Yüce Yaratan yarattıklarına İÇKİN değil, yarattıklarından AŞKIN ilahi güçtür.
Allah Samed'tir. Herkes O'na muhtaçtır. O, varlığı başkasına muhtaç olmayandır; varlığı
yarattıklarının varlığına endeksli olmayandır.
Evren yaratılmadan önce de Allah vardı. Gökleri ve yeri yaratan, yoktan var eden Allah’tır.
(A'raf-54 Yunus-3 Hud-7)
Ve yaratılan her şey yok olduğunda da O, yine var olacaktır.
“Evvel’dir O, başlangıcı yoktur, Ahir’dir O, sonu yoktur..." (Hadid-3)
Panteizm: Tanrı ve evreni bir-aynı gören felsefedir. Tanrı evrendir, evren de tanrıdır. Başka bir anlatımla: Yaratan= Yaratılanların yani evrenin tamamıdır. Evreni ilahlaştıran bu felsefeye göre Yaratan, yaratılanlardan ayrı ilahi bir güç değildir, Tanrı evrene aşkın değil, içkindir.
yarattıklarının varlığına endeksli olmayandır.
Evren yaratılmadan önce de Allah vardı. Gökleri ve yeri yaratan, yoktan var eden Allah’tır.
(A'raf-54 Yunus-3 Hud-7)
Ve yaratılan her şey yok olduğunda da O, yine var olacaktır.
“Evvel’dir O, başlangıcı yoktur, Ahir’dir O, sonu yoktur..." (Hadid-3)
"Yer üzerinde bulunan herkes yok olacaktır. Sadece o bağış ve celal sahibi Rabbinin yüzü/
ilahi varlığı/zatı kalacaktır. (Rahman 26, 27)Panteizm: Tanrı ve evreni bir-aynı gören felsefedir. Tanrı evrendir, evren de tanrıdır. Başka bir anlatımla: Yaratan= Yaratılanların yani evrenin tamamıdır. Evreni ilahlaştıran bu felsefeye göre Yaratan, yaratılanlardan ayrı ilahi bir güç değildir, Tanrı evrene aşkın değil, içkindir.
Oysa Kur’an’da Yaratan ve yaratılan
ayrımı çok net olarak vurgulanmıştır.
“Yaratan, yaratamayana-kendisi yaratılmış olana benzer mi? Hiç
düşünmüyor musunuz..? (Nahl-17)
"Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı
yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?" (Tur/35)
Budizm’de ferdi ruh Atman ve evrensel
ruh Brahma vardır. Ferdi ruh, evrensel ruha irrasyonel, metafizik yollarla; mistik inanışlarla, sezgi, sevgi,
aşk yoluyla ulaşmak, onunla bir olmak ister..
Önemle belirtmek gerekir ki, İslam
mistik, ezoterik-gizemli, gizemci bir düşünce akımının adı değildir. İslam’ı mistik inançlar içinde
göstermek ve onu tanımlarken ‘‘İslam mistisizmi’’ veya ‘‘İslam tasavvufu’’ gibi ifadeler kullanmak çok büyük
yanlıştır. Aklı kullanmamak, basiret denen gönül gözünü kör eder. Kur’an rasyonel yolları; aklı,
akletmeyi, bilimi ve manevi aydınlanmayı işaret eder.
Mistizimde ise, olağanüstü
özellikler atfedilen, ilahi sıfatlar verilerek kutsallaştırılan keramet sahibi
insanlar vardır. Her inanç sisteminde mistik akımlar
olmuştur. Yaratan’a irrasyonel, akla uygun olmayan yollarla; gizli, gizemli yollarla; gönül, duygu, sevgi,
aşk, sezgi, ilham yoluyla ulaşmak isteyen akımlar vardır. Budizm ve diğer Hint inançlarında
yaygın olarak görülen bu akımlardan Yahudiler ve Müslümanlar da etkilenmiştir. Bu akımın adı: Kabalada -Yahudi
tasavvufunda vahdet-i vücut, İslam tasavvufunda
ise ittihat inancıdır.
Vahdet-i vücut inancına göre: Kainatın
tamamı-yaratılanlar Yaratan’ın aynaya aksetmiş zuhuru, tezahürü, yansımasıdır;
Yaratan, yaratılanların bütünüdür.
Varoluşun tamamı Tanrı’ın kendini
gösterdiği aynadır. Tanrı yaratılanlardan ibarettir.
Bu ekol mensupları La ilahe illallah-Allah’tan
başka ilah yoktur demezler. La mevcuda illallah - Allah’tan başka varlık-mevcut
yoktur derler. Bunlara göre Allah ile evren ayni-tek varlıktır. Yaratılan ne
varsa; insanlar, hayvanlar, bitkiler, erdemliler, edepliler, edepsizler,
ahlaksızlar, katiller, alkolikler hiç istisnasız herkes, her şey Allah’ın bir
parçasıdır. Bu şirkin en berbat halidir.
Bu ekolü İslam’a bulaştıran Muhyiddin Arab-i’dir. Vahdet-i vücut inancı ile
panteist felfese ve Yahudi tasavvufu Kabala arasında büyük benzerlik vardır.
Tasavvuf tarihinde ilk defa Vahdet-i Vücut
anlayışı Beyazid Bistamî (ölm:875) ve Cüneyd Bağdadî (ölm:910) gibi mutasavvıfların katkılarıyla doktrin halini
almıştır. Bu ekölü kitaplarında sistamatik olarak tanıtan ve islam dünyasında yaygın hale
getiren ise Muhyiddin Arab-i’dir. (ölm:1240)
Bu inanç sistemi İslam coğrafyasında her zaman, her kesimden yaygın taraftar bulabilmiştir. Şii, alevi kesimden, milliyetçi Türkçü kesime kadar günümüzde de çok taraftarı vardır. Bilgisizlik eseri olsa gerek İslam'la çelişen, dört başı mamur şirk olan bu düşünce ekolü İslam'la uzlaştırılmaya çalışılmaktadır.
İttihat inancında Yaratan, yaratılan ayrımı olmakla
birlikte Tanrı’ya yönelen, yüzünü Tanrı’ya dönen, O’na varmaya çalışan seçkin (!) kişiler
bir çok zorlu aşamalardan sonra bir gün
gelir beşeri niteliklerden arınırlar, Allah’la bir-leşir, O’nunla “Bir” olurlar,
O’nun gibi olurlar; O’nun bazı niteliklerine sahip olurlar. İnsanları Tanrılaştırırlar...
Hüthüt kuşunun
klavuzluğunda-mürşitliğinde diğer kuşların-müritlerin padişahları
Simurg’u-Tanrı’yı
aradığı, zorlu uzun yolculuğun
sonunda kalan otuz kuşun aradıkları Simurg’un (Farsça “si” otuz
demektir, “murg” kuş demektir.)
aslında kendilerinden ibaret olduğunu, her birinin simurg olduğunu, aradıkları
Tanrı’nın aslında kendilerinden başka bir şey
olmadığını anlamaları. Yaratılanların Yaratan’ın zuhuru-belirtisi
olduğu; Yaratan’ın da yaratılanlardan ibaret olduğunu anlatan hikayeler
tasavvuf edebiyatının Kur’an anlayışıyla
bağdaşmayan konularıdır.
Kur’an
anlayışına göre; insanlar ve kozmozun-evrenin tamamı Allah’ın yarattığı
ayetlerdir.
Allah’ın
delili, işareti, belirtisi olan her şey O’nun ayetleridir. İnsanlar, diğer
canlılar ve evrende olan her şey Allah’ın
iradesi sonucu yaratılmıştır. Evrendeki her şey varoluşun, yaratılışın bir
parçasıdır; Yaratan’ın
değil.
Kur’an’da sıfat isimleriyle
bildirilen niteliklerinden anlıyoruz ki: Allah Haalik’tir, Hallak’tır,
Bari’dir,
Bedi’dir, Muhyi’dir,Fatır’tır, Kaahir’dir,
Kebir’dir, Malik’tir; yani Yaratandır, var edendir, hayat verendir, varoluşu
genişleten, yönetendir. Yaratılanlar üzerinde egemenlik kurandır. Varoluşun
sahibidir ve en önemlisi Yüce Allah Vahit’tir sıfatlarında,
özelliklerinde, yetkilerinde tek olandır.
Hiç bir şey O’nun eşi ve benzeri
olmadığı gibi, benzeri gibi bir şey de yoktur, olamaz. O hiç bir şeye benzemez, Hiç bir şey
de O’na benzemez.
“Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz..” (İhlas-4)
“O’nun benzeri gibisi
bile yoktur, olamaz..” (Şura-11)
“O hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok
yüksek; hem de ölçüye sığmayacak kadar yüksek..” (İsra-43)
Allah: Kur’an’da sıfat isimleriyle
bildirilen niteliklere, yetkilere, güce sahip olan ilahi kudrettir. Kur’an’da
bildirilen uluhiyet özelliklerine sadakatten ayrılıp, Allah’ı başka şekilde
tanımlama gayretleri yeni bir ilah yaratma gayretidir. Tam bir sapmadır, açık
bir şirktir.
Müslümanların inandığı Allah, Kur’an’da nitelikleri bildirilen ilahi
kudrettir.
“Ben Müslümanın” diyen birinin Kur’an’da
bildirilenden farklı bir Allah anlayışı olamaz.
"Tevhid, Yaratanın yarattığı bütün diğer şeylerden ayrılması demektir. Her yaratılmış, zaman ve mekan kanunlarına tabidir. Yaratıcı ile yaratılmış arasında hiç bir anlamda bir bütünlük düşünülemez. Tevhid temelde ilk olarak bu düşünce tarzını reddeder. Yaratıcı; bütün tabiatın, varlıkların üstündedir, aşkındır. Hiç bir şey Allah'a benzemez ve O'nu sembolize ve temsil edemez. Allah hiç bir sezgi metodu ile bilinemez ve O'na erişilemez." (İsmail r. faruki-Tevhid S:209)
“Bazı mistikler, tasavvufçular ve felsefeciler sağduyuya aykırı
başka bir iddiada bulunmuşlardır.
İslam tasavvufunda “vahdeti vücut” olarak bilinen ve muhyiddin
Arabi gibi ünlü temsilcileri olan bu anlayış, felsefe tarihinde en çok Spinoza
ile beraber anılır ve panteizm olarak adlandırılır. Bu anlayışa göre Tanrı
evrenin ta kendisidir. Tanrı ve evren aynidir. Evren Tanrı’nın bir parçası veya görünüşüdür.
Bing Bang, evrenin başlangıcını yokluğa indirgeyerek, evrene Tanrı statüsünün verilmesini ve Tanrı’yı
evrene içkin görmeyi onaylamaz. Bing Bang evrenin dışında olan (aşkın) ve evren
ile zamanı yaratan bir Tanrı’yı gerektirir. Başlangıçta hiçbir formu olmayan bir tekliği,
Tanrı ile özdeş veya Tanrı’nın bir parçası olarak görmek mümkün değildir...” (Caner Taslaman – Bing Bang ve Tanrı – S: 162)
“Tevhid, Yaratan’ın diğer bütün yaratılmışlardan ontolojik olarak
ayrı tutulması demektir. Zira yaratılmış olan, zaman ve mekan kanunlarına
tabidir; dolayısıyla Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hiç bir anlamda bir
birleşme ve bütünleşme düşünülemez. (Hayri Kırbaşoğlu-Ahir Zaman İlmihali-
S:86)
Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK