Yaratılışta seçim hakkımız yoktur. Mensup olduğumuz milletin,
ırkın ve dilimizin seçimi
Yüce Allah’ın
takdiridir.
“Rabbim dilediğini
yaratır ve seçer. Onlar için seçim hakkı yoktur..” (Kasas-68)
“Göklerin ve yerin
yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka oluşu O’nun delillerindendir-
ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller vardır..”
(Rum-22)
Tüm ırklar,
diller Allah’ın tecellisidir, O’nun ayetlerindendir. Hepsi eşittir. Hiçbir ırk,
millet
diğerine üstün
olmadığı gibi hiç bir dil de diğer dillere göre daha kutsal veya daha üstün
değildir.
Kutsal olan
vahyin getirdiği Allah’ın mesajıdır, vayhin indirildiği dil değildir.
“Hiç bir ümmet yoktur ki,
içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun..” (Fatır-24)
Bütün
milletlere kendi dilleriyle konuşan peygamber gelmiştir.
Muhtemeldir ki, her
dilde vahiy de gelmiştir.
Arapça kutsal kitap dili veya vahiy dili değildir.
Hiç bir dilin
kutsallığı yoktur, varsa bütün diller kutsaldır.
“Her ümmet için bir resul
öngörülmüştür..” (Yunus-47)
“Biz, görevlendirdiğimiz
her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara
açık seçik beyanda-açıklamada bulunsun..” (İbrahim-4)
“Biz uyarıcıları olmayan,
peygamber göndermediğimiz hiçbir medeniyeti, toplumu helak
etmemişizdir..” (Şuara-208)
Hz. Musa’ya
vahiy edilen Tevrat ve Hz. İsa’ya vahiy edilen İncil kendi toplumlarının dili olan İbranice vahiy
edilmiştir. Hz. Muhammed’e vahiy edilen Kur’an Arap toplumunun dili olan
Arapça
olarak vahiy edilmiştir. Amaç: Allah’ın mesajının kolayca anlaşılması,
öğrenilmesi, öğretilmesidir. (Yusuf-2 Şura-7)
Kutsal olan ne
yazıdır, ne de dildir. Bir Japon peygamber gelmiş olsaydı (belki de gelmiştir.)
O’na
indirilen vahiyler
de hiç şüphesiz japonca olurdu, Japon
harfleriyle yazılırdı.
Arapça, İslam’ın dili veya Arap alfabesi İslam
alfabesi değildir. Evrensel bir dinin dili, alfebesi olmaz. Kur’an ‘‘ey Araplar”
veya “ey Arapça bilenler’’ diye hitap etmez. ‘‘ey insanlar’’ diye hitap eder. Dini sadece
Allah’a has kılan müminler Kur’an mesajını anlar. Allah onlara Kur’an’ı
öğretir.
Kur’an’ı
hakkıyla öğrenmelerinin sebeplerini yaratır.
* * * * *
İslam dini evrenseldir. Kur’an,
bütün alemlere, bütün insanlara rahmet, kılavuz, öğüt, ışık olarak
yüce Allah
tarafından vahiy edilmiştir. Dünyada yaşayan bütün insanlar, bölge, coğrafya,
ırk,
millet, dil farkı gözetmeksizin İslam’ı
öğrenmekle, anlamakla, Kur’an hükümlerine tabii olmakla
ve bu
hükümleri yaşamına uygulamakla yükümlü kılınmıştır.
Kur’an’ın
farklı dillere tercümesinin yapılması-mealinin yazılması ve farklı dillerde ibadet
edilmesi
İslam’ın
evrensellik özelliğinin doğal sonucu ve gerekliliğidir..
Kur’an’daki İslam’ın öğrenilmesi
ve yaşanması için yapılması gereken ilk iş: Kuran’ın dini
yaşayacak
toplumun ana diline çevrilmesidir. Kur’an Arapça inmiştir ve orjinali Arapça’dır
fakat
Kuran’a göre Arapça, kutsal bir dil değildir, Alah’ın özel dili,
cennetin lisanı değildir. Arap milleti
üstün ırk
değildir. Tam tersi Kur’an’da Arap’ları-bedevileri kınayan, eleştiren bir çok ayetler
vardır.
Dünyada bir
çok millet ve konuşulan bir çok dil vardır. Bu durum Yüce iradenin taktiridir.
İslam’ı
öğrenmenin, anlamanın ve yaşamanın ilk şartı Arapça öğrenmek olamaz.
İslam’ın öğrenilmesi, sevilmesi, yayılması isteniyorsa
dünyada yaşayan herkesten Arapça
öğrenmesini,
Kur’an’ı orjinalinden okuyup, anlamasını
isteyemeyiz, bekleyemeyiz.
Yapılması
gereken: Kur’an’ın dünyada konuşulan bütün dillere çevirisini yapmaktır.
İslam’ı
öğrenmek isteyen Japon vatandaşı Japonca çevirisinden, Sibirya'da yaşayan kişi Rusça
çevirisinden,
Fransız vatandaşı Fransızca çevirisinden Kur’an’ı okumalı, İslam’ı
öğrenebilmelidir.
* * * * *
Allah akledilmesini,
ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını,
yaşantımızda rehber edinmemizi ister. Kişiler Allah’ın kitabının manasını
bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler? Kur'an’ın kendi üzerinde
ince ince düşünülmesiyle ilgili emirleri Kur'an’ın manası bilinmezse
nasıl uygulanacaktır? Sonuçta kişiler dini öğrenmek ve yaşamak için, dinle
ilgili bilgileri anladıkları, bildikleri dilden duymak veya okumak
zorundadırlar.
Çeviride
ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça’dan Türkçe’ye çevirinin zorluklarından ziyade,
kavramın Arapça’sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından ortaya çıkmaktadır.
Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma
sorunudur. Araplar da bu sorunu Türkler kadar yaşarlar.
İnsanların anadiliyle Kur’an okumasına
karşı çıkanların asıl amacı:Kişi ile
Allah arasına mezhep
izahlarıyla yetişmiş din adamlarını sokarak hurafelerin, bid’adların
din diye sorgulamasız kabulünü
sağlamak ve Arapizme hizmet
etmek, Arapçanın yayılmasını, etkinlik alanının genişlemesini sağlamaktır..
İnsanlar dinin tek kaynağı olan Kur’an’ın çevirisini
okuduklarında Allah’ın dini ile Emevi
şeriatı referanslı uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olacaktır.
Kuran’ın ancak Cumhuriyet
döneminden sonra Türkçeye çevrilmesinin ve mezhepçi, gelenekçi,
hilafetçi, şeriatçı, dinci grupların
buna direnmelerinin altında yatan temel neden budur. Dinci sınıf
İslam’ın mezheplerin, tarikatlerin, cemaatlerin tekelinden çıkmasını ve uydurmaların
sorgulanmasını istemez.
Kur’an’ın
anlamını bilmeden sadece Arapça telaffuzunun okunması gerektiğini savunan
zihniyetle, ibadetlerin Arap diliyle yapılması gerektiğini savunan zihniyet aynı
zihniyettir.
Kur’an’ın anlamını
bilmeden Arapça telaffuzunun okunmasında ki anlamsızlık ve sakıncalar nelerse, Arap
olmayanların Arap diliyle ibadet etmelerinin sakıncaları, anlamsızlığı da o dur.
İslam dini
madem ki evrenseldir, tüm insanlara hitap etmektedir, insanları Allah’a teslim
olmaya,
Kur’an’a tabii
olmaya çağırmaktadır; dünyada yaşayan bütün insanlar bildikleri dil ile ana
dilleriyle
Kur’an’ı
okumalı, dinini ve Allah’ın emirlerini,
yasaklarını öğrenmelidir. Dualarını, ibadetlerini ana
dilleriyle
yapmalıdır.
Temel evrensel
insan haklarından birisi de din ve ibadet hakkıdır, özgürlüğüdür.
İnsanlara din
ve ibadet haklarını özgürce anadilleriyle yapabilmeleri için gereken ortam,
imkan sağlanmalıdır. İnsanları ibadetlerinde bir başka milletin diline mecbur
etmek dinin gereği olmadığı
gibi bu
yöndeki telkinler akıl ve vicdanla izah edilemez.
İslam’ın yayılmasının,
dilleri farklı insanlar, milletler tarafından sevilmesinin, benimsenmesinin
önündeki en
büyük engel Arapça taassubudur.
Herkesin, her milletin kendi diliyle yazılmış olan Kur’an
meallerini okuması ve ana diliyle ibadet
etmesi yaygınlaştığı oranda, İslam dini dünya
üzerinde sevilecek ve yaygınlaşacaktır.
İnsan kendisini; duygularını, sevinçlerini, sevgisini, hislerini,
endişelerini, düşüncelerini en güzel
ve doğru
şekilde ancak bildiği dille, anadiliyle ifade eder.
Bilmediği bir
dille gönlünden geçenleri samimiyetle, tam anlamıyla ifade edemez.
Dil, bir
milletin varlık sembollerindendir ve en temel, asli iletişim aracıdır.
İbadet ve dua
insanın Rabbiyle iletişimidir.
İnsanlar
iletişimi en güzel şekilde ancak anadilleriyle kurabilirler.
Her dilin kendine özgü telaffuz ve ses özellikleri vardır. Her dil
herkes tarafından gereğince
telaffuz
edilemez. Mesela Arapçada gırtlaktan çıkan sesler, harfler vardır.
Gırtlaktan
çıkan seslerin Arap olmayan biri tarafından çıkarılması, telaffuz edilmesi
oldukça zordur. Ufak bir ses
kayması kelimenin anlamını tamamen değiştirir.
Arapçada
bulunan ‘‘ğ’’ sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde bu ses yoktur.
Fağfir lene –
bizi koru diyeceğimiz yerde, fakfir lene – bizi boş ver-önemseme diyebiliriz.
Müslüman bir Türk’ün
Allah’a kendi anadiliyle değil de seslendirmeyi beceremeyeceği arapça
sözcüklerle yakarması
sakıncalıdır, anlamsızdır.
Namazın huşu
içinde, ihlasla kılınması yani; saygı, şükran, umut, korku, duygularıyla tüm
benliğimizle, ruhumuzla, içten, hissederek, samimi duygularla
kılınması, Allah’ın hatırlanması, anılması, yüceltilmesi gerekir.
Ancak, namaz kılarken
gerektiği kadar dikkatin, düşüncenin yoğunlaşamaması, duaları okurken
akla başka
konuların gelmesi, namaza gereğince konsantrasyon sağlayamama sıkça duyulan yakınmalardır. ‘‘Din adamları’’ bu durumun nedeni
olarak genellikle şeytanın vesvesesini
gösterirler,
kabahati şeytana atarlar. Aslında buradaki şeytan, anadilde ibadete karşı çıkanlardır.
Anlamını
bilmeden ezbere tekrarlanarak okunan duaya, sureye dikkati yoğunlaştırmak, huşu
içinde
olmak, namaza gereğince
motive olmak mümkün değildir. İnsan ancak
anlamını bilerek okuduğu
sureyi, duayı aklı ve duygularıyla değerlendirir,
hisseder, düşünür, yorumlar, Rabbini hatırlar,
anar-zikreder,
yüceltir-tespih eder; O’nu hisseder. İhlasla, samimiyetle, içtenlikle, saygı,
şükran
duyar, içi ürperir
ve huşu ile namazını kılar..
Dua ve ibadetlerin çok kısık olmayan, çok da yüksek olmayan bir
ses tonuyla yapılması; dua ve
namaza
motivasyonu, konsantrasyonu arttıracaktır.
Namazlarımızda,
ibadetlerimizde sure, ayet ve duaların Türkçe meallerini okumalıyız.
Arapça okusak bile,
ayetlerin anlamlarını aklımızdan geçirerek okumalıyız. Ne söylediğimizi
bilene
kadar-söylediğimizin anlamını bilene kadar namaza yaklaşmamalıyız.. (Nisa-43)
Namazda ne yaptığını ne okuduğunu bilen, bir bilinç içinde
olmalıyız.
Hz.
peygamberimiz namaz kılmak için Kur’an’dan sure, ayet ezberleyemeyen sahabeye
Allah’ı yücelten, öven sözler söyleyerek, O’nu zikrederek, O’na hamt ederek namazını kılabileceğini söylemiştir.
İran asıllı
büyük sahabe Selman Farisi (Ölm: 656) Hz. peygamberimizden onay alarak, İranlı
Müslümanlara
verdiği fetvada, namaz kılarken Fatiha suresinin Farsça tercümesini okumalarına
izin
vermiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, Hz. peygamberin uygulamalarına ve Şura suresinin 196. ve Ala suresinin
18. ayetlerine dayanarak namazda okunan sure
ve ayetlerin Arapçadan başka bir dilde okunabileceğini söylemiştir.
Osmanlı
uleması 18. yüzyılda kısa surelerin Türkçeye çevrilmesine ve namazlarda
okunmasına müsaade etmiştir.
* * * *
*
“Namazı beni anmak için
kıl..” (Taha-14)
Allah’ı zikretmek, hatırlamak, anmak, O’nu yüceltmek ve övgümüzü
şükrümüzü, dileğimizi arz
etmek için
namaz kılarız. Zikir, bazı ayetlerde Kur’an’ın ismi olarak geçer. Kur’an,
insanlara Allah’ı hatırlatan ilahi bir hitaptır.Namaz kılarken Kur’an’dan
sureler, ayetler okunması hiç şüphesiz
uygun bir davranıştır.
Ancak, namaz kılarken, dua ederken ve diğer ibadetlerimizi yaparken Arap
dilini
kullanmamız gerektiği yönünde ima yoluyla bile olsa Kur’an’da herhangi bir hüküm
yoktur.
Kur’an’da
“ibadet dili” diye bir kavram yoktur.
“Oku” emrinden
anlamamız gereken anlamını düşünerek, öğüt ve ibret alarak okumak olmalıdır.
Kur’an
okumanın ilk bildirilen temel ibadet olduğunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
“oku”mak
ibadetini terk
etmemeliyiz.
Camilerde, mescitlerde cemaatle birlikte kılınan namazlarda cemaat
çoğunluğunun ana dili neyse
o dilde namaz
kılınmalıdır. Cemaatin çoğunluğu Türk ise namazda okunan surelerin, duaların
Türkçe meali
okunmalıdır. Cemaatin çoğunluğu Japon ise sureler, dualar Japonca okunmalıdır;
İngiliz ise,
İngilizce okunmalıdır.
Cuma
hutbelerinde okunan dualar, salavatlar, tespihler de ayni şekilde cemaatin ana
dilinde
okunmalıdır.
Okunmalıdır ki, cemaat ne söylendiğini
anlasın, bilsin. Kendisini yabancı bir
ülkede;
bir Arap
ülkesinde gibi hissetmesin..
“Son
zamanlarda, ‘Bütün Müslümanların ana dili Arapça’dır. Müslüman olduğumuz için
biz
Türklerin
de ana dili Arapça’dır. Biz de ana dilde eğitim istiyoruz, ana dilimizi
öğrenmek istiyoruz’
diyebilen süper manyaklar türemiştir.
Arapçılıkla kafayı yiyen süper manyaklardır bunlar.
Süper manyaklar ve süper alçaklar...
Tüh bunların ervahına! Tüh ve yuh!”
(Yaşar Nuri Öztürk – Yurt Gazetesi – 12.02.2013)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK