8 Aralık 2017 Cuma

B O Ş A N M A

Kur’an cahiliye döneminde çok yaygın olan ciddi ve kötü bir sosyal alışkanlığı düzeltmeyi amaçlar. İslamiyetten önce bir koca istediği kadar ve istediği zaman eşini boşama hakkına sahipti. Ne zaman karısı ile ilişkisi kötüye gitse onu boşar ve sonra canı istediği zaman tekrar onunla evlenirdi. Buna bir sınırlama getirilmediği için, olay sık sık tekrarlanabilirdi. Bu nedenle kadın, ne kocasıyla tam bir karı-koca ilişkisi içinde olabilirdi, ne de başkası ile evlenebilecek özgürlüğe sahip olurdu. Kur’an bu zulmü ortadan kaldırmıştır. Bütün yaşamı boyunca bir koca, karısını ancak iki kez boşama hakkına sahiptir. Üçüncü kez boşarsa, artık ondan tamamen ayrılmış olur.

Kimse boşanma niyetiyle evlenmez. Boşanma kararı hiç şüphesiz en çok o kararı alanları üzer. Ancak aile içinde telafi edilemeyen, devamlı hale gelen huzursuzluk, mutsuzluk söz konusu ise, boşanmak son çare olarak sosyal hayatın gereğidir.

Evlenme kararını nasıl ki, kadın ve erkek birlikte kendi özgür iradeleriyle alıyorlarsa;  evlilik akdi nasıl ki tarafların rızası ile gerçekleşiyorsa; kadının veya erkeğin tek taraflı iradesiyle evlenmek söz konusu olamıyorsa,  ayni şekilde boşanma kararını da kişiler özgür iradeleriyle alırlar. Tarafların her ikisi de istediği sürece evlilik akdi geçerli olur. Eşlerden biri boşanmak istiyorsa, diğer eş boşanmak istemese de o evliliğin devamı söz konusu olamaz. Taraflardan biri akdin feshini-boşanmayı isteyebilir, bu durumda artık evlilik kurumunun devamı mümkün değildir.
Kur’an’ın bu konuda her hangi bir yönlendirmesi veya tarafların özgür iradelerine  müdahalesi söz konusu değildir. Kur’an’ın müdahalesi taraflar boşanmaya karar verdikten sonraki süreçle ilgilidir. Kur’an bu süreçte öncelikle sorunların çözülmesini, eşlerin barışmalarını, evliliğin devam etmesini arzular.
Bu mümkün olmazsa Kur’an’ın boşanma sürecini düzenleyen hükümleri devreye girer.
Bu hükümler eşlerin ve çocukların haklarını korumaya yöneliktir.

Kur’an’ın öncelikle istediği: Eşler arasında bir dargınlık, geçimsizlik, huzursuzluk varsa onların barışmaları ve evliliğin devam etmesidir.

“Eğer, bir kadın kocasının sadakatsizliğinden, yahut kendisine sırt çevirmesinden endişe ederse aralarını bir barış girişimiyle düzeltmelerinde kendileri için bir sakınca yoktur. Ve barış hep hayırdır.”
(Nisa-128)

Sorunlar öncelikle aile içinde, dışarıya duyurmadan halledilmeye çalışılır.

“Allah’ın  bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler kadınlar üzerinde  kavvamdırlar – kayyumdurlar – koruyup gözeticidirler. Bundan dolayı iyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar..  Nüşuzundan - serkeşlik etmelerinden – hırçınlıklarından-onur ve iffetlerini riske atmalarından endişe ettiğiniz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları geçici olarak evden çıkarın-bulundukları yerden başka yere gönderin.. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, çok büyüktür..”  (Nisa-34)

Öncelikle öğüt verilecek, öğüt yeterli olmazsa yataklar/yatak odaları ayrılacak.
Sorun/anlaşmazlık devam ederse  evler ayrılacak.

Bu aşamaya gelinmesi durumunda  arabulucular devreye girer..
“Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır..” (Nisa-35)

Kadının ailesinden ve erkeğin ailesinden birer kişi olmak üzere toplam iki kişi arabulucu olacaktır.
Bir çok kişinin; arkadaşların, akrabaların olaya müdahil olması gereksiz kafa karışıklığına ve yanlış kararlar alınmasına neden olabilir.

Bakara suresi 226. ayetine göre eşlerin birbirine yaklaşmadığı, fiili ayrılığın yaşandığı bu sorunlu süreç dört ayı geçmemelidir. Bütün çabalara rağmen eşler barışmamakta;  boşanmakta kararlıysalar, Kur’an’ın boşanma sürecini düzenleyen hükümleri devreye girer...
                                                                             
TALAK = Erkeğin (Kadının zina yapma hali hariç başka bir nedenle) boşanmak istemesidir.
 Kadının üç âdet-hayz dönemi olan iddet süresi tamamlanınca boşanma gerçekleşir.
Erkek boşanmak isterse bu kararını eşine hayızlı olmadığı bir zamanda söyler; bu birinci talak - boşanmadır.
Daha sonra bir ay daha bekler ve ikinci hayız hali bittiğinde ikinci kez boşanmak istediğini söyler;
bu ikinci talak - boşanmadır.
Daha sonra üçüncü hayız dönemini de bekler, halen boşanmaya kararlı ise, üçüncü hayız tamamlandıktan sonra üçüncü ve son kez boşanmak istediğini; onu boşadığını söyler.
Bu süreç içerisinde taraflar düşüncelerini gözden geçirmelidirler.  
Birinci ve ikinci boşamadan sonra evliliği sona erdirme düşüncesinden  vazgeçmek, eşiyle barışmak ve evliliği sürdürmek mümkündür.
Bu süre içinde erkek eşiyle barışmak isterse kadının da bu duruma rıza göstermesi eşiyle barışması daha uygun olacaktır.  Üçüncü ve son kez talak - boşamadan sonra artık  geri dönüş yoktur.
 Boşanma iki şahit huzurunda aleni olmalıdır, toplum tarafından bilinmelidir. (Talak-2)  Talak suretiyle kocası tarafından boşanan kadın üç adet müddeti geçmeden  başka bir erkekle evlenemez.

“Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helal olmaz. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar..” (Bakara-228)
“Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helal olmaz..” (Bakara-229)
“Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah’ın hududunu sağlam tutacaklarını ümit ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur.. ” (Bakara-230)
                                                                                    
Üçüncü ve son boşamadan sonra, kadın başka bir erkekle evlenip de sonra boşanırsa ancak o zaman tekrar  önceki kocası ile evlenebilir.
Kur’an, koyduğu kurallarla, bildirdiği hükümlerle boşanmanın bir oldu bittiye getirilmesine;  bu konuda kızgınlıkla ani bir karar alınmasına müsaade etmemiştir.
Üç boşamayı da ayni anda veya ayni adet dönemi içinde yapmak; bu şekilde evliliği sonlandırmak mümkün değildir. Bu uygulama Kur’an’dan onay almaz.

Hz. Peygamber bu uygulamayı yasaklamıştır. Hz. Ömer ise böyle yapan erkekleri kamçı ile cezalandırmıştır.. Bu şekildeki boşama, günah olmasına rağmen 4 “Hak” (!!) mezhebe göre de ne yazık ki geçerlidir.
Bu Kur’an dışı uygulama ile,  genellikle  bir kızgınlık anında ağzından üç kez “boşsun” sözü çıkan koca, karısını boşamış sayılmış; sonra da hülle evliliği denen, riyakarlık örneği olan aldatmaca, atlatmaca sözde nikah icat edilmiştir..

“Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayasızlık, edepsizlik yapmaları hali müstesna onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allahın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir..” (Talak-Boşanma – 1)

“Adetten kesilmiş olanlar hakkında şüpheye düşerseniz onların iddetleri üç aydır; adet görmeyenler de öyle. Hamile olanların süreleri ise doğumları ile biter. Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun işinde bir kolaylık oluşturur..” (Talak-4)

İddet süresi içinde (hamilelik söz konusu ise, doğuma kadar)  kadın o evin hanımıdır. İhtilafın çözüme kavuşma imkanının ortadan kalkmaması için karı ile koca aynı evde oturmalıdır.
Her ikisinin de aynı evde olması halinde yaklaşık 3 aylık bir süre içinde veya kadın hamile ise çocuk doğana kadar yeniden barışmak için birçok fırsat çıkabilir. Fakat erkek kadını evden dışarı atar veya kadın evini terk eder de akrabalarının yanına giderse, o zaman barışma imkanı yok denecek kadar azalmış olur.
İslam alimleri iddet süresi içinde barınma ve nafakanın kadının hakkı olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Bu süre içinde kadın, kocasından izinsiz evden ayrılamaz. Erkeğin de kadını evden çıkarması caiz değildir. Kadın kendiliğinden evi terkettiği takdirde hem günaha düşmüş olur, hem de nafaka ve barınma hakkını kaybeder.

Kadın apaçık hayasızca, edepsizce davranışlar içinde olursa; kötü sözlerler söyleyerek, söverek, hakaret ederek, münakaşa çıkartarak kocasını ve diğer aile bireylarini rahatsız ederse; veya başka bir şekilde hayasızlık, edepsizlik ederse erkek kadını evden çıkartabilir.

Boşamadan sonra koca, karısına mehir olarak verdiği evlilik hediyelerini, elbise ve takıları geri isteme hakkına sahip değildir. Birisine hediye olarak verilen bir şeyi geri istemek nezaket ve ahlâk kurallarına tamamen aykırıdır. (Nisa-20)
                                                                           
Koca boşadığı eşine ihtiyacı olduğu sürece veya  tekrar evlenene kadar geçimini sağlamak üzere nafaka vermelidir.. (Bakara-241)
Baba gücü oranında çocukların ihtiyaçlarını karşılamak ve süt anne tutulmuşsa onun parasını ödemekle sorumludur. (Bakara-233)

Kocası ölen kadın dört ay on gün bekledikten sonra isterse başka biriyle evlenebilir.. (Bakara-234)

İFTİDA = Kadının boşanmak istemesidir.
Evliliğinin yürümeyeceğine karar veren kadın eşinden boşanmayı isteyebilir.

Kadının boşanmayı istemesinde kocasının herhangi bir hatası, baskısı rol oynamıyorsa; kadın tamamen kendi isteği, özgür iradesi ile boşanmak istiyorsa, eşinde aldığı mehir ve hediyeleri kocasına iade etmesi gerekir.
Aşağıdaki ayette geçen “fidye” kadının eşinden aldığı mehir ve hediyeleri kocasına  geri vermesi anlamındadır.
Bu tür boşanmada nafaka söz konusu olmaz. İddet süresi ise bir kez adet görene kadardır.
Adet görmesiyle/hamile olmadığı anlaşılmasıyla boşanmış olur ve başkasıyla evlenebilir.

“.....Erkek ve kadının Allah’ın sınırlarında duramayacaklarından kaygılanırsanız, o zaman kadının verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Bunları aşmayın...” (Bakara-229) 

Kadının boşanmayı istemesinde kocanın rolü varsa; yani kocanın kötü alışkanlıkları varsa, eşine kötü davranıyorsa, şiddet uyguluyorsa veya ruhsal bir rahatsızlığı ortaya çıkmışsa, herhangi bir nedenle iktidarsız hale gelmişse kamu otoritesi mehir iadesi ve nafaka konusunda kadın lehine karar verebilir. Mehir ve hediyelerin tamamının değil de; bir kısmının kocaya iadesine veya hiç iade edilmemesine karar verilebileceği gibi kocanın kadına evleninceye kadar nafaka ödenmesine de  karar verilebilir.. 
Kocanın gayp-kayıp olması halinde de kadının boşanmayı isteme hakkı doğar. Kayıp süresiyle ilgili mezhepler arasında farklı kabuller vardır. Mezheplerin bir kısmı kocanın bir yıl kayıp olmasını gayp kararı ve kadının boşanmış sayılması için yeterli görürken;  bazı mezhepler bu süreyi iki yıl veya daha fazla tespit etmişlerdir.

Kur’an’a göre; boşanmaya karar verildikten sonra eğer bu karardan geri dönüş, barışma olmazsa yaklaşık üç ayda boşanma gerçekleşmektedir..
Günümüzde yıllarca süren boşanma davalarının Kur’an’dan onay alması mümkün değildir.
Kadının, kocanın varsa çocukların hakları, hukukları korunarak davaların daha kısa sürede sonuçlandırılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
Boşanma davasının devam ettiği süre içinde kişilerin başka biriyle evlenmeleri, yeni bir yuva kurmaları mümkün değildir. Boşanma davalarının uzun sürmesinin en büyük sakıncası; kişileri asla yaklaşılmaması gereken günaha; zinaya sevk etme riskidir.
                                                                           
Saygılarımla.

VEDAT AKBAŞAK

8 Mart 2017 Çarşamba

Panteizm - Vahdet-i vücut ve İttihat inancı

Yüce Yaratan yarattıklarına İÇKİN değil, yarattıklarından AŞKIN ilahi güçtür. 
Allah Samed'tir. Herkes O'na muhtaçtır. O, varlığı başkasına muhtaç olmayandır; varlığı 
yarattıklarının varlığına endeksli olmayandır. 
Evren yaratılmadan önce de Allah vardı. Gökleri ve yeri yaratan, yoktan var eden Allah’tır. 
(A'raf-54  Yunus-3  Hud-7)  
Ve yaratılan her şey yok olduğunda da O, yine var olacaktır. 
“Evvel’dir O, başlangıcı yoktur, Ahir’dir O, sonu yoktur..." (Hadid-3)   
"Yer üzerinde bulunan herkes yok olacaktır. Sadece o bağış ve celal sahibi Rabbinin yüzü/
ilahi varlığı/zatı kalacaktır. (Rahman 26, 27)

Panteizm: Tanrı ve evreni bir-aynı gören felsefedir. Tanrı evrendir, evren de tanrıdır. Başka bir anlatımla: Yaratan= Yaratılanların yani evrenin tamamıdır. Evreni ilahlaştıran bu felsefeye göre Yaratan, yaratılanlardan ayrı ilahi bir güç değildir, Tanrı evrene aşkın değil, içkindir.
Oysa Kur’an’da Yaratan ve yaratılan ayrımı çok net olarak vurgulanmıştır.

 Yaratan, yaratamayana-kendisi yaratılmış olana benzer mi? Hiç düşünmüyor musunuz..? (Nahl-17)

"Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?" (Tur/35)

Budizm’de ferdi ruh Atman ve evrensel ruh Brahma vardır. Ferdi ruh, evrensel ruha irrasyonel, metafizik yollarla; mistik inanışlarla, sezgi, sevgi, aşk yoluyla ulaşmak, onunla bir olmak ister..
Önemle belirtmek gerekir ki, İslam mistik, ezoterik-gizemli, gizemci bir düşünce akımının adı değildir. İslam’ı mistik inançlar içinde göstermek ve onu tanımlarken ‘‘İslam mistisizmi’’ veya ‘‘İslam tasavvufu’’ gibi ifadeler kullanmak çok büyük yanlıştır. Aklı kullanmamak, basiret denen gönül gözünü kör eder.  Kur’an rasyonel yolları; aklı, akletmeyi, bilimi ve manevi aydınlanmayı işaret eder.

Mistizimde ise, olağanüstü özellikler atfedilen, ilahi sıfatlar verilerek kutsallaştırılan keramet sahibi
 insanlar vardır. Her inanç sisteminde mistik akımlar olmuştur. Yaratan’a irrasyonel, akla uygun olmayan yollarla; gizli, gizemli yollarla; gönül, duygu, sevgi, aşk, sezgi, ilham yoluyla ulaşmak isteyen akımlar vardır. Budizm ve diğer Hint inançlarında yaygın olarak görülen bu akımlardan Yahudiler ve Müslümanlar da  etkilenmiştir. Bu akımın adı: Kabalada -Yahudi tasavvufunda vahdet-i vücut,  İslam tasavvufunda ise ittihat inancıdır. 

Vahdet-i vücut inancına göre: Kainatın tamamı-yaratılanlar Yaratan’ın aynaya aksetmiş zuhuru, tezahürü, yansımasıdır; Yaratan,  yaratılanların bütünüdür. Varoluşun tamamı  Tanrı’ın kendini gösterdiği aynadır. Tanrı yaratılanlardan ibarettir.
Bu ekol mensupları La ilahe illallah-Allah’tan başka ilah yoktur demezler. La mevcuda illallah - Allah’tan başka varlık-mevcut yoktur derler. Bunlara göre Allah ile evren ayni-tek varlıktır. Yaratılan ne varsa; insanlar, hayvanlar, bitkiler, erdemliler, edepliler, edepsizler, ahlaksızlar, katiller, alkolikler hiç istisnasız herkes, her şey Allah’ın bir parçasıdır.  Bu şirkin en berbat halidir. Bu ekolü İslam’a bulaştıran Muhyiddin Arab-i’dir. Vahdet-i vücut inancı ile panteist felfese ve Yahudi tasavvufu Kabala arasında büyük benzerlik vardır.
Tasavvuf tarihinde ilk defa Vahdet-i Vücut anlayışı Beyazid Bistamî (ölm:875) ve Cüneyd Bağdadî (ölm:910) gibi  mutasavvıfların katkılarıyla doktrin halini almıştır. Bu ekölü kitaplarında sistamatik olarak  tanıtan ve islam dünyasında yaygın hale getiren ise Muhyiddin Arab-i’dir. (ölm:1240)
Bu inanç sistemi İslam coğrafyasında her zaman, her kesimden yaygın taraftar bulabilmiştir. Şii, alevi kesimden, milliyetçi Türkçü kesime kadar günümüzde de çok taraftarı vardır. Bilgisizlik eseri olsa gerek İslam'la çelişen, dört başı mamur şirk olan bu düşünce ekolü İslam'la uzlaştırılmaya çalışılmaktadır. 

İttihat inancında Yaratan, yaratılan ayrımı olmakla birlikte Tanrı’ya yönelen, yüzünü Tanrı’ya dönen, O’na varmaya çalışan seçkin (!) kişiler  bir çok zorlu aşamalardan sonra bir gün gelir beşeri niteliklerden arınırlar, Allah’la bir-leşir, O’nunla “Bir” olurlar, O’nun gibi olurlar; O’nun bazı niteliklerine sahip olurlar. İnsanları Tanrılaştırırlar...

Hüthüt kuşunun klavuzluğunda-mürşitliğinde diğer kuşların-müritlerin padişahları Simurg’u-Tanrı’yı
aradığı, zorlu uzun yolculuğun sonunda kalan otuz kuşun aradıkları Simurg’un (Farsça “si” otuz
demektir, “murg” kuş demektir.) aslında kendilerinden ibaret olduğunu, her birinin simurg olduğunu, aradıkları Tanrı’nın aslında kendilerinden başka bir şey  olmadığını anlamaları. Yaratılanların Yaratan’ın zuhuru-belirtisi olduğu; Yaratan’ın da yaratılanlardan ibaret olduğunu anlatan hikayeler tasavvuf edebiyatının Kur’an anlayışıyla bağdaşmayan  konularıdır.

Kur’an anlayışına göre; insanlar ve kozmozun-evrenin tamamı Allah’ın yarattığı ayetlerdir.
Allah’ın delili, işareti, belirtisi olan her şey O’nun ayetleridir. İnsanlar, diğer canlılar ve evrende olan her şey  Allah’ın iradesi sonucu yaratılmıştır. Evrendeki her şey varoluşun, yaratılışın bir parçasıdır; Yaratan’ın değil.

Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklerinden anlıyoruz ki: Allah Haalik’tir, Hallak’tır, Bari’dir,
Bedi’dir, Muhyi’dir,Fatır’tır, Kaahir’dir, Kebir’dir, Malik’tir; yani Yaratandır, var edendir, hayat verendir, varoluşu genişleten, yönetendir. Yaratılanlar üzerinde egemenlik kurandır. Varoluşun sahibidir ve en önemlisi Yüce Allah Vahit’tir sıfatlarında, özelliklerinde, yetkilerinde tek olandır.
Hiç bir şey O’nun eşi ve benzeri olmadığı gibi, benzeri gibi bir şey de yoktur, olamaz. O hiç bir şeye benzemez, Hiç bir şey de O’na benzemez.
“Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz..” (İhlas-4)
“O’nun benzeri gibisi bile yoktur, olamaz..” (Şura-11)
“O hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye sığmayacak kadar yüksek..” (İsra-43)

Allah: Kur’an’da sıfat isimleriyle bildirilen niteliklere, yetkilere, güce sahip olan ilahi kudrettir. Kur’an’da bildirilen uluhiyet özelliklerine sadakatten ayrılıp, Allah’ı başka şekilde tanımlama gayretleri yeni bir ilah yaratma gayretidir. Tam bir sapmadır, açık bir şirktir.
Müslümanların inandığı  Allah, Kur’an’da nitelikleri bildirilen ilahi kudrettir.
“Ben Müslümanın” diyen birinin Kur’an’da bildirilenden farklı bir Allah anlayışı olamaz. 

"Tevhid, Yaratanın yarattığı bütün diğer şeylerden ayrılması demektir. Her yaratılmış, zaman ve mekan kanunlarına tabidir. Yaratıcı ile yaratılmış arasında hiç bir anlamda bir bütünlük düşünülemez. Tevhid temelde ilk olarak bu düşünce tarzını reddeder. Yaratıcı; bütün tabiatın, varlıkların üstündedir, aşkındır. Hiç bir şey Allah'a benzemez ve O'nu sembolize ve temsil edemez. Allah hiç bir sezgi metodu ile bilinemez ve O'na erişilemez."  (İsmail r. faruki-Tevhid S:209)

 “Bazı mistikler, tasavvufçular ve felsefeciler sağduyuya aykırı başka bir iddiada bulunmuşlardır.
İslam tasavvufunda “vahdeti vücut” olarak bilinen ve muhyiddin Arabi gibi ünlü temsilcileri olan bu anlayış, felsefe tarihinde en çok Spinoza ile beraber anılır ve panteizm olarak adlandırılır. Bu anlayışa göre Tanrı evrenin ta kendisidir. Tanrı ve evren aynidir. Evren Tanrı’nın bir parçası veya görünüşüdür.
Bing Bang, evrenin başlangıcını yokluğa indirgeyerek, evrene  Tanrı statüsünün verilmesini ve Tanrı’yı evrene içkin görmeyi onaylamaz. Bing Bang evrenin dışında olan (aşkın) ve evren ile zamanı yaratan bir Tanrı’yı gerektirir. Başlangıçta hiçbir formu olmayan bir tekliği, Tanrı ile özdeş veya Tanrı’nın bir parçası olarak görmek mümkün değildir...” (Caner Taslaman – Bing Bang ve Tanrı – S: 162)     

“Tevhid, Yaratan’ın diğer bütün yaratılmışlardan ontolojik olarak ayrı tutulması demektir. Zira yaratılmış olan, zaman ve mekan kanunlarına tabidir; dolayısıyla Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hiç bir anlamda bir birleşme ve bütünleşme düşünülemez. (Hayri Kırbaşoğlu-Ahir Zaman İlmihali- S:86)  

Saygılarımla.   
VEDAT AKBAŞAK                                                                   



9 Şubat 2017 Perşembe

YÖNETİMDE Ş U R A İLKESİ

“Müminler iş ve yönetimlerini aralarında ŞURA ile yürütürler..” (Şura-38)
“..yönetim konusunda onlarla ŞURAya  git..” (Aliimran-159)

ŞURA: Sosyal uzlaşı ile karşılıklı danışarak, konuşarak kararlar alınmasıdır. 
Yönetimde ortak aklın,  millet iradesinin egemen olmasıdır..
Toplumun kendi kaderlerinde söz sahibi olması ancak şura esası ile mümkündür. Ancak kollektif katılım ve UZLAŞI ile alınan kararlar toplumsal fayda sağlar ve sosyal adalet gerçekleşir. Bir kişinin, bir egemen zümrenin TEK BAŞINA alacağı kararlar ise öncelikle kendi çıkarları doğrultusunda olacaktır.  

"Şura tam ve doğrudan katılımlı SÜPER DEMOKRASİ denebilecek bir ilkedir ve despotik monarşik idarelere, tek adam yönetimlerine tamamen terstir." (M. Hayri Kırbaşoğlu)

Kur’an şuranın şekli ve şartları konusunda ayrıntı vermemiştir. Şuranın, dönemin şartlarına, toplumun ihtiyaçlarına en uygun şekilde nasıl uygulanacağını insana; akla, iradeye bırakmıştır. 
Günümüzde demokrasilerde halkın oylarıyla seçilen milletin vekillerinden oluşan meclisler, parlamentolar en geniş katılımlı şuralardır. 
Şuranın, meclisin anlam ve yetkilerinin daraltılması gayretleri; millet egemenliğine karşı alınan tavırlar, egemenliğin bir kişiye/zümreye verilme çabaları ilahi irade ile, Kur'an hükümleri ile çelişir.

Kur’an yönetim erkinin tartışma üstü, kutsiyet atfedilmiş kişiler, kurumlar tarafından değil; halkın yönetime doğrudan katılımı sağlanarak, ekip çalışmasıyla, ortak akıl üreterek  kullanılmasını ister.
Azınlığın çoğunluğa veya çoğunluğun azınlığa egemenliğini reddeder.
Şura anlayışında kişi hegemonyası, despotizim, dikta yoktur. Bir kişi veya zümre toplum üzerinde egemenlik kuramaz. Hiç kimse insanları keyfince yöneteceğini söyleyemez..
Yöneticiler otokrat (buyurgan) değil; demokrat (katılımcı) olmalıdır.
Yöneticilerin  yaptıkları her icraat şeffaf, denetlenebilir, sorgulanabilir olmalıdır..
Dikta rejimlerinde egemenlerin danışmanlarından tavsiye niteliğinde fikirler alması, sonra kendi bildiği gibi karar vermesinin dinimizin istediği şura esası ile ilgisi yoktur. 

Yüce Allah peygamberimize bile topluma önderlik ederken baskı, zorlama yapmamasını; şura ve bey’atleşme - sosyal mukavele ile yöneticilik yapmasını bildirmiştir. Hz. peygamber hayatında yirmiye yakın olayda istişare sonuçlarına göre uygulama yapmıştır. Kendi kanaatini dayatmamıştır.

10. yy'da yaşamış Arap bilgin ve gezgini İbn Fadlan yazdığı seyahatnamesinde Oğuz Türkleri ile ilgili gözlemlerini şöyle yazmıştır. "İdare biçimleri karşılıklı danışmayla idare biçimidir. Bununla beraber ortak akla karşı çıkan-muhalefet edenler her zaman olabilmektedir."

Yüce Allah son kitabı Kur’an’da  hem peygamberliğin sona erdiğini bildiriyor hem de yönetimle ilgili bazı ilkeler, esaslar bildiriyor.  (Şura, liyakat, adalet, paylaşım, eşitlik,  özgürlük gibi) Bundan çıkarılacak mesaj şu olmalıdır: Toplumlar artık Allah’ın koyduğu ve Kur’an ile bildirdiği ilkeler-esaslar-kurallar-normlar tarafından yönetilecektir. Kişilerin, zümrelerin egemen olduğu sistemlerle değil, ilkelerin egemen olduğu takım oyunuyla, kolektif katılımla yönetilecektir.  Kur’an şura ilkesiyle tek adam yönetimlerine; diktaya, monarşiye, oligarşiye kapıları tamamen kapatmıştır. 

Saygılarımla. 

VEDAT AKBAŞAK

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....