12 Eylül 2015 Cumartesi

HAYIR DA ŞER DE ALLAH'TAN (MI) DIR?

Yaradılışın dualist yapısı gereği Yüce Allah hayrı da şerri de, hakkı da batılı da, doğruyu da yanlışı da, iyiliği de kötülüğü de yaratmıştır. (Hadid-22) İnsana hayrı ve şerri ayırt etme kabiliyeti verilmiştir. (Şems-8) Hayır (iyi, güzel, faydalı, sevap olan işler) ve şerr (kötü, çirkin, zararlı, günah olan  işler) insanlar bu seçeneklerden özgür iradeleriyle tercihler yaparlar, ameller-fiiller işlerler. “Hayır da şer de Allah’tandır” sözü hayrı da şerri de Allah yaratmıştır anlamında kabul edilebilir. (Nisa-78) Ancak, hayra veya şerre yönelme insanların tercihine, özgür iradelerine bırakılmıştır.  (Nefs-i Emmare- kötülüğü şerri emreden nefis  Yusuf-53) Tercihlerin doğuracağı sonucun sorumluluğu hiç şüphesiz kişinin kendisine aittir..
Nisa suresi 79. ve Şura suresi 48. ayetlerinde başımıza gelen “şer” lerin-kötülüklerin kendi nefsimizden, özgür tercihlerimizle yaptığımız hatalardan kaynaklandığını; karşılaştığımız “hayır”ların-iyiliklerin, güzelliklerin ise, Allah’tan geldiği bildirilmiştir. Şer’e yönelmek kişinin kendi zafiyetidir, yanlış tercihidir. Dolayısıyla karşılaşılan kötülüklerin sorumlusu kişinin kendisidir. Şer, Allah’a nispet edilemez zira Allah Kullarının kötülüğünü istemez. İnsanların hayra, iyiliğe yönelmelerini ister.

İnsanların fıtratında, yaratılışında bulunan Allah’ın lütfettiği ahlak, onur, erdem, akıl, vicdan, çalışma ve üretme azmi, yardımseverlik,  insan ve vatan millet sevgisi gibi  manevi değerler insanları iyiliği, hayra yönlendirir. Fıtratına uygun yaşayan insanlar doğal olarak iyiliklerle, güzelliklerle karşılaşırlar; hayra, barışa, esenliğe ulaşırlar. Fıtratın ölçülerini, kurallarını belirleyen ve işleyişini görüp, gözeten  Allah olduğuna göre “hayır” Allah’tandır. “şer” ise, kişinin nefsine uyarak yanlış, olumsuz tercihleri eylemleri, sebebiyle ortaya çıkan sonuçtur.

“İyilik ve güzellikten sana her ne gelirse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse
  kendi elinizdendir- nefislerinizdendir..” (Nisa-79)
“... bir musibete kendiniz uğrayınca ‘bu da nereden?’ dersiniz . Deki: ‘o, kendinizdendir.” 
  (Aliimran-165)
". .. Bu kendi ellerinizle yapıp önden gönderdiğiniz  yüzündendir. Allah, kullarına asla zulmedici değildir.." (Aliimran-182)

 “Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. Allah bir çoklarını da
  affediyor..” (Şura-30)

İslam anlayışına göre determinist anlayışla varoluşun ilahi kurallarına, fıtrata,  külli-asli kaderine bağlı olarak yaşayan insan; yaşam sürecindeki  indeterminist özgür düşünceleri, tercihleri, cüz’i iradesi ile aldığı kararlar, yaptığı eylemleri-amelleri  sonucu kazandığı sevap ve günahlarla  ahiretteki sonunu kendisi belirler. Bu konuda Allah’ı dışlayan bir yaklaşım da, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşım da Kur’an’dan onay almaz.. 

“Her insanın amellerini, kaderini kendi boynuna-sorumluluğuna; kişisel seçimine, tercihine bağlamışızdır. Diriliş gününde, kendisi için bir kayıt çıkarıp yayımlarız.” (İsra-13) 

Kur'an, yaşam sürecinde kendi irademizle yaptığımız tercihlerden, işlerden sorumlu olduğumuzu bildirir. Bu rağmen klasik anlayıştaki  hayır da şer de Allah'tandır inancı ve kader algısı aklı,  iradeyi dışlar. 
Din, iman istismarıyla servet ve makam sahibi olmak isteyen din bezirganları aklı, iradesi sıfırlanmış insanları sever. Tarih sürecinde mezheplerin, mollaların, şeyhlerin kendilerine göre bir ‘‘kadere iman’’  inancı oluşturup bunu  iman şartı olarak dayatma gayretlerinin sebepleri şunlar olabilir:

1- Kur’an’ın işaret ettiği akıldan, bilgiden, ilimden insanları uzak tutmak, özgür düşünceyi, iradeyi
    pasifize etmek ve hayır da şer de nasıl olsa Allah’tan gelir diyerek çalışmayan, üretmeyen,
    düşünmeyen, zorluklara karşı direnç göstermeyen, gayret sarfetmeyen tembel, taklitçi, 
    sadakaya muhtaç  bir toplum yaratmak daha sonra bu toplumu dilediği gibi kolayca istismar 
    etmek, sömürmek.
2- “Hayır ve şer Allah’tandır, Allah’tan gelir” diyerek; başımıza gelen her şeyin  Allah’ın takdiri 
     olduğu fikrinin kabul ettirilmesi ile saltanat, iktidar mensuplarına, yöneticilere karşı uysal, 
     tepkisiz bir toplum yaratmak. İstismarcı, riyakar yönetim kadrolarının yaptıkları yanlış
     uygulamalara, zulümlere, sömürüye  tepki göstermeyen, baş kaldırmayan kaderine razı uysal,
      rainalaşmış- sürüleşmiş toplum oluşturmak. Zalimin yaptığı zulmün ve mazlumun aczinin 
      sorumluluğunu kadere yüklemek.
3- Kötü niyetli, istismarcı, çıkarları doğrultusunda işler yapan veya ehil olmayan yöneticilerin
     hataları, icraatları sonucu ortaya çıkan olumsuz sonuçların sorumluluğunu kadere, Allah’a
     havale etme ve sömürü, zulüm düzeninin devamını sağlama isteği.  
4- Bazı insanlar özgür iradeleriyle işledikleri günahların, suçların sorumluluğunu başkalarının
     üstüne atmaya veya kendilerine suç ortağı aramaya çalışırlar.
     İşlenen suçların sorumluluğu genellikle şeytanın üstüne atılır. “şeytana uydum” en sık
      başvurulan bahanedir.  Şeytan şüphesiz insanları günaha yöneltir ama son karar ve 
      sorumluluk kişinin kendisine aittir. Bazı kişiler de suçlarının, günahlarının sorumluluğunu
     “kadere”  yüklemek isterler.
    “Ne yapalım hayır da şer de Allah’tandır” derler,  “ne yapalım kader böyleymiş, Allah’ın takdiri,
      ilahi takdir- takdir-i Huda böyleymiş” derler. İşledikleri suçların, günahların  sorumluluğunu
      Allah’a havale etmeye kalkarlar. Bu kişiler Allah’a iftira etmiş olurlar ve hiç şüphesiz büyük 
      günah işlemiş olurlar.
5-  Halkı sömüren, servet şehvetine kapılan, kendilerince dünyalarını cennete çeviren idarecilerin
     sömürdükleri halkın yosulluğunu takdir-i ilahi- Allah’ın takdiri olarak yutturmaya çalışmaları,
      halkı Allah ile aldatmaya, afyonlamaya, uyutmaya çalışmaları.
6-  “Zenginlik, fakirlik kaderdir. Allah kimin zengin yahut fakir olacağını ezelden takdir etmiştir”
        yalanıyla halkın fakirliğe, yoksulluğa  rıza göstermesini sağlamak..  Oysa fakirlik kader değil,
        fakirin hakkı olan zekatı vermeyen, infak etmeyen; mal, servet yığan zenginlerin zulmüdür...                                                              
 Yaşanılanlar olabileceklerin en iyisi olduğu için yaşanmıştır. Tanrı her şeyin en iyisini takdir eder. Başımıza gelen her şey mümkün olanların-seçeneklerin en iyisidir düşüncesi aslında Katolik Hıristiyanlığın ortaçağ dogmalarıdır.. Voltaire, Kandid adlı eserinde bu yaklaşımı eleştirir.  Kitabının sonunda “bahçemizi yetiştirmek gerek” diyerek, mümkün olanın en iyisini yaşamak için; kötülükten, yoksulluktan kurtulmak için  beşeri sorumluluğa; akla, iradeye, çalışmaya, emeğe vurgu yapar. 

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com
                                                                                    

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....