Demokrasilerde yürütme erki; parlamento-hükümet yönetimde yetkili ve sorumludur. Ülkede olan biten, olumlu olumsuz her şeyin sorumlusu hükümettir. Yöneticiler olayların mağduru değil, sorumlusu olurlar..
Ülkemizde iktidarın ortaya çıkan hatalarını, eksiklerini yaşanan olumsuz olaylardaki sorumluluklarını halkın-seçmenin önemli bir kısmının görmezden gelmesi iktidarı adeta eleştiri üstü görüp yanlışların eleştirilmesine bile tahammül edilmemesi "alnı secdeye değiyor ya" veya "ama duble yol yapıyorlar" gibi basit-yüzeysel sözlerle aklı, mantığı, vicdanı bir tarafa bırakarak her şeye rağmen iktidar mensuplarını savunması demokrasiyle bağdaşmaz. Bu durum İslam'la da bağdaşmaz. Kur'an gerçeklerin görülmemesini, duyarsız kalınmasını "gönül gözünün kapanması" olarak niteler. Gönül gözü kapanırsa iktidarlar dini anlamda putlaşır, siyasi anlamda diktatörleşir.
Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte "kutsal" eleştirilmez, dokunulmaz iktidar anlayışı vardır. Pavlus İncil’de yer alan bir mektubunda şöyle der:
Ülkemizde iktidarın ortaya çıkan hatalarını, eksiklerini yaşanan olumsuz olaylardaki sorumluluklarını halkın-seçmenin önemli bir kısmının görmezden gelmesi iktidarı adeta eleştiri üstü görüp yanlışların eleştirilmesine bile tahammül edilmemesi "alnı secdeye değiyor ya" veya "ama duble yol yapıyorlar" gibi basit-yüzeysel sözlerle aklı, mantığı, vicdanı bir tarafa bırakarak her şeye rağmen iktidar mensuplarını savunması demokrasiyle bağdaşmaz. Bu durum İslam'la da bağdaşmaz. Kur'an gerçeklerin görülmemesini, duyarsız kalınmasını "gönül gözünün kapanması" olarak niteler. Gönül gözü kapanırsa iktidarlar dini anlamda putlaşır, siyasi anlamda diktatörleşir.
Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte "kutsal" eleştirilmez, dokunulmaz iktidar anlayışı vardır. Pavlus İncil’de yer alan bir mektubunda şöyle der:
“ Herkes emri altında bulunduğu
yönetimlere boyun eğsin. Zira mevcut yönetimler Allah tarafından atanmıştır.
Bunun için yönetime karşı gelen Allah’ın düzenine karşı direnmiş olur.
Petrus ise 1. Mektubunda şöyle der: "Şimdi, insanlar tarafından kurulan her düzene Rabb için bağımlı olun. Gerek
başta bulunan kişi olması nedeniyle krala, gerekse valilere boyun eğin...”
Tevrat’ta ise şöyle bir ifade vardır.
“Süleyman dedi ki: Ey oğlum Rab’den
ve kraldan kork. Onlara isyan etme..”
Bu kabuller ile Hıristiyanlık ve Yahudilik Kutsal-dokunulmaz yönetimleri yani teokrasiyi işaret eder. Kur'an; yönetimde şura, liyakat, adalet ilkelerini bildirmiştir. İslam'da dokunulmaz, hesap sorulmaz, kutsal idareciler, yönetimler yoktur. Tevhid anlayışı teokrasiyi reddeder.
İslam, toplumda kargaşa, kaos,
düzensizlik istemez; emniyet ve intizam ister. Kur’an’da da seçilen, yetki-
bey’at verilen ve Allah’ın bildirdiği ilkelere bağlı kalarak görev yapan iman
sahibi, adil, işinin ehli ve iyiliğe, faydalı işlere özendiren yöneticilere
itaat etmemiz; kanunlara uymamız, bozgunculuk yapmamamız bildirilmiştir.
(Aliimran-104 Araf-85, 86) Ancak diğer taraftan ilgili ayet “...eğer anlaşmazlığa düşerseniz ... onu Allah’a ve elçisine
götürün” diyerek, yöneticilerle, halk
arasında anlaşmazlıklar olabileceğini bu durumda Kur’an ilkelerinin esas alınması gerektiği bildirilmiştir… Şura ilkesi kapsamında denetim mekanizmaları
işlemelidir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen; adil ve ehil olmayan, sahip
olduğu makamı şahsi ihtiraslarına alet eden, yolsuzluk yapan, devlet malına
emanet gözüyle değil ganimet gözüyle bakan, zulme, fücura sapan yöneticiler
meşruiyetlerini kaybetmiş demektir. Bunlara itaat etmek söz konusu değildir.
Tam tersi bu imansız zalimlere karşı
gelmek; zulümle, sömürüyle,
mücadele-cihat etmek her Müslümanın görevidir. (İsra-16 Rad-11 Hud-116)
Yüce Allah Hz. Muhammed’e
peygamberlik görevinin yanı sıra; Hakk’a ve doğruya uyması,
(Mümtehine-12) şura esasına göre, adaletle
hükmetmesi ve insanlara şevkatli, sevecen davranması şartı ile (Şura-38 Aliimran-159
Nisa-58 Nahl-90) İslam ümmetini yönetme görevini vermiştir. Hz. Muhammed’in Hakk’a, doğruya
uymaması, adil olmaması söz konusu olabilir mi ? Tabi ki olamaz. Burada
verilmek istenen mesaj: Milleti yöneteceklerin uymaları gereken prensiplerin
Kur’an’ın bu konuda bildirdiği temel hükümlerin ne
kadar vazgeçilmez olduğudur; önemle, özenle
uygulanması gerektiğidir.. Yönetilenlere, halka verilen mesaj ise, hukuk
ilkelerine, insan haklarına, demokratik kurallara, Kur’an’ın temel
hükümlerine aykırı icraatlarda bulunan yönetimlere, yöneticilere rıza
göstermeyin, zulme razı olmayın mesajıdır. Toplumların yegane helâk sebebi
zulmün yaygınlaşmasıdır.
“Biz
ülkeleri-medeniyetleri, halkları zulme sapmadıkları sürece helâk etmeyiz.”
(Kasas-59)
İslam hukukuna göre kamu malı-beytül
mal halkın malıdır. Beytül mal’ı aşırmak, yemek, talan etmek suçuna “gulûl” denir. Hz.
peygamberimizin gulûl suçu işleyen; kamu malından iki dirhemlik bir miktar çalan sahabenin cenaze namazını
kıldırmadığı bilinmektedir. Müslümanlar Hz.Osman’ın cenaze namazını da bu
yüzden kılmak istememiştir. Onun Müslüman mezarlığına gömülmesine bile razı
olmamışlardır..
Maun suresi: “Gördün mü o, dini yalanlayanı...........
Onlar kamu hakkına, yardıma engel olurlar.” Diyerek, devlet
malını emanet olarak değil de, ganimet olarak görenleri, yetimin, yoksulun
hakkına tasallut edenleri-musallat olanları dini yalanlayan, dini inkâr eden
kişiler olarak tanımlamıştır. Dini inkâr etmiş, yalanlamış, kâfir olmuş kişiler
oldukları için kamu malına; halkın hakkına el uzatanların cenaze namazı bile
kılınmaz.
İmamı Azam, halkın malını çalan,
talan eden, yolsuzluk yapan, yandaşlarına peşkeş çeken yani çapulculuk yapan ve
adaletten uzaklaşıp zulmeden yöneticiye isyan etmeyi mümin olmanın gereği ve
sorumluluğu olarak görmüştür.
İmamı Azam Ebu Hanife’nin bu konudaki
fetvası-düşüncesi şöyledir:
“Bir devlet başkanı-yönetici kamu mal
ve haklarından bir şey aşırmak suretiyle halka ihanet eder veya yönetiminde
zulme saparsa onun yöneticiliği iptal olur. Onun kanunları, kararları geçerli olmaz..” (Menakıp – S:99. 100 Ebu Yusuf - Kitabul Harac S:37 )
Ancak, Kur’an’ın ve ehl-i sünnetin bu
prensibi Emeviler tarafından bakın ne hale getirilmiştir.
Emevi fıkhının esaslarının yazılı
olduğu Akaid-i Nesefi adlı kitapta şunlar yazıyor.
“Devlet
başkanları, ahlaksızlıklar, rezillikler, yapsalar da, zulme başvursa da
azledilemez. İktidardan uzaklaştırılamaz..”
Suudi Arabistan’ın adalet bakanı 1996 yılında bir dergiye verdiği beyanatta bu
Emevi zırvalarını aynen tekrar ve teyit ederek “ İslam’da yönetene karşı çıkmak yasaktır. Yolsuzluk, sübyancılık,
uyuşturucu kullanmak gibi büyük günahları işlese bile yöneticiyi iktidardan uzaklaştıramazsınız.
Yöneticiye biat, itaat şattır”
demiştir.
Malezya fetva konseyi halkın hükümeti protesto etmek için
düzenlenecek veya ülkede huzursuzluğa yol açabilecek her türlü gösteriye
katılmalarının İslam dinine uygun olmadığını açıklamıştır. Yani iktidar
mensuplarının icraatlarını protesto etmek, eleştirmek, muhalefet etmek İslam’a
uygun değilmiş ! Her zaman iktidara, yöneticilere mutlak biat etmek, boyun
eğmek gerekliymiş. On üç asır önce Emevi
kodamanlarının; Muaviye’nin, Yezit’in oluşturduğu sünni fıkhının Kur’an’la
çelişen bu kabulleri günümüze kadar “İslam’ın emridir, itikad esasıdır”
denilerek halkı ezmek, sömürmek için kullanılmıştır..
Ülkemizde son yıllarda yaşanan olaylarda iktidar partisinin kendisine
muhalif olan demokrat, laik, Atatürkçü vatansever herkesi düşman gibi
görmesi altında yatan anlayış da ayni anlayıştır. Bu anlayış iktidar çıkarlarına göre oluşturulmuş, sömürü
ve zulmü meşru kılan Yezid meşrebi esaslı sünni anlayıştır.. Dinci, mezhepçi siyasal akımların daha neler yapabileceklerini
merak edenler 13 asır geriye dönüp Emevi dönemini incelemelidir.
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK