19 Eylül 2015 Cumartesi

DEVLET-MİLLET YÖNETİMİ

Kur’an’ın devlet, millet yönetimiyle ilgili bildirdiği temel ilkeler, hükümler şunlardır:

Şura esası- kolektif katılım-Demokrasi ( Şura-38  Aliimran-159)
Liyakat esası- Emanetlerin-yönetimin ehline verilmesi. (Nisa-58)
Adalet. (A’raf-29 Nahl-90 Mümtehine-8)

Kur’an yönetim konusunda bu temel hükümlerden başka yöneticilerin ikrah-baskı zorlama, 
despotluk, zalimlik yapmamasını; insanların özgür olmalarını, özgür düşüncenin hakim olmasını, 
bey’atlaşma -karşılıklı anlaşmayı, uzlaşmayı; aklı, bilimi, çalışmayı, iş yapıp değer üretmeyi; emeğe 
saygı-emeğin karşılığının verilmesini, imkan ve nimetlerin paylaşımı-milli gelirin adil paylaşımını, 
sosyal adaleti, insan haklarına saygılı olmayı ve toplumu,  insanları iyiye, güzele yönlendiren bir 
öncü kadro, aydınlar topluluğunun olmasını istemiştir. (Aliimran-104)

Dini-İslam’i esaslara dayalı devlet düzeni; Kur’an hükümlerine en uygun yönetim şekli:
Kur’an’ın bildirdiği temel hükümleri-ilkeleri esas alan ve detayların evrensel objektif kurallara,  zamanın şartlarına, toplumun ihtiyaçlarına göre belirlendiği, dinin ve dindarların istismar edilmediği adil yönetimlerdir. 
                                                                                     
Atatürk'ün liderliğinde Türk Milletinin kuruduğu Cumhuriyet Rejimi; demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti; dini esaslara, Kur’an hükümlerine ve insan fıtratına en uygun yönetim şeklidir.

Mezhep şeriatlarına, Emevi fıkhına en uygun yönetim şekli ise, Kur’an hükümlerine tamamen 
zıt olan saltanat ve hilafet sistemidir. Teokratik diktadır; padişahlık, krallık, sultanlık, emirlik 
rejimleridir.. Dikta-Tek adam yönetimleri ve gurupların, zümrenin, tarikatların  egemenliğine 
dayalı monarşiler, oligarşiler Kur'an ilkelerine aykırı yönetim sistemlerdir. 

Ülkemizde kendilerini "islamcı" diye niteleyen bazı kişiler ne yazıktır ki, Batıya (aslında Atatürk'e) 
karşı olma adına Kur'an'nın işaret ettiği ve ayni zamanda Batı'nın da benimsediği ilkeleri, demokratik yönetimleri ""bâtıl" ilan edebilmekteler.
Oysa;
Halkın egemenliği yani demokrasi ne kadar güçlü olursa; halkın yönetime katılımı ne kadar etkin ve yaygın olursa, halk ne kadar örgütlü olursa, kollektif katılım ne kadar tabana yayılırsa, sivil toplum kuruluşlarının katılımı sağlanarak demokratik sistem bütün kurum ve kurallarıyla ne kadar etkin işletilirse; temsili demokrasiden tam katılımcı gerçek demokrasiye ne ölçüde geçilirse;  temsilde adalet ne kadar ileri ölçüde sağlanırsa; hukuk sistemi ne kadar adil, bağımsız ve mazlumdan yana olursa; hukukun üstünlüğü ilkesine ne kadar bağlı kalınırsa; sosyal adalet, toplumsal refah ne kadar tabana yayılırsa; insan haklarına, kadın erkek eşitliğine, özgürlüklere ne kadar önem verilirse; seçme ve seçilme hakkını kısıtlayan millet iradesinin meclise yansımasını engelleyen uygulamalardan ne kadar uzak kalınırsa; dinin siyasi, dünyevi çıkarlar için istismar edilmesine ve inançların sömürülmesine karşı ne kadar güçlü tedbirler alınırsa; o kadar, o ölçüde Kur’an hükümlerine uygun bir yönetim şekli kurulmuş olur.

Laiklik: Dincilerle, sözde dini kurumlarla, tarikatlarla, cemaatlerle devlet işlerinin, devlet kurumlarının, siyasetin ayrılması demektir.
Laik anlayışın benimsenmediği yerde; yani yönetime dincilerin, sözde dini kurum ve oluşumların egemen olduğu yerde ne demokrasi, ne liyakat , ne adalet, ne din ve vicdan özgürlüğü olur.
Kur'an ilkelerine uygun yönetim sistemi kurulmasının ön şartı laik anlayışın benimsenmesi ve uygulanmasıdır. Her laik rejim demokratik değildir ama her demokratik rejim laiktir.

 1789 Fransız devriminden sonra ruhbanlara, dini kurumlara-kiliseye tabi olmayan ve dincilerin, sözde dini kurumların devlet yönetiminde egemenliğini, sömürüsünü reddeden halka laik denilmiştir. Devrimden sonra kiliselerin kapılarına zincir vurulmamıştır, kilise mensuplarının -ruhban sınıfının yetkilerine zincir vurulmuştur; kiliseler yıkılmamıştır, gücünü Tanrı’dan aldığını iddia eden kutsal iktidar (!) teokrasi yıkılmıştır. 1792’de krallık kaldırılarak cumhuriyet ilan edilmiştir..
Laiklik dini değil, siyasi bir kavramdır. 
Tarih boyunca dine karşı olanlara değil; dinci faşizme, teokratik monarşilere karşı olanlara laik  denilmiştir..
Fransız, İngiliz, Amerikan tipi bütün laik hareketlerin ortak noktası: Dini kurumların devlet yönetiminde egemenliğine yani teokratik yönetime karşı olmalarıdır..

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

 kuranpenceresinden@hotmail.com

12 Eylül 2015 Cumartesi

HAYIR DA ŞER DE ALLAH'TAN (MI) DIR?

Yaradılışın dualist yapısı gereği Yüce Allah hayrı da şerri de, hakkı da batılı da, doğruyu da yanlışı da, iyiliği de kötülüğü de yaratmıştır. (Hadid-22) İnsana hayrı ve şerri ayırt etme kabiliyeti verilmiştir. (Şems-8) Hayır (iyi, güzel, faydalı, sevap olan işler) ve şerr (kötü, çirkin, zararlı, günah olan  işler) insanlar bu seçeneklerden özgür iradeleriyle tercihler yaparlar, ameller-fiiller işlerler. “Hayır da şer de Allah’tandır” sözü hayrı da şerri de Allah yaratmıştır anlamında kabul edilebilir. (Nisa-78) Ancak, hayra veya şerre yönelme insanların tercihine, özgür iradelerine bırakılmıştır.  (Nefs-i Emmare- kötülüğü şerri emreden nefis  Yusuf-53) Tercihlerin doğuracağı sonucun sorumluluğu hiç şüphesiz kişinin kendisine aittir..
Nisa suresi 79. ve Şura suresi 48. ayetlerinde başımıza gelen “şer” lerin-kötülüklerin kendi nefsimizden, özgür tercihlerimizle yaptığımız hatalardan kaynaklandığını; karşılaştığımız “hayır”ların-iyiliklerin, güzelliklerin ise, Allah’tan geldiği bildirilmiştir. Şer’e yönelmek kişinin kendi zafiyetidir, yanlış tercihidir. Dolayısıyla karşılaşılan kötülüklerin sorumlusu kişinin kendisidir. Şer, Allah’a nispet edilemez zira Allah Kullarının kötülüğünü istemez. İnsanların hayra, iyiliğe yönelmelerini ister.

İnsanların fıtratında, yaratılışında bulunan Allah’ın lütfettiği ahlak, onur, erdem, akıl, vicdan, çalışma ve üretme azmi, yardımseverlik,  insan ve vatan millet sevgisi gibi  manevi değerler insanları iyiliği, hayra yönlendirir. Fıtratına uygun yaşayan insanlar doğal olarak iyiliklerle, güzelliklerle karşılaşırlar; hayra, barışa, esenliğe ulaşırlar. Fıtratın ölçülerini, kurallarını belirleyen ve işleyişini görüp, gözeten  Allah olduğuna göre “hayır” Allah’tandır. “şer” ise, kişinin nefsine uyarak yanlış, olumsuz tercihleri eylemleri, sebebiyle ortaya çıkan sonuçtur.

“İyilik ve güzellikten sana her ne gelirse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse
  kendi elinizdendir- nefislerinizdendir..” (Nisa-79)
“... bir musibete kendiniz uğrayınca ‘bu da nereden?’ dersiniz . Deki: ‘o, kendinizdendir.” 
  (Aliimran-165)
". .. Bu kendi ellerinizle yapıp önden gönderdiğiniz  yüzündendir. Allah, kullarına asla zulmedici değildir.." (Aliimran-182)

 “Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. Allah bir çoklarını da
  affediyor..” (Şura-30)

İslam anlayışına göre determinist anlayışla varoluşun ilahi kurallarına, fıtrata,  külli-asli kaderine bağlı olarak yaşayan insan; yaşam sürecindeki  indeterminist özgür düşünceleri, tercihleri, cüz’i iradesi ile aldığı kararlar, yaptığı eylemleri-amelleri  sonucu kazandığı sevap ve günahlarla  ahiretteki sonunu kendisi belirler. Bu konuda Allah’ı dışlayan bir yaklaşım da, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşım da Kur’an’dan onay almaz.. 

“Her insanın amellerini, kaderini kendi boynuna-sorumluluğuna; kişisel seçimine, tercihine bağlamışızdır. Diriliş gününde, kendisi için bir kayıt çıkarıp yayımlarız.” (İsra-13) 

Kur'an, yaşam sürecinde kendi irademizle yaptığımız tercihlerden, işlerden sorumlu olduğumuzu bildirir. Bu rağmen klasik anlayıştaki  hayır da şer de Allah'tandır inancı ve kader algısı aklı,  iradeyi dışlar. 
Din, iman istismarıyla servet ve makam sahibi olmak isteyen din bezirganları aklı, iradesi sıfırlanmış insanları sever. Tarih sürecinde mezheplerin, mollaların, şeyhlerin kendilerine göre bir ‘‘kadere iman’’  inancı oluşturup bunu  iman şartı olarak dayatma gayretlerinin sebepleri şunlar olabilir:

1- Kur’an’ın işaret ettiği akıldan, bilgiden, ilimden insanları uzak tutmak, özgür düşünceyi, iradeyi
    pasifize etmek ve hayır da şer de nasıl olsa Allah’tan gelir diyerek çalışmayan, üretmeyen,
    düşünmeyen, zorluklara karşı direnç göstermeyen, gayret sarfetmeyen tembel, taklitçi, 
    sadakaya muhtaç  bir toplum yaratmak daha sonra bu toplumu dilediği gibi kolayca istismar 
    etmek, sömürmek.
2- “Hayır ve şer Allah’tandır, Allah’tan gelir” diyerek; başımıza gelen her şeyin  Allah’ın takdiri 
     olduğu fikrinin kabul ettirilmesi ile saltanat, iktidar mensuplarına, yöneticilere karşı uysal, 
     tepkisiz bir toplum yaratmak. İstismarcı, riyakar yönetim kadrolarının yaptıkları yanlış
     uygulamalara, zulümlere, sömürüye  tepki göstermeyen, baş kaldırmayan kaderine razı uysal,
      rainalaşmış- sürüleşmiş toplum oluşturmak. Zalimin yaptığı zulmün ve mazlumun aczinin 
      sorumluluğunu kadere yüklemek.
3- Kötü niyetli, istismarcı, çıkarları doğrultusunda işler yapan veya ehil olmayan yöneticilerin
     hataları, icraatları sonucu ortaya çıkan olumsuz sonuçların sorumluluğunu kadere, Allah’a
     havale etme ve sömürü, zulüm düzeninin devamını sağlama isteği.  
4- Bazı insanlar özgür iradeleriyle işledikleri günahların, suçların sorumluluğunu başkalarının
     üstüne atmaya veya kendilerine suç ortağı aramaya çalışırlar.
     İşlenen suçların sorumluluğu genellikle şeytanın üstüne atılır. “şeytana uydum” en sık
      başvurulan bahanedir.  Şeytan şüphesiz insanları günaha yöneltir ama son karar ve 
      sorumluluk kişinin kendisine aittir. Bazı kişiler de suçlarının, günahlarının sorumluluğunu
     “kadere”  yüklemek isterler.
    “Ne yapalım hayır da şer de Allah’tandır” derler,  “ne yapalım kader böyleymiş, Allah’ın takdiri,
      ilahi takdir- takdir-i Huda böyleymiş” derler. İşledikleri suçların, günahların  sorumluluğunu
      Allah’a havale etmeye kalkarlar. Bu kişiler Allah’a iftira etmiş olurlar ve hiç şüphesiz büyük 
      günah işlemiş olurlar.
5-  Halkı sömüren, servet şehvetine kapılan, kendilerince dünyalarını cennete çeviren idarecilerin
     sömürdükleri halkın yosulluğunu takdir-i ilahi- Allah’ın takdiri olarak yutturmaya çalışmaları,
      halkı Allah ile aldatmaya, afyonlamaya, uyutmaya çalışmaları.
6-  “Zenginlik, fakirlik kaderdir. Allah kimin zengin yahut fakir olacağını ezelden takdir etmiştir”
        yalanıyla halkın fakirliğe, yoksulluğa  rıza göstermesini sağlamak..  Oysa fakirlik kader değil,
        fakirin hakkı olan zekatı vermeyen, infak etmeyen; mal, servet yığan zenginlerin zulmüdür...                                                              
 Yaşanılanlar olabileceklerin en iyisi olduğu için yaşanmıştır. Tanrı her şeyin en iyisini takdir eder. Başımıza gelen her şey mümkün olanların-seçeneklerin en iyisidir düşüncesi aslında Katolik Hıristiyanlığın ortaçağ dogmalarıdır.. Voltaire, Kandid adlı eserinde bu yaklaşımı eleştirir.  Kitabının sonunda “bahçemizi yetiştirmek gerek” diyerek, mümkün olanın en iyisini yaşamak için; kötülükten, yoksulluktan kurtulmak için  beşeri sorumluluğa; akla, iradeye, çalışmaya, emeğe vurgu yapar. 

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

kuranpenceresinden@hotmail.com
                                                                                    

11 Eylül 2015 Cuma

Kur’an’da “bayram” diye bir kavram yoktur. Bayramlar KÜLTÜREL etkinliktir.

Çok tanrılı inanç sistemlerinde hayvanlar hatta insanlar kanlarının Tanrı’ya sunulması amacıyla kurban edilirlermiş. Bazı toplumlarda ise kurbanlık hayvanlar yakıldığında etlerinin tanrıya ulaştığına inanılırmış.

Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme girişimine karşılık Yüce Allah’ın ona “büyük bir kurbanlık” genel
kanaate göre büyük bir koç göndermesiyle birlikte insanların kurban edilmesi geleneği son bulmuştur.

“Onların etleri de kanları da Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır.” (Hac-37)  ayetiyle  hayvanların yakılarak kurban edilme geleneğinin yanlışlığı bildirilmiştir.
Bazı inanışların aksine kurbanlık hayvanların etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşmadığı, Allah’ın ete, kana ihtiyacı olmadığı; insanların kurbanlık hayvan keserek infak etmelerinin bu şekilde Allah’a yakınlaşma, takvaya yönelme gayretlerinin Allah katında değer göreceği  bildirilmiştir. 
Aslında bütün ibadetler araçtır amaç ise kötülüklerden uzaklaşan; takvaya yönelen, salih ameller işleyen ümmet oluşturmaktır. (Ankebut-45)
Kurban  Yüce Allah'a yakınlık amacıyla; O'nun hoşnutluğunu kazanabilmek için yapılan fedakarlıklardır. Kurbanlık hayvan kesmenin amacı infakta-paylaşımda bulunmaktır.

Kurban edilen hayvanın kanının otomobillerin plakasına veya insanların alınlarına sürülmesi  bu şekilde kazadan, beladan korunmuş olunacağı inancı İslam dışıdır, şaman kalıntısıdır.
Allah rızası dışında; imam, şeyh, şıh, yatır, türbe rızasına, aracılığına, şefaatine nail olma amacıyla
kurbanlık hayvan kesmek şirk yoluna koşarak girmek demektir. 
                                                                         * * * * *
Hac suresi 34. ayetinde Yüce Yaratan   Biz her ümmet için bir kurbanlık hayvan kesme zamanı-kurbanlık hayvan kesme yeri-kurbanlık hayvan kesme tarzı belirledik ki, kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üstüne Allah’ın ismini ansınlar.” Buyurmuştur.
Aslında tek başına bu ayet bile kurbanlık hayvan kesmenin farz olduğunu gösterir. 
Sadece İslam ümmeti için değil, gelmiş geçmiş her ümmet için kurbanlık hayvan kesme ibadeti
emredilmiştir. Aslında Yüce Allah sadece kurban ibadetinin değil, diğer temel ibadetlerin de – Allah’a yakınlaşma araçlarının da zamanını, yerini, şeklini bildirmiştir.
“Biz her ümmet için bir ibadet şekli-bir ibadet yeri belirledik; onlar, onu izlerler..” (Hac-67)

Bakara suresi 196. ve Hac Suresi 28, 34 ve 36. ayetlerine göre ümre ve hac ibadetlerini birlikte  yapanların ibadetleri sırasında kurbanlık hayvan kesmeleri ve bu suretle infakta bulunmaları emredilmiştir.
Bu ayetlerden kurbanlık hayvan kesme zamanının, hac zamanı olduğunu; kesme yerinin ise Mescid-i Haram olduğunu anlıyoruz...
Bakara suresi 196. ayete göre sadece ümre veya sadece hac ibadetini (ifrat haccı)yerine getirenlerin kurbanlık hayvan kesmeleri gerekmez.

Hayvanları keserken üzerlerine Allah’ın adını anmak gerekir.
“.... üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan yiyin...  Üzerine Allah’ın adı anılmayanlardan yemeyin..”
 (Enam- 118, 121)

Hz. peygamberimiz hac ibadetini hayatında bir kez yapmıştır. Veda haccı olarak da bilinen hac ibadetini  tamamladıktan sonra kurbanlık hayvan kesmiştir.

Ümre ve hac ibadetini birlikte yaptığı halde kurban kesecek maddi imkanı olmayanlar Mescidi Haram’da üç gün, evlerine döndükten sonra  yedi gün olmak üzere toplam 10 gün oruç tutarlar.. (Bakara-196)

Kurbanlık hayvan keserek infakta bulunmak ümre ve hac ibadetinin şartlarından-farzlarından değildir; ümre ve hac ibadetini birlikte yapanların yerine getirmesi gereken hacdan ayrı bir ibadettir.

“İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar. Kendilerine ait bir takım yararlara tanık olsunlar. Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerinde belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun..” (Hac-27, 28)
                                                                                          
“Biz o büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar sıralanmış halde ayakları üzerine dururken, üzerlerine Allah’ın ismini anın. Yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin; isteyen yoksulu da istemeyen yoksulu da doyurun. Allah o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki, şükredebilesiniz.. (Hac-36)

Hac ibadeti için Mescidi Haram’da bulunmayanların; kendi  memleketinde, evinde olanların  kurbanlık hayvan kesme yükümlülüğü yoktur.. Yükümlülük yoktur ama isteyen, istediği zaman kurbanlık hayvan keserek, etlerini ihtiyaç sahiplerine dağıtarak nafile ibadet yapabilir. İnfakın her türlüsü Allah’a yakınlaşma aracıdır; kesilen kurbanlık hayvanın etlerinin fakire, fukaraya dağıtılması da infakın-bağışlamanın-Allah yolunda harcamanın bir türüdür. Bunun yerine ihtiyaç sahiplerine para vererek veya ihtiyaçları olan mal-eşya vs. vermek suretiyle de infakta bulunmak mümkündür.
Her sene kurbanlık hayvan kesme ısrarını sürdürmenin, şehirleri, otoyol kenarlarını mezbahaneye çevirmenin gereği yoktur..

Hacı adaylarının Mescidi Haram’da kurbanlık hayvan kestikleri  tarihler İslam ülkelerinde kurban bayramı adı altında KÜLTÜREL bir olgu olarak kutlanmaktadır.
Allah "oruç tutun" der ama "bayram yapın" demez. Yine Allah "kurbanlık hayvan kesin" der ama bayram yapılmasından bahsetmez.
Kadim uygarlıklardan günümüze kadar; eski Mısır’dan,Yunan pagan inancından, Hıristiyanlığa kadar 
her dönemde, her kültürde festival, karnaval, bayram adı altında çeşitli ritüeller, etkinlikler yapılmış.
Bayramların kutlanması, insanların birbirlerini hatırlaması, dargınların barışması bu vesileyle imkan
sahiplerinin yardıma muhtaç olanlara çeşitli yardımlar yapması elbette güzel adetlerdir.
Ancak, dini bayramlar olarak bilinen; kurban ve ramazan bayramları aslında dini değil gelenektir, kültürel bayramlardır. Bir şeye “dini” diyebilmek için o şeyin ilahi kaynaklı olması yani Kur’an kapsamında olması gerekir. Kur’an’da “bayram” diye bir kavram yoktur. 

Bayram kutlamaları rivayetler dayanak yapılarak Hz. peygamberimizin uygulaması olarak kabul edilir. Ebu Davut "kurban kesme gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum"hadisini rivayet eder. Emirolunduysa ayet olmalı ama bu konuda ayet yoktur. Kur’an kapsamında olmayan konularda Hz. peygamberimizin uygulamaları  yaşadığı toplumun adetleridir, örfüdür, kültürüdür. Sünnet olarak kabul edilemez. 
Sünnetin çerçevesini Kur’an belirler. Sünnetten söz etmek için öncelikle Kur’an’da onun dayandığı bir hükmün-farzın olması gerekir..  Ayrıca, Hz. peygamberimizin bayramları bugün kutlandığı şekilde mi kutladığı, yoksa daha mütevazi  ve sosyal barışa, sevgiye, paylaşıma, kaynaşmaya öncelik vererek mi kutladığı tarihçiler ve ilahiyatçılar tarafından araştırılmalı, incelenmelidir..  
Ramazan bayramında  üç gün, kurban bayramında dört gün tatil yapılması ve bu sürelerin 9 güne uzatılması hiç bir dini referansla açıklanamaz ancak tembellikle açıklanabilir.

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK



                                                                                 

                                                                                    


SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....