-zamanda kılınmamış olur. Bir namazı
bildirilen vakitte kılmayıp diğer bir namazın vaktinde o namazla birleştirerek
kılmak Nisa suresi 103. ayetine aykırıdır.
Sünni ekole göre cem edilebilen namazlar, öğle ve ikindi
namazı ile akşam ve yatsı namazıdır.
Yatsı namazını gece namazı olarak düşünürsek; akşam ve
yatsı- gece namazları vakti belirlenmiş, bildirilmiş farz namazlardır. Akşam
ile yatsı namazı cem edildiği-birleştirildiği zaman bu namazlardan biri bildirilen vakitte kılınmamış olur.
Namazlarımızı bildirilen vakitlerde kılmalıyız.
Namaz kılmamak cehenneme sürüklenme, cehennem azabı ile
cezalandırılma nedenlerindendir.
“Sizi Sekar’a sürükleyen nedir?” Cevap
verdiler: “Namaz kılıp dua edenlerden değildik. Yoksulu yedirip doyurmuyorduk. Boş
lakırdılara dalanlarla dalar giderdik. Din gününü yalanlıyorduk.
(Müddessir-42-46)
Kur’an’da namazın beş vakit olduğunu bildiren bir ifade, hüküm
yoktur.
Farz namazların beş vakit olduğunu söyleyenler bu
görüşlerine Kur’andan destek bulamadıkları için yine Kur’an dışı olan
‘‘miraç efsanesi’’nden kendilerine dayanak ararlar.
Güya bir miraç olayı yaşanmış ve Allah’la yapılan
pazarlıklar sonucunda namazın beş vakit kılınmasına karar verilmiştir. Kur’an’da miraçtan bahsedilmez; isra, gece
yürüyüşünden bahsedilir. (İsra-1)
Bu ayette namaz vakitlerinden bahsedilmez. Miraç mitolojik
Yunan efsanelerinin konusudur.
Farz, haram, helal gibi
kesin hüküm ve yargı ifade eden dini kuralların kaynağı din açısından sadece Kur’an olabilir. Fıkıh
açısından zannı deliller kabul edilen ve peygambere bir rivayet zinciri ile
isnad edilen sözlerden ibaret olan hadisler, örneğin miraç ile
ilgili olanlar beş vakit namazın farziyyeti için delil teşkil etmezler.
Beş vakit namazın farz olduğunu söyleyenlerin ileri sürdü
bir başka iddia ise, Hz. peygamberimizin her gün beş vakit namaz kıldığıdır. Güvenilir sünni ve şii (caferi) kaynaklara göre bu iddia da
doğru değildir. Peygamberimizin amcası Abdulmuttalibin oğluolan ve her zaman
peygamberimizin yakınında bulunan İbn Abbas’tan nakledilen rivayetlerden Hz. peygamberimizin
ömrü boyunca her gün devamlı beş vakit namaz kılmadığını öğreniyoruz. Hz.
Peygamberimiz seferi veya savaş halinin söz konusu olmadığı ve hava şartlarının normal olduğu zamanlarda da bazı günler üç
vakit namaz kıldığı ve kıldırdığı bilinmektedir. Hz. peygamberimizin bazı
günlerde de beş vakitten fazla namaz kıldığı bilinir.
Hac ibadetlerini yapmak üzere Mescid-i Haram’da bulunan
müminler günde üç vakit namaz kılarlar. Bu uygulama Hz. peygamberimizin mütevatir kabul edilen
sünnetine-uygulamasına dayandırılır. Beş vakit namaz farz ise, Mescid-i haramda ibadet etmekten
başka bir düşüncesi, işi olamayan insanlar beş vakit farz namazlarını niye,
hangi gerekçeyle, hangi gereklilikle üç vakitte kılıyorlar?
Farz namazların beş vakit olduğunu iddia edenlere şunu sormak
gerekir. Müminler hac gibi önemli bir ibadeti yaparken acaba eksik namaz mı
kılmaktadırlar.?
Aslında gerçek şudur ki, üç vakit olarak bildirilen namaz,
sünni ekol tarafından önce beş vakit olarak ilan edilmiş, sonra da Kur’an’da
bildirildiği gibi üç vakte indirmek için cem uygulaması icat edilmiştir..
“Hz. peygamberimiz beş vakit namazı bazen cem
ederek üç vakitte de birleştirerek kılmıştır”
İfadesi
yerine, “ Hz. peygamberimiz Kur’an hükümlerine uygun olarak sabah, akşam ve gece
namazlarını
kılmıştır. Bunların haricinde evinde günün değişik zamanlarında fazladan,
nafile
namazlar
da kılmıştır”demek Kur’an ve sünnet verilerine daha uygun bir ifade olacaktır...
Vusta-orta namaz ifadesiyle
bir namaz vaktinin işaret edildiği kabul edilecekse; akşam ile sabah
namazı arasında, ortasında gece vakti kılınan namazın; gece
namazının işaret edildiğini kabul
etmek gerekir. Kur’an’da gece yapılan ibadetlerden-gece
ibadet edenlerden övgüyle bahsedildiğini
tekrar hatırlayalım. (İsra-79 Müzzemmil-6) Kur’an verilerine göre ihsan
sahiplerinin geceleri tam bir teslimiyet, saygı ve huşu içinde kıldıkları, insanı kötülük ve çirkinliklerdegünahtan uzaklaştıran; takvaya, hayra yönelten namaz en uygun, en
bereketli, en üstün namazdır.
Süleyman Ateş, Kur’an’ı Kerim tefsirinde C:3 S:267 de
namaz konusuyla ilgili düşüncelerini şöyle özetlemektedir.
‘‘Kur’an’da,
sabah ve akşam namazı dışındaki namazlar için kesin vakitler belirtilmemiştir.
Hz.
Peygamber sabah ve akşam namazlarını ayetlerde belirtilen vakitlerde kılmış,
gece ve gündüzün belli
başlı değişim zamanlarında da namaz ve tespih ile Rabbini anmıştır.
Fakat
sabah ve akşam namazları dışındaki namazlar için katı çizgiler koymamıştır......................
Namaz için
gönlün boş, huzurlu zamanların seçilmesi önemlidir. Huzursuz namaz gerçek namaz
değildir. Gerçek namaz, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a teslim ederek
kıldığı namazdır……. Bilhassa
teheccüt- gece namazı son derece önemlidir. Çünkü, gece biraz uyuyunca fikir
dinlenir.
O saatte gönül yalnız Allah’a
hasredilerek yani tam bir ihlas ile
namaz kılınır....
O saatteki
ibadetin ruha etkisi büyüktür. Yüce Allah: ‘Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek
daha
oturaklı ve (ruha) daha etkilidir’ ayetiyle
(Müzzemmil-6) gece ibadetinin, namazının ruh üzerindeki olumlu
etkisini belirtmiştir.......”
Hakkı Yılmaz, Tebyinü’l Kur’an adlı eserinde Hud-114 ve
İsra 78, 79. ayetleriyle ilgili düşüncelerini
şöyle açıklıyor.
“Bu ayete (Hud-114) göre salat, İsra suresinde de
bildirilmiş olan vakitlerde, yani sabah, akşam ve yatsı olmak üzere
üç vakitte ikame edilmelidir.
Salât’ın, mü’minler için günün belli vakitlerinde
yerine getirilecek bir görev olması, öncelikle, insan şuurunda Allah inancının
devamlılığını gerçekleştirme gayesine yöneliktir.
Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır
ki, insanın içsel yönelişlerinin ihmal edilmesi onu manen kör bir varlık haline
getirmekte, bunun sonucu olarak da kişi iyi bir “yapıcı toplum elemanı”
olamamaktadır. Dolayısıyla, salâtı ikâme etmek insan için çok önemli bir ödev
mahiyetindedir.
Bu öneminden dolayı da günün belli vakitlerinde
[sabah, akşam ve gece] zorunlu olarak bu ödevin yerine getirilmesi
istenmektedir:
Bu Âyette peygamberimize gündüzün iki tarafında
[sabah ile akşam] ve gecenin yakın zamanlarında [yatsı] olmak üzere toplam üç
vakitte salât ikâme etmesi emredilmiştir.
Dikkat edilirse, Hûd Sûresi'nin 114. ile İsrâ Sûresi'nin 78.
ve 79. Âyetlerindeki ifadeler aynı olup bu Âyetler
salâtın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler Kur'ân'ın genel üslûbuna
uygun olarak değişik üslûp ve özdeş sözcüklerle ifade edilmiştir. Dikkat
edilmesi gereken nokta, bu farklı sözcüklerin hepsinin de aynı anlamı taşıyor
olmasıdır.
Dülûk ve şems sözcüklerinden oluşan
bu isim tamlaması, “güneşin batması, gözden kaybolması” demektir. Ancak bazı
yorumcular, söz konusu ifadeye, “güneşin eğilmesi” anlamını
vermişlerdir. Tâcu'l-Arûs ve Lisânu'l-Arab adlı lügatlerde
konuyla ilgili dikkat çekici bir ayrıntı verilmiş ve dülûk sözcüğüne,
“eğilme” anlamının verilme sebebinin, salâtın beş vakit olarak anlaşılmasını
sağlama amacına yönelik olduğu belirtilmiştir..
salâtın vakitlerini belirleyen Hûd/114'teki
ifadeler, söz konusu deyimden “güneşin eğilmesi” anlamının çıkarılmasına ve bu
anlamdan da öğle salâtının kasdedildiğinin sanılmasına engel olur. Çünkü
Hûd/114'te Peygamberimize, “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda
salât ikâme etmesi” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Zira Hûd/114'te
geçen zülefen sözcüğü, İsrâ/78'de geçen ğasaq sözcüğü ile
aynı anlamda olup “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir.
Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak
anlaşılmaktadır ki, İsrâ/78-79'daki emir ile Hûd/114'teki emir aynıdır. Yani,
bu âyetlerin üçünde de, salât ikâme edilecek vakitler, özdeş kelimeler
kullanılmak sûretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.
Gündüz, peygamber için bile çeşitli telaşların
yaşandığı bir zaman dilimidir. Salât ise, insanın kendini vermesi, yoğunlaşması
gereken bir faaliyettir. Ama iş-güç, borç-harç gibi telaşların gündüz cereyan etmesi nedeniyle günün bu diliminde insanların
kendilerini bütünüyle salâta vermeleri mümkün olamamaktadır. Çünkü gündelik
işlerin bitmesi gerektiğinden gündüz herkesin aklı-fikri işindedir. Bu yüzden,
“Gıllugış [gönül sıkıntısı] ile
salât olmaz” demişlerdir. Tabiî, bununla kastedilen salât, İslâm'ın emrettiği
salâttır, yoksa çoğunluğun yasak savmak kabilinden ikâme ettiği veya ikâme
ettiğini sandığı şeklî salât değildir. Çünkü zihnin binbir gaile ile
meşgul olduğu anlarda ikâme edilen salât gerçek salât değil, bir şekilden
ibarettir...... Gerçek salât, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah'a teslim
ederek ikâme ettiği salâttır. Bu sebepledir ki, Yüce Allah salât için vakit
olarak sabah, akşam ve gece saatlerini belirlemiş, gündüzü de maişet için
çalışmaya ayırmıştır...”
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK