23 Ocak 2016 Cumartesi

ÖZGÜRLÜĞÜN TEMELİ: TEVHİD VE LAİKLİK.

Tarih boyunca teokratik faşizme karşı mücadele veren kişilere "laik" denilmiştir.
Laik; dine karşı olan değil, dinci ruhban sınıfının egemenliğine-teokrasiye karşı olan kişilerin sıfatıdır. 

LAİKLİK: Dincilerle, sözde dini kurumlarla siyasetin, devlet işlerinin ayrılması demektir.
Laiklik: “Lâ-dinî” din dışı veya dine karşı olmak değildir, din dışı ruhban=din adamları sınıfının kendi çıkarlarına uygun oluşturduğu kural ve kurumlarla siyasete, devlet yönetimine hakim olmasına, devletin dini kurumların egemenliğine girmesine karşıdır. 
Laiklik: Teokratik yönetime, dinci faşizme karşı olan anlayışın adıdır. Laikliğin zıttı teokrasidir.
Teokratik eğilimlerin olduğu yerde laik anlayış mutlak ihtiyaçtır. Laik anlayışın hakim olmadığı ülkelerde teokratik diktanın hakimiyeti vardır. Dünya tarihinde bunun istisnası yoktur.
Atatürk sultan-halife  düzenini, teokratik monarşiyi-saltanat sistemini yıkmıştır. Yönetimde egemenliği, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olduğunu iddia eden sultandan alıp, millete-halka vermiştir.


İslam’da olmayan ruhban-din sınıfı mezhep, tarikat, cemaat kültürünün ve tasavvuf felsefesinin asli unsurlarıdır. Bunlar eleştiriye kapalı, skolastik, dogmatik kabullerin, kuralların hakim olduğu yapılardır. Kur’an kapsamında bulunmayan dinci sınıf ve dini kurumlar bu yapılar içinde kendilerine alabildiğince geniş olanaklarla yer bulmuştur. Sünni mezhebinde mezhep imamları, halifeler, ulema sınıfı; şii mezhebinde ruhaniyet, imamet anlayışı, sorumsuz ilan edilen on iki imam dinin ve ümmetin temsilcisi sayılmıştır.
Bir Müslüman için laiklik; işte bu paralel din anlayışları oluşturan ve teokrasiye zemin hazırlayan
mezhep, tarikat, cemaat yapıları içinde yuvalanan din dışı kişi ve  kurumların egemenliğine karşı olmaktır.  Bunların kendi çıkarlarına uygun, makam ve servet sevdasıyla oluşturdukları uydurma rivayetlere, zanlara dayalı kabul ve kurallara karşı olmaktır. Dini ve samimi inançları istismar etmelerine, iktidar sahipleriyle işbirliği yaparak yönetimde etkin olmalarına, halk üzerinde otorite kurmalarına ve toplumsal, sosyal olaylarda söz sahibi olmalarına karşı olmaktır.  Geçek dini ve toplumu sömürüden; istismarcı, baskıcı,  dinci zümreden korumaktır.  Atatürk işte bunun için tekkeleri, dergahları kapatmıştır. İslam’ın doğru anlaşılması için Kur’an’ın Türkçe mealini ve tefsirini yazdırmıştır. Gerçek İslam’ın öğrenilmesi ve öğretilmesi için ilahiyat fakültelerini açmıştır.

İslam’ın özü, esası tevhid ilkesidir. Tevhide sadakat insanın yaratılış gayesidir. (Zariyat-56)

Tevhide sadakat ancak şirk unsurları yok sayan anlayışa sahip olmakla mümkündür. Laik anlayışı benimsemeden, din sınıfının varlığına ve otoritesine karşı çıkmadan; sözde dini kurumların devlet, millet yönetiminde etkin olmalarına ve  din aracılığı ile siyasi rant elde edilmesine, kamu malının, devlet hazinenin talan edilmesine, yolsuzluklara, hırsızlıklara karşı çıkmadan; insanları Allah ile-din ile aldatan şeytan evliyalarına, siyasetçi veya bürokrat kılıklı dinci rant çetelerine karşı çıkmadan; onları siyasetten ve yaşamdan dışlamadan tevhide sadakat mümkün değildir..

Kur’an’ı Kerim’de laik anlayışla uyumlu bir çok ayet vardır. Kur'an ve laik anlayış; din ve
vicdan özgürlüğünü savunur.
“....bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Selam olsun hepinize..” (Kasas-55 Yunus-41)
Hadid suresi 27. ayetinde ruhbaniyet anlayışı reddedilmiştir. Kaf suresi 45. ayeti dinde zorlamanın olmadığını bildirmiştir. Kafirun suresi 6. ayeti din, inanç özgürlüğüne vurgu yapmıştır. En'am suresi 108. ayeti diğer dinlere-inançlara saygılı olmayı, farklı inanç sahiplerine kötü söz söylememeyi emretmiştir. Bu ayetlerin verdiği mesajlar laik anlayış ilkeleriyle bire bir örtüşmektedir.


Özgürlüğün iki temel şartı vardır.
1- İlahi anlamda tevhide sadakat  2- Dünyevi-siyasi anlamda demokrasi ve laiklik
Bu ikisinin bir arada olmadığı yerde insanların özgür yaşamaları; Allah’ın iradesinin gerçekleşmesi mümkün değildir... 
Laiklik ilkesi ile tevhid ilkesi çelişmez. Aksine her ikisinin de amacı: Sözde kutsal kurumları, 
din dışı din- ruhban sınıfını, aracıları, şefaatçileri, istismarcı sömürücüleri ve bunların dayandıkları
fikri yapıları, kabulleri, kuralları ortadan kaldırmak; onların egemenliğini, tahakkümünü reddetmek ve böylece kula kul olamayı yok ederek insanları özgürleştirmektir. 

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK






14 Ocak 2016 Perşembe

İSLAM, DÜŞÜNEN SORGULAYAN ÖZGÜR BİREYLER İSTER.

İnsan, kendisini diğer kişilerden ayıran kendine has şahsi özelliklerini; şahsiyetini – kişiliğini-karakterini oluşturan değerlerini koruyarak güven içinde özgürce yaşamalıdır. Sadece Allah’a teslim olan Müslümanlar şahsiyetli, şerefli, çağdaş, akıl ve bilim yolunda ilerleyen, sorgulayan, eleştiren, özgür düşünce ve iradesiyle hareket eden erdemli bireylerdir. Genelin içinde özel olmanın, birey olmanın, kişilik ve karakter sahibi olmanın onurunu yaşarlar.

İslam,  akleden, şahsi özellikleriyle varolan onurlu, erdemli, şahsiyetli bireylerden oluşan ve güven içinde özgürce yaşayan toplum ister. Tarikat, cemaat kültüründe ise dogmatik zihniyyet hakimdir. Birey bilincinin gelişmesine izin verilmez; kendi skolastik anlayışlarını, kurallarını, kabullerini benimseyen itaatkâr birbirinin aynısı, kopyası bireyler ister.  Tarikat mensupları duvardaki tuğlalar gibidir. Özgür insan ise ormandaki ağaç gibi tek ve hürdür. Tuğlalar beşer ürünüdür, kalıplara dökülüp imal edilir. Nitelikleri, fonksiyonları birbirinin aynısıdır.  Aklını özgürce kullanan, kula kulluk etmeyen, onurlu, saygın, bir ağaç gibi tek ve hür bireyler İslam’ın istediği erdemli ve özgür yaşayan toplumları-ormanı oluşturur.

“Türkiye'nin sorunu: Analiz yaparak kendi kararını veren bireyler olmak yerine bir grubun parçası olup grupla hareket eden insan çoğunluğu.”  (Naci Mocan)

İslam toplum, millet ve insanlık dinidir. Bunu, ferdi-insanı toplum içinde eritmeden sağlar. (Hüseyin Atay)

Tarikat kültüründe  mezhep imamları, tarikat şeyhleri; kurtarıcı, erdirici, Allah’a yaklaştırıcı, şefaat edici ve mutlak biat edilmesi gereken kişiler olarak kabul edilir. Bunların yazdıkları kitaplar eleştirilemez, değiştirilemez hatta sadeleştirilemez kabul edilir. Her tarikat, kendi kitabını dinin tartışılmaz kitabı olduğunu iddia ederek, Kur’an’a eş, ortak koşar. Kendilerini eleştirenleri itikatsız olmakla suçlarlar. Kâfir, zındık ilan ederler.

‘‘Taklitçiliğin dayandığı esas: Mezhep imamlarının, tarikat şeyhlerinin, cemaat hocaefendilerinin dediklerinin doğruluğuna imandır. Onların yanıldığı düşünülemez. Ve onlara imanla dindar olunur.
İşte bu taklitçilik ilmi yıktı. Şimdi taklitçiliği ancak ilimle (akıl ve bilgiyle) yıkmak mümkün olur.’’  
 (Hüseyin Atay-Kur’an’da iman esasları ve kader)

Dinimizde iman, sorumluluk ve kurtuluş bireyseldir. Bir tarikatın mensubu olmakla otomatik
olarak “kurtulmuş” veya “cennetlik” olmak söz konusu değildir.. Aidiyet duygusunu tatmin etmek isteyen ve sosyo-ekonomik gelişimini sağlayamamış, eğitim-kültür alt yapısını oluşturamamış kişiler; “kurtulmak” “cenneti garantilemek” umuduyla tarikatlerin, cemaatlerin ağına düşmektedirler. 

Tarikat kültürüyle yoğurulmuş siyasal islamcı siyasetçiler bu tarz insanları çok severler. Zira cahil, yoksul insanları kontrol etmek, yönlendirmek kolaydır. Oysa Kur'an bakın ne diyor.

“Ey iman edenler!  ‘Raina’ demeyin, ‘unzurna’ deyin. - ‘Bizi güt’ demeyin. ‘Bize kulak ver, bizi duy, haklarımızı gözet’ deyin ve dinleyin..” (Bakara-104)

Teokratik kafalı siyasal islamcı yönetimler islam'ın istediği düşünen, sorgulayan, eleştiren; onurlu, şahsiyetli bireyleri hiç sevmezler. Kendilerini eleştiren, muhalefet eden herkesi hain ilan ederler, çeşitli bahanelerle hapsederler, yok etmeye çalışırlar. Bilirler ki, düşüncenin, eleştirinin olduğu yerde diktatörlere yer yoktur..

Saygılarımla.
VEDAT AKBAŞAK

SADECE İSLAM DİNDİR..

  Su insanlar için en önemli nimetlerden biridir; elbette temiz, doğal olan su. Suyu içeriz, yemek çorba yaparız, temizlik işlerimizde vs....